top of page

5. Bölüm: Turuncu Çiçekler

“Kimse anlamazsa

Sen anlarsın beni”



Yıl: 2012, Temmuz


Yer: Ayvalık, Balıkesir


Olay: Loya’nın kahramanı


Yazar


Kavurucu sıcakların Türkiye’yi sardığı bir yaz daha yaşanıyordu Ayvalık’ta. Okullar çoktan tatil olmuş, yazlık sezonu açılmıştı. Saklıhan ailesi de her yaz tatilinde vaktini yazlıklarında geçirirdi. İki katlı, bahçeli bir evleri vardı. Neredeyse deniz kenarındaydı. Yan yana dizilmiş evler barındıran bir sitede yaşıyorlardı. Tüm evlerin cephesi beyazdı, her evin kendine ait, rengârenk çiçeklerle süslenmiş bir bahçesi oluyordu.


“Aksel! Bak çiçeklerime!” Dalgalı, uzun, kızıl saçlarıyla adeta bir peri kızı olan küçük Loya, en yakın arkadaşına seslendi kendi bahçesinden. Annesiyle babası onun için bahçenin bir köşesini ayırmıştı. Kendi çiçeklerini kendisi dikmek isteyen Loya bu konuda oldukça hevesliydi. İri mavi gözleri yan evin bahçesindeydi. Birbirleriyle sohbet etmeyi bırakan çocukların bakışları Loya’ya dönmüştü. En yakın arkadaşı Aksel ve ikizi Akyel… İkisi de ona doğru bakıyordu. “Gelin bakın!” Akyel kendini kötü hissetmesin diye onu da çağırmıştı Loya. Utangaç bakışları arada bir Akyel’e kaysa da genel olarak mavileri Aksel’deydi. Tek yumurta ikizleri olan Kıranlar, Saklıhan bahçesine doğru ilerlediler. Akyel bir adım arkada ilerliyordu. Genelde sessiz ve ağırbaşlı bir çocuk olarak bilinirdi Akyel. Belki de böyle olmasının babasıyla yaşaması neden olmuştu.


Kıran ailesi köklü bir aileydi. Salih Kıran ve Lalin Kıran şatafatlı bir düğünle dünya evine girmişlerdi. Evliliklerinden birkaç sene sonra ise Lalin Kıran hamile olduğunu açıklamıştı: Akyel ve Aksel. Tek yumurta ikizleri… Sarışın, dalgalı saçlara sahip, yeşil gözleri ışıl ışıl bakan iki güzel bebek. Herkesin imrenerek takip ettiği Kıran ailesi, ikizler neredeyse beş yaşına geldiklerinde çatırdamaya başlamıştı. Salih Kıran hakkında çıkan aldatma haberleri medyada büyük tepki çekmişti. Lalin Kıran sesini bile çıkarmazken bir gece Salih Kıran’ın başka bir kadınla fotoğraflanmasının ardından kaçınılmaz son gelmişti. Lalin Kıran boşanma davası açmıştı. Fazlasıyla hırçın geçen bir boşanmanın ardından velayet davası başlamış ve bir çocuğun annede, diğer çocuğun da babada kalması uygun görülmüştü. Lalin Kıran her ne kadar Akyel’i bırakmak istemese de Akyel günün sonunda vazgeçilen çocuk olarak medyaya yansıtılmıştı. İki çocuk birbirinden ayrı yaşasa da ailelerinin tek dikkat ettiği durum; birbirlerinden uzak olmamalarıydı. Buna fazlasıyla önem vermişlerdi. Bu yüzden Aksel’le Akyel aralarından su sızmayan iki kardeş olmuşlardı. Her ne kadar araları açılmasa da karakterleri farklı yönlerde evrilmişti. Aksel daha cıvıl cıvıl, daha girişkenken Akyel daha soğuk kalıyordu. Sessiz ve sakin bir yapısı vardı.


“Aa kendini dikmişsin!” dedi Aksel Loya’nın yanına dizleri üstüne çökerken. Loya’nın kaşları çatıldı.


“Hayır, ben sarı severim.” dedi huysuzca. Aksel ise onu reddederek başını iki yana salladı.


“Hayır, portakal. Bak sen turuncusun.” Turuncu çiçeği işaret ederek kurduğu cümleden sonra muziplikle Loya’nın yanaklarına uzandı. Kızın yanaklarını iki parmağı arasında sıkıştırırken bir yandan da onun sinir olmasıyla dalga geçmeyi de ihmal etmiyordu.


“Ya bıraksana!” Loya Aksel’in ellerinden kurtulmaya çalışsa da nafileydi. Aksel, küçük kızın yanaklarını tutmuş bırakmıyordu sanki.


“Aksel, yeter.” dedi onların birkaç adım gerisinde, ayakta, kardeşini bekleyen küçük adam. Aksel’in ve Loya’nın şaşkın bakışları ona dönse de Akyel ikisini de umursamadan yeşil gözlerini doğrudan Aksel’e çevirdi. “Canı acıyacak.” diye mırıldandı kısık bir sesle. “Onun bir çiçek olduğunu söylüyorsan nazik olmalısın.” Akyel’den böyledir çıkış beklemeyen Aksel anında Loya’nın yanaklarından elini çekerken Loya kızaran yanaklarını ovuşturdu. Küçük kalbi hızlanan Loya, hem utanmanın getirdiği kırmızılık hem de Aksel’in biraz önce yanaklarını sıkan elleri yüzünden iyice pembeleşmişti. Akyel Loya’ya ufak bir tebessüm edip ağır ağır arkasını döndü. Yeniden kendi bahçelerine geçerken Aksel kendi kendine mırıldandı ardından.


“Az önce ne oldu öyle?” Küçük çocuğun şaşkın çıkan sesine karşılık Loya gülümsedi.


“Artık yeni bir kahramanım var galiba.” Aksel kardeşinin az önceki hareketi karşısında yaşadığı şaşkınlığı hâlâ sürdürürken Loya’nın kalbi de biraz önceki Akyel’in çıkışından dolayı hızla çarpıyordu. Loya haklıydı. Artık küçük kızın yeni bir kahramanı vardı.


★★★


Evimde olmak başka bir huzur veriyordu bana. Kendime ait bir alanım olması küçüklüğümden beri hayalim olan bir şeydi. Yalnızlığımı seviyordum. Kimseyi aramıyor, kendi kendime, sadece kendi benliğime kulak veriyordum. Bu da bana en büyük terapi oluyordu. Akyel’le yaşadığımız o hararetli konuşmadan sonra onu bir daha görmemiştim. Günlerdir okula gitmiyordum. Evde, kendi hâlimde vakit geçiriyor, şarkılarım üzerinde çalışıyordum. Bir şarkım ise neredeyse bitmişti. Tüm gün evde kendi hâlimde takılmayı düşünsem de biraz önce Aksel aramış, yanındaki Uzay ve Pars’la benim evime doğru geldiklerini söylemişti. Emrivakileri severdi. Ben de onun bu hâline alıştığımdan rahatsız olmuyordum.


Aksel Kıran: Bir şey lazım mı?


Loya Saklıhan: Biraz sabır, biraz huzur…


Akyel Kıran: Biraz çikolata biraz da dondurma diye anlıyorum…


Loya Saklıhan: Bir tanesin!


Akyel Kıran: Biliyorum ;)


Ağır adımlarla mutfağa doğru ilerledim. Üst dolabımdan dört tane kupa çıkarıp tezgahın üzerine koydum. Filtre kahveyi demlemeye bırakıp kalçamı tezgaha yasladım. Derince iç çektim kendi kendime. Evdeki varlığını özlemiştim Akyel’in. Sadece varlığı bile yeterliydi bana. Birlikte kahve yaptığımız, sabahlayarak şarkı söylediğimiz, kanepede uyuyakaldığımız geceler… Hepsinin yeri bende apayrıydı. Omuzlarımı silktim kendi kendime. Ben ne kadar özlesem de o benden kaçtıkça sadece kendi kalbimi acıtacaktım. Artık ağlamak, parçalanmak istemiyordum. Ben sadece nefes almak istiyordum. Kapının çalmasıyla birlikte düşüncelerimden sıyrıldım. Aksellerin geldiğini bildiğimden acele etmeden kapıya doğru ilerledim. Siyah kapıyı aralayıp geri çekildiğimde görüş açıma elinde poşetle bekleyen Aksel, onun sağ ve sol arka çaprazında bekleyen Pars ve Uzay girmişti.


“Hoş geldiniz.” diye mırıldandım onlara yol verdiğim sırada.


“Kız pasaklı,” dedi Aksel içeri girdiği sırada üzerimi süzüp. “Biz geldik, hâlâ pijamalısın.” Hepsi içeri girdikten sonra kapıyı kapattım. Bu sırada ise gözlerimi devirmeme engel olamamıştım.


“Yabancı mısınız? Utanmasak boklu bezlerimizi gösterecektik birbirimize.” Aksel yüzünü buruşturup mutfağa adımladı.


“Hemen de bok muhabbetine çevir.” Hepimiz mutfağa doğru ilerledik. Ben kahve makinesine yönelirken Aksel de buz dolabını açmış, aldıklarını yerleştiriyordu. Her bir kupaya kahveleri döküp makineyi kapattım.


“Kahve yaptım size.” dedim kupaları tepsiye yerleştirirken. “Haydi salona.” Üçü de ördek yavrusu gibi peşime takıldığında gülümsedim. Şapşallardı ama gerçekten dostum oldukları da bir gerçekti. Salona girdiğimizde tepsiyi sehpaya bıraktım, ardından kendi kupamı alarak tekli koltuğa yerleştim. Bacaklarımı bir kolundan sarkıtıp rahat bir pozisyon yakaladım. Bu sırada ise Aksel ve Uzay ikili koltuğa geçmiş, Pars da benim gibi diğer tekli koltuğa oturmuştu. Kocaman bir salonum yoktu ancak yine de geniş olduğunu söyleyebilirdim. Mobilyalarımı renkli seçmiştim. Koltuklarımın teki maviyken diğeri yeşildi. Belki biraz turkuaza kaçıyordu. Odayı aydınlatan renkli lambalarım vardı. Huzur veriyordu renkli olması. Sıkıcı gelmiyordu.


“Ee beyler,” diye mırıldandım kupamı dudaklarıma yaslamadan hemen önce. “Nasılsınız bakalım?” Pars koltukta bacaklarını açıp otururken elleri kupayı tutuyordu.


“Biz iyiyiz,” dedi Pars bakışları benim üzerimde dolaşırken. “Asıl sen nasılsın?” Sesinde hissettiğim samimiyete karşılık gülümsedim sakince.


“İyiyim,” dedim içten bir şekilde. Hiçbirinin bana olan bakışı değişmezken derin bir nefes alıp yeniden araladım dudaklarımı. “Daha iyiyim en azından.”


“Akyel’le tartışmışsınız.” Aksel’in konuyu açmasıyla birlikte bakışlarımı kaçırsam da onu onayladım. Ardından “Tartışma denmez belki,” diye ekledim. “Hararetli bir konuşma.”


“Ne oldu peki?” diye soru Uzay yumuşak bir tınıda. Mavi gözleri içtenlikle parlıyordu. Hepsinin beni merak ettiğinin farkındaydım. Akyel konuşmuyor, kaçıyordu. Onun ruh hâlini merak etseler de öğrenemiyorlardı çünkü o kapalı bir kutuydu. O istediği sürece duygularını öğrenebilirdiniz.


“Hassas bir anında onu izledim.” Derin bir nefes almamla birlikte omuzlarım havalandı, ardından yeniden çöktü. “Kötüydü, ağlıyordu.” Aklıma gelen kızaran gözleri sertçe yutkunmaya itti beni. “Gidemedim. Onu orada bırakıp öylece yoluma bakamdım.” Ayaklarımı salladım yavaşça. “O da neye sinirlenip üzüldüyse gelip bana patladı.” Omuzlarımı silktim öylece. “Olay bundan ibaret.”


Aksel bakışlarını kaçırıp bakışlarını kupasına çevirdiğinde bir şeyler bildiğini anlamıştım. Sıkıntılı gözüktüğü bir gerçekti. Gerçekten bir şey olmuş olmalıydı. Dudaklarımı aralayıp ona sesleneceğim sırada Aksel’in söze girmesiyle dudaklarımı birbirine bastırdım.


“Annemle kavga ettiler.” dedi Aksel sıkıntılı bir tınıda. Canı sıkıldığı belliydi. Kaşlarım hafifçe çatıldı. Devam etmesini istercesine baktım yüzüne. “Akyel duygularını çok ifade edebilen biri değil, biliyorsunuz. Ama geçen gün bitik hâldeydi. Konuşmak istiyordu. Bizimle kalması için ikna ettim ben de.” Sertçe yutkundu. Zihninin içinde kaybolmuş gözüküyordu. Yaşadıkları tartışmadan etkilendiğini görebiliyordum. “‘Beni niye kurtarmadın anne?’ diye sordu tartıştıkları sırada. ‘Beni niye bıraktın? Beni sevmeye değer görmedin mi?’ Sesinin tınısı, titreyişi çıkmadı günlerdir aklımdan.” Derin bir nefes aldı. “Sanki yirmi üç yaşında değil de annemle babam ilk ayrıldığında bizim yanımızda, annemle kalmak isteyen ama babamla kalmak zorunda kalan o hırçın çocuk gibiydi.” Duyduklarım karşısında derince yutkundum. Akyel’in arası babasıyla iyi değildi. Babası, annesiyle ayrıldıktan sonra yeniden evlenmişti. Annesinden çok daha genç bir kadındı ve tam bir üvey anneydi.


“Konuştunuz mu?” diye sordum sessiz bir tınıda. “Yani… tartışmadan sonra.” Başını iki yana salladı.


“Ulaşmaya çalıştım, telefonları açmıyor. Babamı da aradım. Evde olmadığını söyledi. Günlerdir eve de uğramamış.” Kalbimde endişe kırıntıları peyda olurken Pars’ın dudakları aralandı.


“Bugün öğrendik.” diye mırıldandı. “Deniz’de kalıyormuş birkaç gündür.” O günkü paramparça hâli gözümün önüne geldiğinde kalbimde derin bir sızı hissettim.


“Nasılmış? Öğrenebildiniz mi?”


“Deniz pek iyi olmadığını söyledi.” dedi Uzay sakince. “Biraz yalnız bırakın, kafasını dinlesin, dedi.” Başımı iki yana salladım istemsizce.


“Yalnız kalınca daha çok yiyecek kendini.” diye mırıldandım kendi kendime. Salonda çıt çıkmadığından hepsi duymuştu. Ayaklarım harekete geçmek istiyordu. Kalbim koşa koşa Akyel’e gitmek istiyordu. Yapacak cesaretim var mıydı? O günden sonra yeniden beni tersler miydi?


“Loya,” Aksel’in mırıldanmasıyla birlikte bakışlarım onu buldu. Hüzünlü yeşillerinin ardından kardeşi içinden içten içe hissettiği endişeyi okudum gözlerinden. “Yanında olmak istediğini biliyorum.” dedi durgun bir tınıda. “Ama gittiğinde kalbini kırmasından korkuyorum. Kardeşime iyi geleceğini biliyorum ancak o sana iyi gelmezse… Seni nasıl koruruz, emin değilim.” Düşüncesine karşılık dudaklarımda buruk bir tebessüm yeşerdi. Aksel’in ikimiz arasında savrulduğunu görebiliyordum. Ona bir yanım minnettar olsa da bunu yapmasına gerek yoktu. Aramızda hırpalanan oydu, bunun olmasını istemiyordum. Bacaklarımı yavaşça koltuğun kolundan çekip oturuşumu düzelttim. Elimdeki bitmiş olan kahve kupasını sehpaya koydum. Ardından sırtımı tekrardan koltuğa yaslarken elimle dizlerimi ovuşturdum.


“Kırsın,” dedim Aksel’in tüm endişelerine karşılık. “Beni düşündüğünü biliyorum ama o kötüyken kayıtsız kalamam. Onunla konuşmadan uyuyamam ki ben bu gece.” Masumca kurduğum cümle yüzündeki burukluğu artırdı. “İyi olduğunu bilmeden uyuyamam.” Başını salladı yenilgiyle. Cevabımı başından beri biliyordu ancak yine de içinden geçenleri söylemeyi de ihmal etmemişti. Teşekkür edercesine gülümsedim. Oturduğum koltuktan kalkıp sehpada duran telefonumu cebime attım. Hızla dış kapıya doğru ilerlerken portmantoya ulaştım. Ceketimin içinden küçük kartlığımı da alıp gri eşofmanımın cebine koyduğumda anahtarlıktan hem evin hem de arabamın anahtarını aldım. Deniz’in eviyle aramda pek bir mesafe olmasa da hızlı olmak adına arabayla gitmeyi seçmiştim. Evdekiler daha önceden alışık olduklarından ben gelene kadar beni bekleyeceklerini biliyordum. Kalbim göğüs kafesimi dövercesine atarken, içimde onun görecek olmanın heyecanı vardı. Ona sarılmak, kırılan kalbini göğsümde saklamak istiyordum. Elinden tutmak, “Ben buradayım.” demek istiyordum. “Sen ne dersen de ben senden gitmeyeceğim.” diye haykırmak istiyordum yüzüne. Gurursuzluksa, gurursuzluktu. Ben aşkım için gurursuz olmaya da razıydım.


Evimin önünde park hâlinde olan arabamın kilidini açıp sürücü koltuğuna yerleştim. Aceleyle anahtarı kontağa yerleştirip adabayı hareket ettirdim. Yaklaşık beş dakikalık bir yolum vardı ancak yola çıktığım andan itibaren bu yol bana saatler gibi gelmişti. Müzik bile açmadan, sadece kalbimin gürültüsüne odaklanarak sürmüştüm Deniz’in evine doğru. Uzay ve Pars’la beraber yaşadıkları bir ev olduğundan iki katlı bir ev tercih etmişlerdi. Müzik odası ve sinema salonunu ortak kullanıyorlardı. Yukarıda dört oda, aşağıda ise üç oda vardı. Evin her tarafına yayılmış oldukları söylenebilirdi. Evin önündeki boş park alanına hızlıca park edip titreyen ellerimle arabadan aşağıya indim. Bir elimi haddinden fazla hızlanan kalbimin üzerine bastırdım.


“Sakin olmalısın,” diye mırıldandım kendi kendime. Oysa her uzvum öyle titriyordu ki, bacaklarımın beni taşıyacağından emin olamıyordum. Anahtarı yeniden cebime atıp dağınık ev topuzumu çözdüm. Kızıl saçlarım sırtımı dövdü. Ellerimle hafifçe tarayıp evin kapısına doğru ilerledim. Tamamen ev hâlinde olsam da aldırış etmedim. Üzerimdeki beyaz tişörtüm ve gri eşofmanımla birlikte kapının önünde dikildim öylece birkaç dakika. Kendimde o gücü bulduğumda ise zile bastım. İçeriden sesler geliyordu ancak şu anda onu duyamayacak kadar gürültülüydü kalbim. Birkaç saniye içinde kapı aralandı. Görüş açıma Deniz girdiğinde hafifçe gülümsedim.


“Merhaba,” dedim şaşkın bakışları altında. Mahçupça gülümsemekten alamadım kendimi. “Kusura bakmayın, rahatsız ettim.”


“Ne kusuru Loya,” dedi Deniz yumuşak bir tınıda. Yüzünden hem şaşkınlık hem de gerginlik bariz okunuyordu. Kaşlarımı çatmamak için dudaklarımı birbirine bastırmakla yetindim.


“Yanlış bir zaman mıydı?”


“Hayır, arkadaşlar gelmişti sadece.” Başımı usulca salladım.


“Akyel içeride mi?” diye sordum usulca. “Ona bakmaya gelmiştim.” Deniz bakışlarını benden kaçırıp ağzının içinde mırıldanmıştı. Kaşlarım bu sefer ağır ağır çatılırken dudaklarım aralandı.

“Bir sorun mu var?” Gergince ellerini koyu kahve saçlarından geçirip mavi gözlerini bana çevirdi.


“Loya,” diye mırıldandı yeniden. “Çok doğru bir zaman değil sanırım.” İçeriden gelen gülüşme sesleriyle sertçe yutkundum.


“Akyel nerede?” diye sordum tekrardan. Deniz bir cevap vermeyip gözlerindeki mahçup ifadeye bana bakmaya devam ettiğinde kalbimin ağrısı en üst seviyedeydi. Yapacağım şey belki de yanlıştı, ancak şu an bunu düşünemeyecek kadar kontrolü kaybetmiş hissediyordum. Ayakkabılarımı çıkarmadan Deniz’in yanından geçip eve girdiğimde adımlarım salonu buldu. Ben salona yaklaştıkça sesler yükseliyordu.


“Haydi ama Akyel! Sen de gel bizimle.” İnce bir kız sesi duyduğumda kaşlarım çatılsa da kendimi tutamadan salona girdim. Adımlarım salonun girişinde kendiliğinden durdu. Salon kalabalıktı. Yaklaşık üç erkek ve dört kızdan oluşan bir arkadaş grubu tam karşımda duruyordu. Kızların dördü de oldukça şık bir şekilde koltuklara yayılmışlardı. Aralarından tek dikkatimi çeken ise Akyel’in yanında oturan ve bir elini omuzuna yaslayıp ona oldukça yakınlaşmaya çalışan parlak siyah saçlara sahip kızdı. Salona girmemle tüm sesler sustu. Meraklı ve şaşkın bakışlar her bir yanımı sararken benim gözlerim sadece tek bir kişideydi.


“Loya?”Akyel’in afallamış tınıda çıkan kadifemsi sesi kalbimi dağladı. Sadece o da değildi. Karşımda gördüğüm manzara bu gece uykularımı kaçıracak cinstendi.


“Ben,” diye mırıldandım bakışlarımı kaçırıp. Dudaklarım açılıp kapandı. Tüm herkesin bakışları bendeyken Akyel’in yanındaki kızın saçları kadar koyu gözleri beni süzüyordu.


“Hayırdır?” diye sordu kendini Akyel’e biraz daha yaklaştırıp. Bakışlarında küçümseyidi bir tavır vardı. “Eski sevgilini mi merak ettin?” Eski sevgilim olduğu kısmını bastırıp laf soktuğunu hisseden bir havada gülümsedi. Onun dudaklarındaki sahte tebessümün aynısını yerleştirdim dudaklarıma.


“Seni hiç ilgilendirdiğini düşünmüyorum Yeliz’ciğim.” dedim adını bastıra bastıra söylerken. Dudaklarımı birbirine bastırdım, ardından yeniden araladım. “Sesindeki o küçümseyici tınıyı bana değil, senin güzel olup olmamanla ilgilenmeyen bir adama hâlâ yaklaşmaya çalışan kendine, aynaya baktığında kullanmanı öneririm.” Kendimden beklemediğim bir özgüvenle sarf ettiğim cümlelerden sonra bazı çocuklar dudaklarını bastırıp bakışlarını çevirirken Yeliz’in yüzü sinirden kızarmaya başlamıştı. Kimseyi rencide etmek benim haddime değildi ama hak edene hak ettiği gibi davranmayı da en iyisinden öğrenmiştim. Asil Ege Çağlar, teşekkür ederim sana canım arkadaşım.


“Ayrıca,” diye ekledim. “Sizin burada olduğunuzu bilmiyordum. Eğer bilseydim, rahatınızı asla bozmaya tenezzül etmezdim.” Kırgın bakışlarım Akyel’i bulduğunda ayaklandı birden. “Hayır,” dedim bir adım geri gidip. Buruk tebessümüm dudaklarımda yer edindi. “Kapının yolunu biliyorum, rahatını bir yabancı için bozma.” Sarı kaşları çatıldı.


“Saçmalama Loya.” Başımı iki yana salladım.


“Hayır,” dedim sakin bir tınıda. “Saçmalamıyorum. Sadece… yerimi bilmeyi öğrendim sanırım.” Son kez gülümseyip hâlâ mahçup bir ifadeyle bana bakan Deniz’in yanından geçerek salondan çıktım. Ardımdan adım sesleri gelse de umursamadım. Gözpınarlarımda emrimi bekleyen gözyaşlarımı durdurdum. Dış kapıya ulaşıp evden çıktığımda ardımdan Akyel’in sesi yankılandı.


“Loya!” Onu dinlemedim. Belki de ilk defa dediği şeyi görmezden geldim. Bu benim Akyel’i ilk görmezden gelişimdi. “Loya,” dedi tekrardan. Arabama ulaşacağım sırada kolumdan naifçe tuttu. Bedenimi ona doğru döndürüp temasını kestim. “Yeliz sadece arkadaşım.” dedi yeniden. Alayla gülümseyip bakışlarımı ondan kaçırdım.


“Tamam Akyel.”


“Bana inanmıyor musun?” Masum tınıda çıkan sesine rağmen sorusuna cevap vermedim.


“Olanları üstün körü duydum.” dedim Yeliz konsunu kapatarak. “Her ne kadar o gün sinirini benden çıkarmış olsan da sadece iyi olup olmadığını kontrol etmek istemiştim.” Mavilerimi yeniden yeşillerine çevirdim. “Ama onun yerine yerimi yeniden çok iyi anladım Akyel.” Derince iç çekip ellerini saçlarına daldırdı. Sarı tutamlarını çeker gibi geçirdi ellerini.


“Teşekkür ederim.” dedi bitkin bir tınıda. “Geldiğin için, beni merak ettiğin için.”


“Teşekkürlük bir şey yapmadım.” Soğuk tınıda sarf ettiğim sözler onu daha da gerdi. Bunu gerilen omuzlarından ve dikleşen pozisyonundan anlayabilmiştim. “İnsanlık yaptım Akyel. Kim olsa yapardım. Sen benim çocukluğumdan bir parçasın. Her ne olursa olsun, ne yaşarsak yaşayalım bu değişmeyecek.” Dudaklarında bir tebessüm peyda oldu ancak benim diyeceklerim bitmemişti. “Yalnız ben de sana karşı eski Loya olmayı bırakacağım. Seni ne kadar seversem seveyim canımı daha fazla yakmana müsaade etmeyeceğim. Yeliz’le mi olmak istiyorsun, buyur ol. Sadece daha fazla beni yaralama. Aşkını mümkünse gözümün önünde yaşama. Arkadaş olup olmamanız gerçekten beni zerre ilgilendirmiyor. Gerçeğin ne olduğunu da duymak istemiyorum. Ben sadece…” Boğazıma oturan yumruyu atmak için defalarca, üst üste yutkundum. “Ben sadece nefes almak istiyorum.” dedim dolan gözlerime rağmen gülümseyerek. “Buraya gelmenin hata olduğunun da farkındayım. Hâlâ buraya gelirken yaşadığım kalp çarpıntısının da yanlış olduğunu biliyorum. Ben de alışacağım. Tıpkı senin dediğin gibi…” Dolu gözlerimle yeşillerinin en içine baktım. “Alışsam iyi ederim.” Sertçe yutkundu. Tıpkı mesajdaki gibi bana akıttığı zehirli mesajlardan birini aynen ona iade etmiştim. Her ne kadar canımı acıtsa da haklı olduğu da bir gerçekti.


Bitmişti ve ben gerçekten buna alışsam iyi ederdim.



2 Yorum


YAAAAAAAAAAAAAA

Beğen

Yapma be

Beğen
ChatGPT Image Aug 17, 2025 at 07_42_19 PM_edited.png
Bu siteye yüklenen şarkıların ve kitapların tüm hakları bana aittir.
bottom of page