top of page

7. Bölüm: Keşkeler Geri Gelmez

“Söylesene sevgilim

Ne oldu bize

Aşk kokan cümlelere”


“Nefret ettim şu hocadan ya!” Pars’ın söylenmeleri yine başlamıştı ancak bu sefer gerçekten haksızlığa uğramıştı. Asil’den ve benden defalarca yardım alarak şarkı sözü yazmış, inanılmaz bir kick serisi ekleyerek kulağa fazlasıyla hitab eden bir şarkı yapmıştı. Yine de Bahar Hoca tarafından pek beğenilmemişti. Düşük puan alacak gibi duruyordu. “Tamam oğlum.” dedi bu sefer Uzay, bir kolunu Pars’ın omuzuna doladığı sırada. “Bir sonrakinde yükseltirsin.”


“Ya…” Pars yakınarak kollarını masaya dayadı. “Zaten ortalamam yerlerde sürünüyor. Özgür ağabey ağzıma sıçacak.” Uzay bunun üzerine pek de bir şey diyememişti çünkü Pars’ın söylediği durum çok olasıydı. Özgür ağabey Dynamite grubunun menajeriydi. Çok babacan bir adamdı, on altı yaşlarından beri bu grupla beraberdi ve hepsine kol kanat gerdiği bir gerçekti. Sevgisini belli eden bir yapısı olmasına rağmen konu okul notları olunca adeta bir baba figürüne dönüp bizimkileri zorluyordu.


“Merak etme,” dedim araya girerek. Pars’ın ciddi bakışları bu sefer beni bulduğunda hafifçe gülümseyip dudaklarımı araladım. “Şarkın bence gayet iyiydi, Özgür Ağabey’e de dinletiriz, bence o da beğenecek ve yaşanan adaletsizliği de görecektir.” Söylediklerim Pars’ı bir nebze bile olsa rahatlatmış gibiydi ancak hâlâ daha yüzündeki gerginlik elle tutulur cinstendi. Hafifçe başını sallayıp yeniden arkasına yaslandı. Bahar Hoca’nın gergin geçen bol tartışmalı dersinin ardından dersten çıkmış, soluğu kantinde almıştık. Her zamanki yuvarlak masamıza oturup etrafına dizilmiştik. Benim sağ tarafımda Asil, sol tarafımda ise Deniz vardı. Gerilim hattının ortasında kalmış olsam da şu anlık rahat hissediyordum kendimi. Deniz’in yanında Pars, onun yanında Uzay, benim karşımda Akyel ve Asil’le Akyel’in arasında da Aksel oturuyordu.


“Şu adamdaki rahatlıktan istiyorum.” dedi Pars işaret parmağıyla Akyel’i işaret ederken. Akyel’in ifadesiz bakışları ağır ağır ona döndü. “Derse girmedi bile. Bahar Hoca sıfırı basmıştır kesin.” Akyel omuzlarını silkti umursamazcasına. Pars’ın da dediği gibi derse gelmemişti. Sabahki bulduğum şarkıyı onun ağzından sadece bir kere, o darmadağın olduğu gün dinlemiştim. Şarkıdaki acı barizdi. Belki de herkesin ortasında çırılçıplak hissedecek olma hissi onu korkutmuştu. Onu anlardım ancak gözlerindeki boş ifade işin içinde başka bir durum olduğunu kanıtlar nitelikteydi.


“Üstüne gitme.” diyerek araya girdi Aksel. Sabahtan beri sesi soluğu çıkmayan arkadaşıma yandan bir bakış atmakla yetindim. O da Akyel de fazlasıyla durgundu bugün. İkiz hisleri miydi? Sanmıyordum. Yeniden bir şey olmuş olmalıydı. Akyel’in annesiyle ettiği kavga Aksel’i etkilemiş olsa da bu kadar büyümemişti. Şimdi başka bir durum var gibiydi.


“Siz iyi misiniz?” Asil’in yumuşak sesi ve narin bakışları ikizlerin üzerindeydi. Başını hafifçe sağ omuzuna doğru eğmiş, anlayışla onları izliyordu. “Bir sorun mu var?” Şefkatle sorduğu soru Aksel’in yutkunmasına neden oldu. Dudakları hafifçe aralandığı sırada dikkatim tamamen ondaydı ama telefonumun titremesi odağımı ondan çekmeme neden oldu. Masadaki telefonumun aydınlanmasıyla birlikte almak için uzandım. Ekran ardı ardına gelen mesajlarla aydınlanırken gördüğüm isim gerçekliğe dönmeme bir işaret mahiyetindeydi sanki.


Doktor Berkan Yalın: Loya merhaba.


Doktor Berkan Yalın: Uzun zamandır kontrollere gelmiyorsun.


Doktor Berkan Yalın: Ama bugün itiraz istemiyorum.


Doktor Berkan Yalın: Yarım saate hastanede, odamda seni bekliyor olacağım.


Doktor Berkan Yalın: Durumunu ciddiye almalısın Loya.


Doktor Berkan Yalın: Bazı şeylere geç kalmış bile olabiliriz.


Doktor Berkan Yalın: Biraz kendi sağlığını düşünmen gerekiyor.


Doktor Berkan Yalın: Söz vermiştin.


Görüldü.

Loya Saklıhan yazıyor…


Loya Saklıhan: Tamam, yola çıkıyorum.


Loya Saklıhan: Yarım saate orada olurum.


Loya Saklıhan: Görüşmek üzere.


Görüldü.


“Aile meselelerimiz… biraz karıştı denebilir.” diye mırıldandı Aksel. Bakışlarım ona döndüğünde dudaklarına buruk bir tebessümün yerleşmiş olduğu çarptı gözüme. “Merak etmeyin, halledilemeyecek bir mesele değil.”


“Kusura bakmayın,” diyerek araya girdim aceleyle. Hızla ayağa kalktığımda bütün bakışların yeni rotası şimdi ben olmuştum. “Benim bir işim çıktı, gitmem gerekiyor.” Mavilerim Aksel’in ciddi bir ifadeyle bana bakan yeşillerini buldu. “Bu konuyu sineye çektik sanmayın. Daha detaylı konuşacağız.” Aksel’e bakarak söylemiş olsam da aslında Akyel’e de yönelik söylediğim bir şeydi. Ona bakamamıştım. Şu an acil bir şekilde doktorumun yanına gitmem gerekiyordu ve eğer onun gözlerine bakarsam kalbimde hissettiğim endişeyi fark etmesinden korkmuştum.


“Gelmemi ister misin?” diye sordu Asil endişeyle. Benim aksime o endişesini gizleyememiş, sesinin titremesinden kendini belli etmişti.


“Senin dersin var.” Onu rahatlatmak adına sakin bir tebessüm yerleştirdim dudaklarıma. “Halledip geleceğim.”


“Neyi?” Bu seferki soru dudaklarını aralamasını bile beklemediğim Akyel’den gelmişti. Yutkunarak kaçtığım yeşillerine çevirdim mavilerimi.


Alışveriş mi deseydim?


Bir anda mı çıkıverdi bu alışveriş fikri Loya?


Belki de acildir…


Saçmalıyorsun…


“Şey…”


“Şey!” diye sesini yükseltti Asil. Diğerlerinin dikkatini kendi üzerine çekmiş olsa da Akyel’in dikkatli bakışları benim üzerimdeydi. “Jale Hanım aramıştı sabah onu. Albüm için kayıt alıyor sürekli biliyorsunuz.”


“Sen bunun için neden endişelendin?” Deniz’in şüpheli tınısı Asil’in sertçe yutkunmasına sebep olduğunda Akyel’den bakışlarımı kaçırıp tedirgin bir tebessüm ettim.


“Sabah bir şeyler yiyecek vaktim olmadı da Asil herhalde yolda düşüp bayılmayayım diye endişelendi.” Dişlerimi sıkarak Asil’e doğru döndürdüm bakışlarımı. “Değil mi canım arkadaşım?” Asil anında yükselip “Aynen!” dedi hem kendini hem de karşısındakini umutsuzca ikna etmeye çalışarak. “Aynen o yüzden.”


“Siz ikiniz ne karıştırıyorsunuz?” diye sordu Pars gözlerini kısarak. Kahverengi gözleri kıstığından dolayı neredeyse gözükmezken şirince gülümsedik ikimiz de.


“Hiçbir şey!”


“Hiçbir şey!” Asil’le aynı anda kurduğumuz cümleden sonra alnıma vurmak istedim. Daha ne kadar belli edecektik? Hastaneye bir beraber gitmediğimiz kalmıştı. Umutsuz bakışlarım Asil’e döndüğünde onun da benden bir farkı yoktu. Biz gerçekten salaktık. Hızlıca kol saatime bir bakış attım. Yirmi dakikam kalmıştı.


“Gitmeliyim millet!” dedim çantamı ve gitarımı aldığım sırada. “Biraz da beni özleyin. Ne bu her gün her gün görüşüyoruz.” Asil’in yanağını sıkıca öptüm teşekkür mahiyetinde. O da bana kocaman gülümsediğinde Aksel’in keyifli sesi doldurdu kulaklarımı.


“Önce kıvranmaktan bir hal ol, şimdi de kaç.” dedi başını hafifçe sallarken. “Kaç bakalım Loya hanım, çıkar kokusu yakında.” Hafifçe gülümseyip susmayı tercih ettim. Sol elimi kaldırıp parmaklarımı oynattım, ardından hızlıca çıkışa doğru ilerledim. Umarım Aksel’in dediği gibi kokusu çıkmazdı. Umarım, kalbim daha da zarar görmemişti ancak her ne kadar bunun olmasını istemesem de hasta kalbim bana sıkıntı çıkaracak gibiydi. Ona iyi bakamamıştım, ilgilenmemiştim. Stres, sıkıntı, üzüntü… Negatif her ne varsa yaşatmış, ani gelen panik atak krizlerimle daha da yormuştum. Berkan haklıydı. Sağlığıma dikkat etmem gerekiyordu ancak ben kalbimi görmezden gelmiştim. Belki de Akyel’den daha çok zarar vermiştim ben ona.


Arabama ulaşıp çantalarımı koltuğa yerleştirmiştim. Otoparktan da beş dakika içinde ayrılıp hastaneye doğru yol almıştım. Şarkı bile açmak gelmemişti içimden. Huzursuzdum. Duyacağım şeylerin korkusundan dolayı da böyle hissediyor olabilirdim. Keşke demek için çok geç kalmıştım belki de. Keşkeler geri gelmezdi. Benim keşkelerim de en derin pişmanlıklarımdan biri olacak gibiydi. Yaklaşık yirmi dakika düşüncelerimle boğuşarak yolda ilerlemiştim. Zihnimin gürültüsü o kadar yüksekti ki, arabanın içindeki sessizlik rahatsız etmemişti. Korkularım, endişelerim, gelecek kaygılarım, acılarım, pişmanlıklarım… Hepsi kalbimi ve zihnimi sarmış gibiydi. Keşke demekten korkuyordum oysa keşkelerim öyle çoktu ki kalbimi aşmışlardı.


Hastanenin binasını gördüğümde misafir otoparkına doğru sürdüm arabamı. İlk bulduğum boş yere park edip kontağı kapattım. Ellerim direksiyonda asılı kaldı. Titrek bir nefes kaçtı dudaklarımın arasından. Korkuyordum. Çok korkuyordum hem de. Bunu görmezden gelip yaşamak daha kolaydı ama şimdi… o kapıdan içeri girdiğim an yaşadığım her şey gerçek olacaktı. Birkaç saniye izin verdim kendime. Ardından yolcu koltuğuna bıraktığım çantamı alıp arabadan indim. Kapıyı yanlışlıkla sert kapatıp kilitledim. Ayağımdaki topuklu Converse ayakkabılarımın üzerinde yürürken normalde çok rahattım ama şimdi bacaklarıma kadar titriyordum. Hava fazlasıyla sıcak olduğundan giydiğim siyah kloş eteğim ve üzerimdeki siyah, belime kadar bedenimi kaplayan büstiyerimle hava sanki eksi beş dereceymişçesine üşüyordum.


Bir şey çıkmayacak, bir şey çıkmayacak, bir şey çıkmayacak…


İçimden belki on, belki de yirmi kere tekrar ettim bir şey çıkmamasına dair biriktirdiğim arzularımı.


Geç kalmış olabiliriz, Loya. Biz kendimize bile geç kalmış olabiliriz.


Omuzlarımı dikleştirdim. Siyah deri çantamı omuzuma takıp titreyen bacaklarıma aldanmadan bir adım attım hastaneye doğru. Adımlarım birbirini takip etti. Durmadım. Dursaydım, ilerleyemezdim, geri dönerdim. Koşarak kaçardım buradan, bu hastaneden. Ya da sadece gerçeklerden. Birkaç saniye içinde hastanenin kapısına vardım. Bu dakikadan itibaren adımlarım ağırlaştı. Ayağımdaki topuklar daha ağır geldi sanki. Normalde onlarla koşabilecekken, zor yürüyordum şimdi. Ezbere bildiğim koridorlardan geçerek asansöre ulaştım. Kapılar açıldı, tek başıma içeri girip üçüncü katın, kardiyoloji katının düğmesine bastım. Saniyeler sürmesi gereken asansör yolculuğu bana bitmek bilmeyen dakikaların içinde sıkışmışım gibi hissettirmişti. Sonunda üçüncü kata vardığımda metal kapılar aralandı. Titreyen adımlarımdan birini dışarıya attım. Tam karşımda bulunan resepsiyona doğru ilerledim.


“Merhaba,” diye mırıldandım sessizce. Resepsiyondaki genç kız gülümseyerek bana baktı.


“Merhaba, Loya Hanım.” dedi gülümsemesini yüzünden eksik etmeyerek. “Kontrole mi geldiniz? Ben Berkan Hoca’ya haber vereyim hemen.”


“Zahmet etmeyin.” dedim bir elimi kaldırıp onu engellemek isterken. “Geleceğimi biliyor, ben direkt yanına geçerim.” Başını hafifçe öne eğerek beni onayladı. Hafif bir tebessüm eşliğinde ayrıldım yanından. Ayaklarım geri geri gidiyordu ancak izin vermedim. Durmadan, yere oldukça sağlam basmaya çalışarak Berkan Yalın yazan odanın önüne kadar gelip kapıyı tıklattım. Berkan’nın “Gel!” komutuyla birlikte kapıyı hafifçe araladım, bedenim içeri süzüldü. Gözlüklerini takıp önündeki belgelerle ilgilenen arkadaşım başını kaldırdı. Gözlüklerinin üzerinden benim geldiğimi görüp kaşlarını çattı. “Aranan Loya Saklıhan bulundu demek.” dedi sitemle.

“Sana da merhaba Berkan.” dedim gözlerimi devirerek. Masasının önüne doğru ilerleyip oturacağım sırada beni durdurdu.


“Hiç oturma hanımefendi,” dedi başıyla arkadaki muayene alanını işaret ederek. “Direkt sedyeye.” Dudaklarımı büzüp çantamı koltuğa bıraktım. Ayaklarımı sürüye sürüye ilerledim gösterdiği alana doğru. Beyaz, şeffafımsı bir örtüyle kaplanmış sedyeye oturdum. Ardından sırtımı yaslayarak ayağımı uzattım. Berkan da beni bekletmeden hızlıca yanıma gelip önümde yerini aldı. Giydiği doktor önlüğü ve taktığı gözlükleri beni gülümsetti. Berkan bir zamanlar yazlıktan arkadaşımdı. Benden birkaç yaş büyüktü ancak bu arkadaşlığımız için hiçbir zaman engel olmamıştı. Birbirimizi her zaman koruyup kollamıştık. Şimdi ise rollerimiz iki arkadaştan çok hasta ve doktor olarak değişmişti. Derince iç çektim. Keşke bu hastalık gelip beni bulmasaydı.


“Sana çok kızgınım.” dedi Berkan yanımdaki siyah tabureye otururken. Kaşları çatıktı ve dediği gibi ela gözleri sinirle benim üzerimde geziniyordu. “Durumunun ciddiyetini bilmene rağmen asla kendine dikkat etmediğin için sana çok öfkeliyim.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Haklıydı, diyebileceğim hiçbir şey yoktu ancak yine de dudaklarım aralandı.


“Haklısın.” dedim mahçupça. O ise ifadesinden ödün vermeyerek “Evet,” dedi stetoskopunu kulağına taktığı sırada. “Haklıyım. Şimdi doğrul.” Doğrulup sırtımı ona doğru döndüm. Büstiyerimi hafifçe sıyırdım. Kürek kemiklerimin olduğu alana doğru stetoskopun soğukluğunu hissettim. Derin bir nefes aldım. Berkan birkaç saniye o alanlarda dolaştırdı stetoskobunu. Ardından göğsüme doğru getirdi. Kaşları çatıktı, dinlediği her saniye yüzü daha da geriliyor gibiydi.


“Ekokardiyografiye yollayacağım seni şimdi.” Taburede yavaşça geri çekip stetoskobunu çıkarttı, boynuna astı yeniden. “Sonuçlar hemen çıkacaktır. Sonrasında yeniden odama gel, sonuçları konuşmamız lazım.” Ciddi tınısıyla birlikte sertçe yutkundum.


“Berkan,” diye mırıldandım yavaşça. “Çok mu kötü?” Omuzları çöktü. Ela gözleri direkt mavilerimdeydi. Gözlerini kaçırmadı.


“İyi şeyler duymadım.” dedi sadece, ardından ekledi: “Sonuçlardan sonra daha detaylı konuşacağız.” Başımı salladım bir şey demeden. O ise muayene alanından çıkıp masasına doğru yöneldi. Ben de üzerimi düzeltip ürkek adımlarla yanına doğru ilerledim.


“Sevim, Loya’yı sana yönlendireceğim. Transtorasik EKO çekilecek. Sonuçları da hemen gönderin lütfen, sonrasında Loya’yla yeniden konuşacağım.” Aldığı yanıtla birlikte telefonu kapadı. Bakışları yeniden beni bulduğunda derince iç çekti.


“Biliyorum ayrısınız, en sonki durumunuz ne bilmiyorum ama… Yanında birinin olması iyi olur Loya. Akyel’i arayabilirsin, hatta aramalısın.” Başımı şiddetle iki yana salladım.


“O bunu öğrenmeyecek.” dedim sertçe. Berkan’ın bakışlarına bir şaşkınlık yerleşti.


“Bunca zamandır bilmiyor mu Loya?” diye sordu, sesindeki dehşet ifadesi elle tutulabilecek kadar gerçekti. “Nasıl söylemezsin?” Elini sertçe saçlarının arasından geçirdi. “Kimseye söylemedin mi?”


“Sadece,” Mırıldanmamla birlikte gergin omuzları daha da çöktü sanki. “Sadece Asil biliyor.”


“Loya…”


“Duymak istemiyorum Berkan.” Dolan gözlerimi beyaz floresan ışıklarla bezenmiş tavana doğru çevirdim. Işıkların parlaklığı görüşümü kararttı. “Akyel öğrenmeyecek. Bilmiyordu zaten, bunca zaman hiç bilmedi.”


“Loya biz bazı şeylere geç kalmış olabiliriz.” dedi aniden. Sesindeki ciddiyet tüylerimi ürpertti. “Çok vakit kaybettik. Akyel’ söylemeyerek belki onunla olan vaktinden bile kaybetmiş olabilirsin. Arkadaşların, ailen… Kimseye mi söylemedin Loya? Hiçkimseye mi?” Berkan’nın gittikçe kırılan sesi üzerine derince yutkundum. Asil dışında kimsenin haberi yoktu. Bu hastalığı yıllar önce öğrenmiştim. Ne Akyel’e ne de Aksel’e söylemiştim. Uzay, Pars, Deniz… Kimse bilmiyordu, hiçkimse. Günün birinde odamda, evimde, yatağımda son nefesimi versem kimsenin haberi olmayacaktı. Yalnız başıma olacaktım, yalnızlığımla vedalaşacaktım.


“Yanında biri olmalı.” dedi Berkan yeniden dudaklarını aralayarak. “Yanında her an, her saniye birileri olmalı. Kalbin Loya. Bir gün atmayı bırakırsa nasıl kurtaracağız biz seni? Etrafında kimse olmazsa nereden bileceğiz? Kalbin sıkıştığında, acıdan çığlık bile atamadığında kim duyacak sesini? Yapma bunu, Loya. Biraz bencil ol, biraz yardım al. Birilerine söyle, konuş, anlat.” Başımı iki yana salladım yeniden. Anlatamazdım, anlatmak istemiyordum. “Loya, yalvarırım-”


“Ben testi yaptırmaya gidiyorum Berkan.” Sözlerini sert tınıdaki sesim böldü. “Bu konuyu açma bir daha.” Bir şey demesine müsaade etmeden kapıya doğru yöneldim. Titreyen ellerimle kapıyı açtığımda mavilerim beni bekleyen Sevim’i buldu. Ona hafifçe gülümsediğim de o da bana tebessüm edip ilerledi. Ben de onun arkasından test yaptırmak için takip ettim.


★★★


Test yaklaşık yirmi dakika sürmüştü. Detaylıca bakılmış, notlar alınmıştı. Sonrasında ise Sevim tüm sonuçları Berkan’a gönderdiğini söylemiş ve yine beni onun odasının önüne bırakıp yanımdan ayrılmıştı. Derin bir nefes alıp kapıyı tıklattım. Ardından gelen cevapla birlikte kapıyı aralayıp içeri girdim.


“Gel Loya.” dedi Berkan eliyle çantamın bulunduğu koltuğu işaret ederek. Küçük adımlarla birlikte koltuğa ilerleyip çantamı hafifçe kenara çekerek koltuğun ucuna doğru oturdum. Hissettiğim gerginlikle ellerim kucağımda kavuştu. Sertçe ovuşturdum tenimi. Mavilerim tedirgince Berkan’ın üzerinde gezindi. Dudakları bir aralanıp bir kapanıyordu, ardından daha dikkatli bakıyordu bilgisayar ekranına. Kullandığı bilgisayar faresinin tık tık sesleri yankılanıyordu odada sadece. O nefesini tutmuş sonuçları incelerken ben de aynı şekilde dudaklarından dökülecek olan sözleri bekliyordum. Sessiz geçen birkaç dakikanın ardından sabırsızca aralandı dudaklarım.


“Nasıl?” diye sordum sonuçları kastederek. Sorumla birlikte sertçe yutkunup dudaklarını diliyle nemlendirdi. Gözüne taktığı siyah çerçeveli gözlüklerini çıkartıp masanın üzerine bıraktı. Dirsekleri masaya yaslandı, ellerini ovuşturdu.


“Tümör çok büyümüş.” dedi bir çırpıda. Uzatmadı, duraksamadı, ikilemedi. “Bu saatten sonra tek seçeneğimiz ameliyat. Ama bu da çok riskli bir çözüm. Tümörün hepsini alamayabiliriz. Bir kısmını temizleyebiliriz belki.” Yıllardır savaştığım bir durumdu bu. Tümörüm vardı, kalp tümörü. Kalbimi yiyip bitiren, atmasına müsaade etmeyen, canımı içten içe yakan bir canavar taşıyordum içimde. Bana en büyük zararı veren şeyi kalbimde ağırlıyordum.


“Bak Loya,” dedi yumuşak bir tınıda. “Kalbin çok zayıf, geçirdiğin atakların şiddeti gittikçe büyüyor. Zaman geçtikçe hayati risk daha da artıyor. Lütfen, inat etme. Ameliyatı olman lazım. Lütfen…” Yutkundum. Kalbimdeki ağırlık daha da arttı sanki, boğazımdaki yumrunun yeri artık daha sağlamdı. Ne kadar yutkunursam yutkunayım gitmedi.


“Bana biraz,” diye mırıldandım fısıldar gibi. “Biraz daha süre tanısan?”


“Ne kadar? Daha ne kadar kaçacaksın bu hastalıktan Loya?” Sesi hafifçe yükseldi. “Sen hastasın, kalbin hasta. İyileşebilecekken neden istemiyorsun? Neden reddediyorsun her seferinde? Yatağında ölü bulunduğunda mı mutlu olacaksın? Yalnız, kimse yanında olmadan kriz geçirdiğinde mi rahat bir nefes alacaksın? Ne olsun istiyorsun Loya?” Filtresiz kurduğu cümleler kalbime birer darbe olarak indi. Nefesimi kesti.


“Berkan yeter!” Haklıydı ve haklı olması daha da çok öfkelendiriyordu beni. “Tamam anladım ama yeter! Beni de biraz anlamaya çalış ya. Biraz olsun kendini benim yerime koy!” Gözlerim yavaş yavaş doldu. Gözpınarlarımın taşıyamayacağı kadar ağırlık yaptı gözyaşlarım. “Ben nasıl söyleyeyim?” Tuzlu su yanağımdan aktı, süzüldü, kalbime damladı. Olduğu yeri ise cayır cayır yaktı. “Akyel’e nasıl söyleyeyim? İkimiz de saçma sapan bir durumun içinde savrulup dururken gidip nasıl ben ölüyorum diyeyim?” İçimde biriken öfke kalbimden sızdı yavaşça. Haykırmak istedim, bağırmak, her yeri dağıtmak istedim. “Ben bile inanamıyorken bunu ona, arkadaşlarıma nasıl söyleyeyim Berkan? Sen söyleyebilir miydin?”


“Loya…” dedi sandalyesinden kalkıp yanıma geldiği sırada. Koltuğun yanında dizleri üzerine çöktü. “Güzelim… Biliyorum zor, çok zor. Ama yalnız olmamalısın. Bu saatten sonra bu artık çok büyük bir risk. Her şey için geç olmadan bir adım at istiyorum, yalnız kalma. Ameliyatını ol, dinlen… Böyle durumlarda yanında bir moral desteği olması çok önemli.”


“Şimdi söyleyemem.” dedim yeniden. Bakışlarım elime düştü. “Onun başında da büyük bir dert var Berkan. O da söyleyemiyor bir türlü. Aramızdakileri çözmeden ona durumumu anlatamam.” Berkan derin bir nefes aldı yeniden.


“Loya senin durumun daha kritik.” Sesindeki tını adeta yalvarır türdendi. “Lütfen, kendine bunu yapma.” Onun da gözleri dolu doluydu, biraz daha konuşsa ağlayacak gibiydi. Başımı salladım yeniden. Daha fazla ısrar etmedi. Çöktüğü yerden kalktı. Bana da elini uzatıp kaldırdı oturduğum yerden. “İlaçlarını aksatma.” dedi çatallı sesiyle. “Bari bunu yap.”


“Teşekkür ederim.” dedim dudaklarıma yerleşen buruk tebessüm eşliğinde. “İyi ki varsın.” Gözlerinden okunan hüzne rağmen o da bana gülümsedi. Kolları aralandı. Yanında küçük kaldığım bedeninine sarıldım. Kolları omuzlarıma dolandı.


“Sen de iyi ki varsın.” dedi sessizce. “Hep ol.” Birkaç saniye sarılıp ayrıldım ondan. O da kollarını çözüp birkaç adım geriledi. Derin bir nefes alıp bakışlarımı tavana döndürerek kuruladım yüzümü. Ardından koltuğa bıraktığım çantamı aldım elime. Omuzuma yerleştirip yeniden Berkan’a baktım.


“Dediklerini yazdım bir kenara.” dedim gülümseyerek. O da başını iki yana sallayarak bakışlarını yere çevirdi.


“Zaten ancak kenara yaz.” dedi sitemle karışık şakacı bir tınıda. Gözlerimi devirip kapıya doğru ilerledim. Berkan’a son kez görüşürüz dedikten sonra kapıyı araladım. Adım atacağım sırada ise karşımda gördüğüm bedenle hareketlerim bıçak gibi kesildi. O an tüm kanım çekildi sanki. Ellerim buz kesti, adımlarım olduğu yerde kalakaldı. Bir eli kapıyı çalmak üzere havalanmış, yumruk şeklini almıştı. Bakışları benim üzerimdeydi. Yeşilleri şüpheli bir şekilde bana bakıyordu. Beni burada bulacağını biliyormuş gibiydi ifadesi. Sertçe yutkundum. Dudaklarımdan ise tek bir isim döküldü. Kalbime hem zarar veren hem de atmasını sağlayan o adam.


Akyel?


















2 Yorum


Ayyy çok güzel bir bölümdü

Beğen
Şu kişiye cevap veriliyor:

ayy çok teşekkür ederim🥺💜

Beğen
ChatGPT Image Aug 17, 2025 at 07_42_19 PM_edited.png
Bu siteye yüklenen şarkıların ve kitapların tüm hakları bana aittir.
bottom of page