9. Bölüm: “Evde” Hissi
- melisasamatt
- 25 Ağu
- 10 dakikada okunur
“Açtım yaralarını
Vurdum yerden yere”
Loya
Aitlik hissi belki de bu dünyada yaşadığımızı hissettiren yegâne duyguydu. Tarifsiz bir hissiyat bırakıyordu içimde. Sıcaklık desen tam anlamıyla açıklayamazdı. Yaşamak için bir sebep denebilirdi belki de. Bana iliklerime kadar hissettiğim bir yaşama arzusu aşılıyordu. Bir yere ait olmayalı uzun zaman oluyordu. Şimdi ise bir günlük bile olsa yeniden birine aittim, yeniden evimdeydim.
“Asiller ne zaman gelecek?” Üçlü koltukta başım Akyel’in dizinin üstüne yaslıydı. Akyel beni eve getirdikten sonra bizimkileri aramış ve eve çağırmıştı. Sanırım hem bana iyi gelmesi hem de eski günlerdeki gibi hissetmem için yapmıştı. Umarım bu gece de benimle kalırdı.
“Gelirler birazdan.” diye yanıtladı sorumu Uzay. Mavilerim ona doğru döndü. “En son Deniz’le markette kavga ediyorlardı.” Omuzlarını silkerek sarf ettiği cümleler artık bizim normalimizdi. Deniz’le Asil her ne kadar çocukluk arkadaşı olsalar da asla anlaşamıyorlardı. Her zaman bir savaş içindelerdi. Neden olduğu ise kocaman bir soru işaretiydi. İkisi de bu konu hakkında konuşmuyor, yanımızda konusunu bile açmıyorlardı. Düşüncelerimden Akyel’in saç tutamlarımı okşamasıyla sıyrıldım. Uzun, gümüş yüzüklerle bezeli parmakları saç tellerimi sevdi teker teker.
“Nasıl hissediyorsun kendini?” diye sordu kısık bir tınıda. Başımı dizine daha çok yasladım. Yanağım giydiği siyah kot pantolonun kumaşına sürtündü. Hışırdadı.
“İyiyim.” dedim durgunca. Yavaşça sırt üstü döndüm. Yüzü görüş açıma girdiğinde yeniden aralandı dudaklarım. “Sen nasılsın?” Yeşilleri hafifçe kısıldı. Dudaklarını birbirine bastırıp birkaç saniye sessizce bekledi.
“Şimdi iyiyim.” Neredeyse fısıldamıştı, zar zor duysam da dudaklarımdaki derin tebessümün sebebi yine oydu.
“Bugün bir şeyler mi yapsak birlikte?” diye sordu Aksel enerjik çıkan sesiyle. Sabahki durgunluğunu biraz olsun üzerinden atmış gibiydi. “Eski günlerdeki gibi?”
“Bugün olmaz.” dedi Akyel keskin bir sesle. Soran bakışlarım ona dönse de o bana bakmadan Aksel’e bakmayı sürdürdü. “Loya’nın dinlenmesi gerekiyor. Evde yapalım ne yapacaksak.”
“Benim işime gelir ağabey.” Pars oturduğu koltuğa iyice yayıldı. “Bedava hizmet.” Yüzündeki keyifli ifade Aksel’in yüzüne yastık atmasıyla yerle bir olmuştu.
“Haydi ordan eşşek!” dedi alayla. “Kalk da bize bir kahve yap.” Pars sinirle yastığı yüzünden çektiğinde gülmeden edememiştim. Beş yaşındaki Pars’ın şu anki Pars’tan hiçbir farkı yoktu. Küçükken de aynı böyle somurtan suratıyla istediğini alana kadar dururdu. Şimdi o küçük çocuğun yirmi dört yaşındaki hâli karşımdaydı ancak değişen tek şey boyu ve kilosuydu.
“O zaman,” dedi Pars sinir olmuşçasına. Elinde sıktığı mavi yastığı yeniden Aksel’e fırlattı. “Kıçını kaldır da yardım et.”
“Aman prenses, alt tarafı bir kahve yapacaksın.”
“Makine tuşuna dokunan yerlerim ağrıyor Aksel.” Alaylı sesiyle birlikte beraberinde dudaklarında kondurduğu iğneleyici tebessümüyle birlikte Aksel’e baktı. Aksel ise abartılı bir şekilde gözlerini devirip ayaklandı. Uzay da bize ufak bir tebessüm gönderip salondan ayrıldı. Bizi yalnız bırakmak için kendini feda eden canım arkadaşıma gülümsedim. Akyel de burnundan hafifçe gülüp başını öne eğdi. Kısık bakan yeşilleri mavilerime karıştı. Kalbimde yine o his yeşermişti. Onun gözleri gözlerime değdiği an tamamlanıyordum sanki. Dokunmasına bile gerek yoktu, bakması bile yeterdi.
“Özlemişim.” diye mırıldandım gözlerimi gözlerinden çekmezken. Akyel’in saçlarımdaki eli yüzüme doğru indi. Şakaklarımdan başladı dokunuşlarına. Oradan kaşlarıma, kirpiklerime, göz altlarıma, burnuma, yanaklarıma, dudaklarıma… Yüzümü ezberlemek istercesine parmaklarını her bir ayrıntımda gezdirdi.
“Ben de,” Dudaklarının arasından çıkan o iki kelime bile kalbimi tekletmeye yetti. “Ben de özlemişim.” Kalbimden ılık bir his vücuduma yayıldı. Bedenim gerilmek yerine uzun zamandır hissetmediği ve hasret kaldığı o huzura tutundu. Tıpkı onun da söylediği gibi, şimdi iyiydim.
Bakışlarımız birbirinden ayrılmazken çalan kapıyla birlikte mavilerim koridora yöneldi. “Ben bakarım!” diye bağıran Aksel’in sesi ise hemen ardından gelirken kapı açıldı.
“Ya cidden biz bu adamla nasıl oldu da aynı müzik grubuna düşmüş olabiliriz? Hayır, yani başka insan mı kalmadı dünyada? Bıktım ya!” Asil’in söylenmelerine karşılık Akyel’in dizlerinden kalktım. Doğrulup sırtımı koltuğa yasladım. Başımı hafifçe soluma çevirip zaten benim üzerimde olan yeşillere baktım.
“Yine mi kavga etmişler?” diye sordum bıkkınca. Akyel de tıpkı benim gibi bıkkın bir nefes alıp gözlerini devirdi.
“Kavga etmedikleri bir gün bile yok ki.” dediği sırada salona bir hışımla Asil girmişti. Öfkeden kızarmış yüzü ve dağılmış saçlarıyla oldukça aksi gözükürken ardından giren Deniz oldukça sakin ve keyifli görünüyordu.
“Ne oldu size?” Sorumla birlikte Asil gözlerini devirip yanıma adımladı. Kendini yanımdaki boşluğa atıp başını omuzuma yerleştirdi.
“Sana kaç kere dedim alma şunu eve diye.” Mırıldanarak kurduğu cümle Deniz’i daha da keyiflendirdi.
“Senin aksine,” dedi Deniz az önce Pars’ın oturduğu tekli koltuğa oturduğu sırada. Bacağını diğer bacağının üstüne yaslayıp rahat bir pozisyon aldı. “Loya beni sever. Hatta herkes beni çok sever de işte… Bir senle yapamıyoruz.” Asil’in sarı kaşları ağır ağır çatıldığında dudakları aralandı.
“Seni kim sevsin, sevimsiz.” Deniz başını geriye yatırarak bir kahkaha patlattığında Asil yanımda daha da gerildi.
“Ben de seni seviyorum, sevgilim.” Bunu dememliydi. Asil bir hışımla yanımdan kalkıp hızlı adımlarla Deniz’e yöneldiğinde biraz önce yanında bulunan yastığı da almayı ihmal etmemişti.
“Değilim ben senin sevgilin falan!” Yastığı Deniz’in yüzüne bastırdı. Deniz’in ise boğuk gülüşleri salonu dolduruyordu. İster istemez dudaklarımda oluşan tebessümle onları izlemeyi sürdürdüm. Oldum olası birbirleriyle anlaşamayan iki çocuktu onlar. Küçükken de birbirlerinden hiç hoşlanmaz, oyunlarda birlikte eş olmak istemezlerdi. Ama ne var ki, her zaman da ilk onlar içlerinden birine bir şey olduğunda koşarlardı. Asil’in içten içe Deniz’i önemsediğini biliyordum. Hatta belki de daha fazlasıydı.
“Biz de mi mutfağa kaçsak?” Akyel’in yumuşak fısıltısı kulağımı gıdıkladı. Kıkırdayarak başımı ona doğru döndürdüm. Dudaklarında aklımı kaçırabileceğim kadar güzel bir gülümseme asılıydı. İçimi sımsıcak yapan gözleri gözlerimdeydi ve ben bu anda sonsuza kadar kalabilirdim. Başımı salladım sorusuna karşılık. Akyel hemen ayaklanıp elini uzattı. Yüzüklerle bezeli parmaklarına tutundum, ellerimiz kenetlendi. Deniz’le Asil’in boğuşmasından ve bağrışmalarından kaçıp mutfağa doğru ilerledik. Gördüğümüz manzara içeriye göre fazlasıyla sakindi. Pars, Uzay ve Aksel mutfağımın ortasında yer alan adanın etrafındaki bar sandalyelerine yerleşmiş, kahve eşliğinde sohbet ediyorlardı.
“Bizi de çağırsaydınız keşke.” diye mırıldandım yanlarına doğru ilerlediğimiz sırada. Hepsinin bakışları bize döndüğünde şaşkın ifadelerine karşı gülümsedim.
“Ağabey ben doğru mu görüyorum?” Pars’ın şaşkın tınısını duymasıyla Aksel dudaklarını araladı.
“Yok,” dedi gözleri kısılırken. “Ben de aynısını görüyorum.” Ardından dirseğiyle Uzay’ı dürttü. “Lan Uzay ne koydun sen bu kahvenin içine? Halüsinasyon görüyorum.”
“Saçmalamayın.” diyerek gözlerini devirdi Uzay. “Doğru görüyorsunuz.”
“Barıştınız mı?” Pars’ın hevesle sorduğu soru karşısında omuzlarım umutsuzca düştü. Bir cevap vermesi için Akyel’e baktığımda elimdeki eli kasıldı.
“Hayır,” dedi sessiz ama sert bir tınıda. “Sadece bu gecelik.” Kafası karışmış gibi bakan arkadaşlarımızı umursamadan bizi de adaya doğru ilerlettiğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Sadece kendimi kandıracağımız bir akşam olacaktı. Kendimi kaptırmamalıydım.
Yarın yine uzaklaştığımızda canının yanmasını istemiyorum.
Akyel’in daha önceden kurduğu cümle zihnimde yankılandığında burukça gülümsedim kendi kendime. Galiba haklıydı. Her ne kadar ona yakın olmak istesem de yarın olduğunda aramıza girecek olan mesafeler canımı bir hayli yakacaktı. Ama ona ihtiyacım vardı. Kalbimin her anlamda Akyel Kıran’a ihtiyacı vardı. İyileşmek için, iyi olmak için yanımda olmalıydı. Onsuz çok daha acı çekiyordum.
Akyel beni Aksel’in yanına oturttuğunda tezgâha doğru yöneldi. İkimize de kahve koyuyordu. Dirseklerimi önümdeki adanın siyah mermerine yasladım. Akyel dışında tüm arkadaşlarımızın bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum ancak bakmak şöyle dursun gözlerimi mermerden alamıyordum. İçime bir anda huzursuzluk düşmüştü. Nedeni ise barizdi. Bir günlük de olsa bir yalanla yanımda tutacaktım onu. Acaba hiç istemese miydim?
İlaçlarını içmen gerektiği zaman ne olacak?
Ya atak gelirse? Kalbin ağrıdığında ne yapacaksın?
Zihnimden geçen onlarca soru işareti içimi daha da huzursuz ettiği sırada önüme koyulan kupayla birlikte başımı kaldırdım. Akyel’in soran gözlerine karşılık bir şey söylemeden önümdeki kupaya doğru uzandım. Ancak gördüğüm şey bir kahve değildi.
“E hani bana?” diye sordum şaşkınlıkla. Mavilerim tam karşımda, Pars’ın yanında oturan Akyel’i buldu.
“Sana kahve yok.” Kaşlarım çatıldı. Önümdeki bitki çayının kokusunu almamla yüzümü buruşturmam bir oldu.
“Sebep?” diye sordum buruşmuş yüzümle. Yeşilleri yüzümü talan ettikten hemen sonra keyifle sırıttı.
“Sebebini ikimiz de biliyoruz bence, Loya.” Belli etmese de bugünkü duygu patlamasından sonra bir anda bu kadar güçsüz düşmem onu endişelendirmişti. Gözleri sürekli benim üzerimdeydi. Ayrıca beni hastanede yakalaması da hiç iyi olmamıştı. Bir şeyler olduğundan şüpheleniyordu ki şüphelerinde de haksız sayılmazdı. Ona bir cevap vermeden kupayı dudaklarıma yasladım. Sıcak çayı yudumladıktan hemen sonra ağzımda oluşan ekşimsi tat yeniden yüzümü buruşturmamı sağladı ama birkaç yudum sonra tadına alıştım. Onlar sohbet ederken ben de sessizce oturup onları dinledim. Pars’ın belki de yüzüncü başarısız flört anısı, Uzay’ın sır gibi sakladığı âşık olduğu kız, Aksel’in kızlardan kaçış anıları… Hepsini dinlerken dudaklarımda hafif ama huzur dolu bir tebessüm asılıydı. Bu hissi özlemiştim. Evimdeydim, etrafım sevdiklerimle doluydu. Yaptıkları boş muhabbetleri bile özlemiştim. Salondan gelen Deniz ve Asil’in kavga sesleri bile ayrı bir huzur veriyordu. Çayımdan birkaç yudum daha aldım. Onları dinlemek ve bir süreliğine de olsa eski Loya olmak iyi gelmişti.
“Eray’ın konseri de yaklaşıyor.” Pars’ın Eray’ın ismini geçirmesiyle birlikte kalbim heyecanla attı. Buradakilerin hiçbiri Eray’la yapacağımız düeti bilmiyordu ve konser gününe kadar da öğrenmeyeceklerdi.
“‘Manyak bir şarkı geliyor' deyip duruyor.” dedi Uzay kupayı dudaklarına götürdüğü sırada. “İlk defa konserde söyleyecekmiş.”
“Yok be, o hayatta bekleyemez o güne kadar. Yarın gelir dinletir.”
“Bu sefer öyle değilmiş.” dedi Pars düşünceli bir tınıda. “Bir düetmiş sanırım. Söz vermiş birisine, ölsem söylemem dedi valla.”
“Haydi lan?” Aksel’in şaşkın nidası üzerine gülümsememek için kendimi zor tutmuştum. Sahnede beni gördüklerinde fazlasıyla şaşıracaklardı. Yazdığım şarkının bir kısmı Akyel’i bir kısmı da beni anlatıyordu. İki âşık insanın birbirlerinden kopuşu ve içlerinde sakladıkları haykırışı simgeliyordu.
“Ne zaman olacakmış konser?” diye sordum ilgisiz görünmemek adına.
“13 Ekim.” dedi Uzay. “Harbiye’de olacakmış.”
“Vay anasını!” Pars memnuniyetle gülümsediğinde onun bu tavrına güldüm. Ardından elimdeki kupadan son yudumumu alıp ayaklandım. Kupayı evyeye bırakıp yeniden onlara doğru döndüm.
“Biraz geçmişe yolculuk mu yapsak?” diye sordum hevesli bir tınıda.
“Sanırım çaya bir şey katan Akyel’miş.” diye mırıldandı Pars biraz önce Uzay’a yapılam muameleyi taklit ederek. Yüzümü buruşturup “Çok komiksin Parsık.” dedim alayla. Onun da tıpkı benim gibi yüzü buruştuğunda zafer kazanmışçasına gülümsedim.
“Annemin zamanında çektiği videolar var.” diye mırıldandım burukça. “Çocukluğumuzdan lise çağına kadar bir sürü video var. Belki onları izleriz diye düşündüm.”
“Süper fikir.” diye destekledi beni Aksel. Diğerlerinden de onaylayan mırıltılar yükseldiğinde hepsi yeniden salona yönelmişlerdi. Ben ise boşta kalan bardakları evyeye yerleştirdiğim sırada Aksel’in sesi doldurdu kulaklarımı.
“Loya, bunun iyi bir fikir olduğuna emin misin?” diye sordu yumuşak bir tınıda. Ona dönmeden, aynı zamanda titreyen ellerime aldanmadan kupaları sudan geçirmeye başladım.
“Evet, niye?” İfadesiz tınımın ardından bir şey söylemeden yanıma doğru yaklaşan adım seslerini işittim.
“Loya.”
“Bir şey yok, Akyel.” Titrek bir nefes çektim içime. “İzleyeceğiz, bir şey yok.”
“Bardaklar yeterince yıkandı.” dedi fazlasıyla titreyen ellerimden birini yakalayarak. Mavilerim hışımla ona döndüğünde gözlerinde yakaladığım anlayış ve şefkat kırıntıları gözlerimi dolduracak cinstendi. “Bırak artık.” Boşta kalan elimi musluğa doğru uzatıp kapadım. Derince nefeslendim birkaç kez. “Bugün yeterince üst üste geldi her şey. Daha fazla üzülme diye söyledim.” Duvarda asılı olan mutfak havlularından birini alıp ıslak ellerimi avuçlarının içine aldı. Yavaşça kuruladı. Ardından avuçlarımın içine hafif bir öpücük kondurdu. “Üzülmen çok normal.” dedi yeniden beni rahatlatmak istercesine. “Ağlamak istiyorsan ağla. Duygulanırsan kendini sıkma. Kapatmak istersen hemen kapatırız videoları. Yalnız kalmak istersen gideriz. İstemezsen birlikte kalırız. Bugün sen ne istersen o, anlaştık mı?” Başımı salladım hafifçe. Dolan gözlerimi kırpıştırıp ellerimdeki ellerini sıktım teşekkür edercesine. O ise burukça gülümseyip alnıma kokulu bir öpücük kondurdu. Elleri ellerimde mutfaktan çıkıp salona geçtiğimizde Deniz’le Asil ayrılmış ama yine de yan yana oturuyorlardı. Pars her zaman oturduğu mavi tekli koltuğuna yerleşmiş, Uzay ve Aksel ise televizyonun önünde, sırtlarını sehpaya yaslamış bir şekilde yerlerini almışlardı. Üçlü koltuğa doğru ilerledik birlikte. Asil biraz daha yana kayıp bize yer açtığında Deniz’e de iyice yaklaşmıştı. Akyel, ben, Asil ve Deniz olacak şekilde koltukta sıralanmıştık.
“İzleyelim bakalım yediğimiz haltları.” diye mırıldandı Aksel televizyonu açarken. Ben de oturduğum yerden kalkıp televizyon ünitesindeki dolaplara doğru ilerledim. Beyaz kapaklardan birini açıp içindeki DVD’leri çıkarttım. Üzerlerinde tarihlerin yazdığı rastgele bir DVD seçerek oynatıcıya yerleştirdim. Video televizyona yansıdı ve ekranda uzun zamandır görmediğim, neredeyse unuttuğum annemin güzel yüzü göründü.
“Bu çektiğim kaçıncı video bilmiyorum ama bu zamana kadar biraz fazla video çekmişim. CD’ler artık eve sığmıyor.” Kıkırdadı. Kızıl, uzun saçları bembeyaz tenini renklendiriyordu. Yüzümüz birbirine fazlasıyla benziyordu. Yalnızca onun çilleri benden daha fazlaydı ve gözleri kahvenin en güzel tonuydu. “Bunları büyüyünce izlemezseniz hepinize küserim, duydunuz mu?” Bize seslenmesiyle dolan gözlerimden bir yaş akmış ama aynı zamanda kıkırdamıştım.
“Zeren Teyze buradan bile bize ulaşmayı nasıl başarmış ya? Gerçek bir kraliçe.” Pars’ın mırıltısıyla hepimiz güldük. Video ise annemin kamerayı bize doğru döndürmesiyle devam etti.
“Ya Deniz! Bana bebeğimi geri ver!” Asil’in küçüklüğü ekrana yansıdı. Uzun sarı saçları, kısa boyu, üzerinde giydiği beyaz elbisesiyle kaşları yeniden çatıktı. Hırçınca kumral saçlı çocuğa bakıyor, kızarmış yüzüyle onu kovalamaya devam ediyordu.
“Ben bunu başkasına vereceğim.” dedi küçük Deniz, bebeği Asil yetişemesin diye kolunun uzandığı yere kaldırarak.
“Derin Ağabey şu kardeşine bir şey söyle!” Derin, Deniz’in ağabeyiydi. Şu an yurtdışında olduğundan görüşemiyorduk ama onu da çok severdim. Az ağabeylik yapmamıştı bize.
“Ya siz nasıl oluyor da on beş sene sonra bile aynısınız?” Aksel’in sorduğu soruyla birlikte Asil’in kucağındaki yastığı onun kafasına atması bir oldu.
“Sen kendine bak, sarı kafa seni.” Aksel kahkaha atıp omuzunun üstünden Asil’e doğru bir bakış attı.
“Bana diyene bak. Sen lacivertsin sanki.” Asil ona dil çıkarıp videoyu izlemeye devam ettiğinde hepimiz yeniden ekrana odaklandık. Kadraj Deniz, Derin ve Asil’den çekilip küçük Loya ve Akyel’e döndü. Videoda beş altı yaşlarındaydık. İlkokula yeni başladığımız zamanlardı. İlk boş bulduğumuz vakitte yazlığa gitmek isterdik. Ailelerimiz de bizi kırmak istemezdi.
“Bizim küçük âşıklar da burada.” dedi annem kamerayla bizi kayda alırken. Bizim bahçedeki banklardan birinde yan yana oturuyorduk. İkimizin de ayakları daha yere değmiyordu bile. Akyel’in üzerinde bir kot şort ve beyaz tişört vardı. O zaman bile gümüş bir zincir takıyordu. Sarı saçları daha açıktı. Benim ise üzerimde kırmızı bir tişört, altımda da pembe bir şort vardı. Uzun saçlarım belime kadar uzanıyordu.
“Bu çocuk yine mi benim kızımın yanında?” diyen babamın sesini duymamla gözyaşlarım sicim sicim akmaya başladı. Annemin güzel kıkırtısı doldurdu kulaklarımı.
“Akyel’i sevmiyormuş gibi konuşma Selim.” Babamın homurdanması devam ederken annemin naif sesi bir kez daha yankılandı salonumda. “Hem baksana ne tatlılar.”
“Ben kızımı vermem kimselere.”
“Loya daha beş yaşında hayatım.” Kadrajda biz olsak da sesimiz duyulmuyordu. Annemle babamın ettiği minik atışma eşliğinde izliyorduk ekranda oynayan sahneyi. Seslerini duymayalı çok uzun zaman olmuştu. Onlar hayatımdan gittiğinden beri seslerini duymaya cesaret edememiştim. Bugün nedense izlemek istemiştim. O zamanlara, mutlu olduğumuz anları hissetmeye ihtiyacım vardı.
“Beni ilgilendirmiyor sevgilim.” dedi babam sevecen bir tınıda. “O benim biriciğim. Nasıl ayrılırım ben ondan?” Hıçkırıklarım salonda yankılandığında Akyel’in kolu omuzuma dolandı. Kolumu beni sakinleştirmek istercesine okşadı.
“Bunları düşünmen için yaklaşık bir yirmi otuz yılın var canım. Şimdilik anın tadını çıkarmaya bak.”
“Her zaman haklısın hayatım.” Video oynamaya devam ederken gözyaşlarımdan ekranı göremiyordum. Sesim çıkmasın diye elimi dudaklarımı kapatıp gözlerimi sımsıkı yumdum. Onları çok özlemiştim. Anlatamayacağım kadar çoktu içimdeki özlem. Yüzlerini görmeyi, seslerini duymayı, atışmalarını izlemeyi, onlara sarılmayı… Çok özlemiştim.
Saçlarımda gezinen eli hissettiğimde dudaklarımı iyice birbirine bastırdım. “Ağla Loya’m. İçinde tutma.” diyen Asil’le derin bir nefes almak istesem de o aldığım nefes boğazımda tıkalı kaldı. Dizlerime kapanan elim Akyel’in avuçlarına hapsoldu.
“Gel, benimle.” Akyel elimden tutup beni de kaldırdığında peşinden ilerledim. Merdivenleri hızla çıkıp odama geldiğimizde kapıyı kapatmasıyla birlikte ağlamam sesli bir hâl aldı. Dudaklarıma bastırdığım sağ elim havada öylece sallandı.
Akyel ikimizi de yatağıma doğru götürdü. Beni dikkatlice yatağıma yatırıp gece lambamı açtı. Odaya yayılan loş ışığın ve bulanık gören gözlerimle birlikte onu izledi mavilerim. O da yanıma yatağıma uzandı. Belimden tutup kendine doğru çekti. Başım göğsüne yaslandı, onun eli ise saçlarıma yerleşti.
“Ağla.” dedi sadece. “İstediğin kadar ağla, bağır, çağır. Ama susma, Loya.” Derince nefeslendi. “Ben buradayım. Yarın aramıza mesafeler girse de söz veriyorum bir gün yeniden geleceğim yanına ve bu sefer hiç gitmeyeceğim.”
“Benim sana çok ihtiyacım var.” Beni iyice göğsüne bastırdı. Saçlarımdan üst üste öptü. Bir cevap vermedi ama çok şey söylemek istedi. Bir sorun olduğunu biliyordum. Sadece söylesin istiyordum.
Biz kendi sorunumuzu kimseye söylemezken o niye bize söylesin Loya?
“Şimdi uyu.” dedi sessizce. “Yarına daha iyi hissedeceksin.”
Sen yoksan ben iyi olmamam, demek istedim. Ancak onun yerine sadece gözlerimi kapadım. Rüyama annemle babamın gelmesini dileyerek uykuyu daldım. Sevdiğim adamın kollarında, kulaklarımda annemle babamın tekrar tekrar yankılanan sesi varken derince nefeslendim. Karanlığa teslim oldum.




Yapmaaa yaaa