top of page

4. Bölüm: Bilinmeyenin Acısı

“Bulunmak istemiyorum

Duyulmak istemiyorum

İyi adamlar kaybedermiş

Ben seni kaybediyorum…”


Loya Saklıhan: Sizi tanıyor muyum? (00.15)


0548*******: Bilmiyorum Loya.


0548*******: Belki görmüşsündür.


Loya Saklıhan: Şey sen…


Loya Saklıhan: Akyel olamazsın, değil mi?


0548*******: Seni hayal kırıklığına uğratmak istemezdim ama


0548*******: Akyel değilim Loya.


Loya Saklıhan: Öyleyse bu durumun çok ürkütücü olduğunun farkında mısın?


Loya Saklıhan: Tanımadığın bir insan için böylesine yoğun duygular hissetmen…


Loya Saklıhan: Korkutucu olduğunu inkâr edemeyeceğim.


0548*******: Amacım seni korkutmak değildi.


0548*******: Bunun için özür dilerim senden.


0548*******: Ben sadece…


0548*******: Acı çektiğini görüyorum ve buna daha fazla kayıtsız kalamadım.


0548*******: Beni bir arkadaşın olarak düşünsen?


0548*******: Sadece sohbet etsek?


Görüldü.

Loya Saklıhan yazıyor…

Loya Saklıhan çevrimiçi.

Loya Saklıhan yazıyor…


Loya Saklıhan: Tanımadığım birine duygularımı anlatmak ne kadar mantıklı?


Loya Saklıhan: Bu yazdıklarımı basına sızdırabilirsin.


Loya Saklıhan: Magazine verebilirsin.


Loya Saklıhan: Sana neden güveneyim?


0548*******: Seni önemsiyorum çünkü Loya.


0548*******: Bu yetmez mi?


Loya Saklıhan: Seni tanımadığım için hayır, bu yetmez.


0548*******: Tanışalım o zaman. (00.45)


Görüldü.

Loya Saklıhan son görülme 00.50


Ne diyeceğimi bilemeden öylece ekrana baktım. Bir şey yazmaya cesaretim yoktu. Mesajların en başında kalbim göğüs kafesimi dövmüş, sanki Akyel’le ilk yazışmamızmış gibi heyecanlanmıştım. Ancak o değildi. Ben ise sadece kendimi kandırmaya devam ediyordum. Hâlâ bir umut aramak beni bir aptal yapar mıydı? Sanırım yapardı. Ama engel olamıyordum. Kalbim sadece ona aşinaydı, onu istiyordu, onu arıyordu… O beni istemese de benim kalbim bir ömür onu bekleyecekti.


Saat gece bire gelirken bana yazan numaraya görüldü atıp müzik odasından çıktım. Bu konuyu yarın Asil’le konuşacaktım. Kim olduğunu bilmediğim bir adamla konuşmak mantıklı gelmiyordu. Hatta kendimi rahatsız bile hissediyordum. Tanımadığım insanlar arkamdan konuşmaya ve beni karalamaya çok müsaitti. Bunun örneklerini hem sosyal medyada hem de okulda görmüştüm. Yarın sabah ise yine okulda, paylaşılan video yüzünden oldukça alay konusu olacaktım.


Merdivenlerden ağır ağır çıkıp sol çaprazdaki odama doğru ilerledim. Kapısı açık olan odamın içine girip direkt olarak gardrobuma yöneldim. Ahşap kapakları araladım. Bir pijama takımı çıkarıp yatağımın üzerine fırlattıktan hemen sonra üzerimdeki kıyafetleri yırtarcasına çıkardım. Odamın bir köşesine fırlattığım kıyafetleri umursamadan iç çamaşırlarımla yatağa doğru ilerledim. Pijamalarımı üzerime geçirip kendimi yatağımın üzerine attığım sırada çarşafın tenime yaydığı soğuklukla derin bir iç çektim. Mayışan bedenim ve uykusuzluğum bir araya geldiğinden uykuya dalmam uzun sürmeyecekti. Gözlerim yarı aralık bir şekilde telefonumu şarja takıp ışıkları kapadım. Kendimi bildim bileli bir şeylere sarılıp uyuduğumdan küçük yastığımı kollarımın arasına aldım. Gözlerim ağır ağır örtündü, karanlık zihnimi ele geçirdiğinde derin bir nefes aldım.


★★★


“Size bir hafta mühlet veriyorum. Şarkı sözlerinin ve bestesinin size ait olduğu bir eser getireceksiniz. Vizeye kadar küçük küçük, bu tarz ödevler notlandırılacak. O yüzden önem vermenizi öneririm.” Bahar Hoca sırayla ödev için yapılacakları sıralarken günlerdir uğraştığım albümden bir parça koyabilirim diye düşünüyordum. Ödevi bitirmiş bile olabilirdim. “Sektörde zaten var olan şarkılarınızı kullanamazsınız. Kimsenin duymadığı, yeni bir şarkı olmalı.” Hocanın gözleri bizim oturduğumuz kısma kaydığında ben başımla onaylarken Pars arkamdan söyleniyordu.


“Hocam, canım hocam,” Bahar Hoca bıkkınca döndü arkamda oturan arkadaşıma. Dudaklarını zoraki bir tebessüm yerleştirdi.


“Efendim Pars’cığım?”


“Sayın hocam, acaba biz bu ödevi grup olarak yapabilir miyiz?” Bahar Hoca’nın kaşları çatılırken Pars konuşmaya devam etti. “Çok daha güzel olur bence.”


“Sence’siyle ilgilenmiyorum Pars.” dedi Bahar Hoca tek kaşını kaldırırken. “Herkes bireysel yapacak ödevi.” Pars ofladı.


“Ya hocam ben bateristim ya! Ben nasıl söz yazayım?” Arkadaşımın isyanıyla Bahar Hoca’nın dudaklarında bu sefer keyifli bir tebessüm yer edindi.


“O tamamen senin problemin.” Hocanın cevabıyla birlikte sınıf arkadaşlarımız kıkırdarken Pars’ın yüzü düşmüş, kendi kendine homurdanmaya devam etmişti. Ders bitimin ardından herkes sınıftan ağır ağır çıktı. Tüm grup olarak bu dersi alıyorduk. Zorunlu ortak derslerimizden biriydi.


Birbirinizden kopamıyorsunuz.


Hayatın cilvesiydi gerçekten. Her gün Akyel’le aynı ortamda bulunuyorduk ve şimdi düşünüyordum da… Sevgiliyken daha mı az görüşüyorduk sanki?


“Sizin işiniz kolay tabii!” diye yakındı Pars sırt çantasını sağ omuzuna attığı sırada. “Hepinizin var karaladığı şeyler.” Deniz derince bir iç çekti Pars’ın söylenmelerine karşı. Eşyalarını hızlı hızlı toplarken yandan bir bakış attı Pars’a doğru.


“Söylenmek bazı şeyleri değiştirmiyor,” dedi sakince. Ardından dudaklarına kondurduğu iğneleyici gülümsemesiyle birlikte “Bil istedim.” diye ekledi. Pars suratını şekilden sokup onu taklit ederken beş yaşındaymışçasına davranan arkadaşlarıma göz devirmeden edemedim.


“İkiniz de susun ve çıkın artık şu sınıftan!” Asil baygın bakışlarıyla kapının önünden bize doğru seslendi. Sözleri ilk olarak Deniz ve Pars’a hitap etse de bana kayan bakışlarıyla ben de ayaklandım ve kapının önünde beklemekten ağaç olan arkadaşıma doğru ilerledim. Bugün gitarımı da getirmiştim. Boş zamanımızda bir sınıfa girip şarkılar üzerinde çalışmaya devam edecektim.


Hepimiz sonunda sınıftan çıkabildiğimizde havanın güzel olmasını fırsat bilip kampüsün çimlerine yayılmak için bahçeye doğru yöneldik. Dışarıya adımımızı atar atmaz tenimi ısıtan güneş dudaklarımda oluşan tebessümün sebebiydi. Güneşli havaları severdim, bana ayrı bir huzur ve enerji verirdi. Kendimi daha iyi hissederdim. Son zamanlarda oldukça bitik olduğumdan tenime yayılan sıcaklık biraz olsun iyi hissettirmişti yorgun bedenimi. Çoğu öğrenci bizim gibi düşünmüş olacak ki bahçe bir hayli kalabalıktı. Küçük küçük grupların arasından ilerleyip kendimize bir yer bulduğumuzda büyük bir ağacın altına doluşmuştuk. Herkes kendini çimlere bırakmış, birkaç dakika sessizlik içinde oturmuştu.


“Selam gençler!” Aksel’in enerjik sesiyle birlikte herkes yattığı yerden doğrulurken kocaman gülümsemesiyle yanımıza yerleşen arkadaşıma ben de gülümsedim. Sarı saçları dağınıktı. Büyük ihtimalle antrenmandan çıkmıştı. Üzerinde beyaz kolsuz bir tişört, altında da siyah sporcu şortu vardı. Oldukça rahat görünüyordu. “Ne oldu böyle serilmişsiniz yerlere?”


“Dersten çıktık.” diyerek yanıtladım sorusunu. Ardından bakışlarım Pars’ın ağlamaklı suratına kaydı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. “Hoca şarkı besteleme ödevi verdi. Pars yıkıldı bu duruma biraz.”


“Uzay bu kadar ağlamadı be!” Deniz Pars’a sataşıp onu kolunun altına aldığında Parsın homurdanmaları arttı.


“Oğlum konu nasıl bana geldi?” diye sordu Uzay şaşkın bir şekilde. Kumral saçlarından birkaç tel alnını örtüyordu. Açık bir kahveye sahip olan kaşları havalanmış, mavi gözleri irice açılmıştı.


“Sus sen!” dedi Pars sinirle. “Romantik kek seni. Sen kesin yazarsın romantik romantik şarkı sözleri.”


“Ama tamam Pars ya!” diye çıkışta sağımda oturan Asil. Sarı saçlarını bir eliyle geri atıp mavilerini Pars’a çevirdi. “Ben yardım edeceğim sana ama ne olur sus artık.” Pars şirince gülümseyip bal rengi gözlerini kıstı.


“Ben de bunu demen için uğraşıyordum Asil’ciğim.” dedi keyifle. Yanında oturan Deniz ise dayanamamış ve omuzuna bir darbe indirmişti. “Ruh hastası.” diye homurdanmaktan da geri kalmamıştı.


Ortamdan soyutlanan iki kişi gibiydik. Dün akşam yaşananlardan sonra arkadaşlarımızdan hiçbiri bu konuyu açmamıştı. Ama Akyel’le aramızdaki gerginliğin de farkındalardı. Sabahtan beri bir kez olsun sesini duymamıştım. Deniz’le konuşmamışlardı, kimseyle konuşmamıştı. Geldiğinden beri ağzını bıçak açmıyordu. Sessizlik yemini etmiş gibiydi kendi içinde. Yine tam karşıma denk gelmişti. Mavilerim aşina olduğu yeşillere kavuşmak için can atıyordu. Derin bir nefes alıp cesaretimi topladım. Gözlerindeki ifadesizliği görmek can acıtsa da bakmamak daha çok yakıyordu canımı. Önce kırdığı dizlerinin önünde kavuşturduğu ellerine değdi gözlerim. Parmak eklemlerinin üstünü kabuk bağlamıştı. Kaşlarım ağır ağır çatılırken bakışlarımı biraz daha yukarı çıkardım. Giydiği siyah pantolonun üstüne siyah bir tişört giymişti. Sağ kolundaki dövmeler açığa çıkmıştı. Boynundan sallanan gümüş zinciri dünkü gibi yerli yerindeydi. Keskin çenesi görüş açıma girdi sonra. Dünkü gibi pürüzsüz cildini takip etti gözlerim. Yavaş yavaş dudaklarından biçimli burnuna, ardından yeşillerine ulaştı mavilerim. Birbirine kenetlenen gözlerimiz kalbimi tekletti. Bana bakıyordu. Gözünü bile kırpmadan beni izliyordu. Onun gözleri gözlerimdeyken etrafımızdaki tüm sesler kesildi. Hepsi öyle uzaktan geldi ki, yanımızda değiller gibi hissetmekten alamadım kendimi.


Ne diyorsun Akyel? Ne anlatmak istiyor o gözlerin bana?


“Loya haydi anlat artık!” Asil’in sabırsız çıkan sesiyle birlikte bakışlarımı Akyel’in yeşillerinden çekip merakla bana bakan arkadaşıma döndüm. Mavi gözleri hem muziplik hem de merakla parlıyordu. Neyin peşindeydi yine?


“Neyi?” diye sordum anlamayarak. Asil ise sanki bu soruyu sormamı bekliyormuş gibi kocaman gülümseyip dudaklarını araladı. Ne diyeceğini anladığımda ise gözlerimi kocaman açarak ona engel olmak istemiştim ancak çok geçti.


“Sana dün akşam yazan numarayı tabii ki!” Asil’in bilerek çıkardığı yüksek sesiyle birlikte herkesin bakışları üzerimizde toplandı. Ellerim öfkeyle yumruk olduğunda Asil’e imali bir bakış atmaktan kaçınmadım.


Aferin sana, aferin Asil.


“Ne numarası?” diye sordu Deniz kaşları çatılıyken. Akyel’in yeşilleri üzerimdeydi. Kardeşinin yanında oturan Aksel ise şaşkındı. Pars’la ikisinin de suratı o kadar komik gözüküyordu ki bu kadar gergin olmasan kahkahalarla güleceğime emindim.


“Bilmiyorum.” dedim derin bir nefes alarak. “Bilmediğim bir numara mesaj attı dün gece.”


“Engelledin, değil mi?” diye sordu Aksel merakla. Başımı iki yana salladım.


“Niye engelliyormuş?” Asil’in alayla sorduğu sorunun muhattabı belliydi, oysa o bugün konuşmamaya yemin etmiş gibiydi. “Çocuk kötü bir şey yazmamış ki?”


“Kimmiş peki?” diye sordu Pars bu sefer. Sesindeki merak tınısı elle tutulur cinstendi.


“Bilmiyorum ismini. Beni önemsediğini söyleyen ve tanışmak isteyen biri.” dedim omuzlarımı silkerek. “Daha da bir şey yok. Şu an siz ne biliyorsanız ben de o kadar biliyorum.” Aramızda derin bir sessizlik oldu önce. Ardından Aksel boğazını temizleyerek dudaklarını araladı.


“Konuşmak istersen tabii ki konuş Loya.” Sesindeki ciddi tını Aksel’den nadir duyduğum bir tınıydı. “Bizim önceliğimiz senin mutluluğun ama… Hemen güvenme. Numaranı bulmuş olan bir paparazzi de olabilir. Senin ağzından laf alıp bunu magazincelere satacak olan bir adam da olabilir. Ya da bir kız… Biliyorsun, okulda arkandan fazlasıyla konuşuldu, çirkin şeyler söylendi. Onlardan biri de olabilir.” Derin bir iç çektim söylediklerine karşılık.


“Farkındayım,” dedim sessizce. “O yüzden bi şey demedim zaten.” Karşımda hissettiğim hareketlilikle bakışlarım hafifçe oraya döndü. Görmek istediğim manzaradan çok uzaktı.


“Akyel nereye?” Akyel hızlı adımlarla arkasını dönüp bizden uzaklaşırken bu seferki şaşkın bakışların yeni hedefiydi. Tek kelime etmeden yanımızdan kalkıp giderken kalbimin üstündeki ağırlık nefes almamı engelledi sanki. Hiçbir şey diyemedim. Ne arkasından kalkıp gitmeye gücüm vardı ne de dudaklarımı aralayıp onu durduracak sözleri söylemeye cesaretim. Öylece yerimde otururken arkasından giden Aksel oldu. Koşar adım kardeşini takip etti ve o okulun içine girerken ona yetişti. İyice uzaklaştıklarından ne konuştuklarını duyamamıştık hiçbirimiz. Sadece izlemekle yetinmiştim.


“Aferin Asil!” dedi Deniz sinirle Asil’ bakarken. “Bok vardı da açtın konuyu.” Asil de öfkelenirken önüne gelen sarı saçlarını kulağının arkasına itti.


“İyi ki de açtım!’” dedi hırsla. Parmağıyla beni işaret ederek dudaklarını yeniden araladı. “Siz bu kızın yaşadıklarını biliyor musunuz? Arkadaşınızı korumaya çalıştığınızı anlarım ama biriniz de çıkın Loya’yı anlamaya çalışın. Konuyu bilerek açtım. Yıkıp siktir olup gittiği kız hayatına devam ediyor, bilsin istedim.” Nefes bile almadan sözlerini hırçınca sarf etti. “Kendine gelsin diye yaptım. Saçma sapan davranmaya bir son versin, gözünü açsın!” Sertçe yutkundu. Yandan hafifçe gözlerini bana değdirdi. Aklına gelenler gözlerinden okundu. Aynı düşünceler sertçe yutkunmaya itti beni. “Belki bir gün her şey için geç olabilir.” Asil’in son sözü ortamda bomba etkisi bırakırken herkesin anlamaz bakışları ikimiz arasında gidip geldi.


“Bu da ne demek?” diye sordu Pars kaşlarını çatarak. Asil bir şey demedi. Söylemeyeceğini biliyordum. Onun dışındaki kimse hastalığımı bilmiyordu ve kimse de öğrenmeyecekti.


“Hiçbir şey.” dedim durgunca. Kalbim gümbür gümbür atarken derin bir nefes çekerek sakinleştirmeye çalıştım kendimi. “Hiçbir şey demek değil.” Kimse inanmadı. Sözlerime belki ben bile inanmadım. Bir şeyler oluyordu. Kalbim hem fiziksel hem duygusal olarak güçlü değildi. Saatli bomba gibiydim.


“Ben biraz yeni albüm üzerinde çalışacağım.” dedim kimsenin bir şey demesine müsaade etmeyerek. Hızlıca ayaklanıp şortumun arkasını silkeledim. Ardından yerdeki siyah deri çantamı koluma alıp ağacın gövdesine dayadığım gitar çantamı sağ omuzuma yerleştirdim.


“Sonra görüşürüz.” dedi Asil. Sesi benimki gibi durgunlaşmıştı. Başımı salladım. Sessizce yanlarından ayrılıp okulun içine doğru adımladım. Bugün başka dersim yoktu. Sabah derslerimi de bitirmiştim. Geriye sadece albüm çalışmalarım kalmıştı. Güzel Sanatlar Fakülte binasına doğru ilerledim. Merdivenleri yavaş yavaş çıkarken ilk kata ulaştım. İlk üç katta derslikler vardı. İkinci katta çoğunlukla çizim derslerinin yapıldığı sınıflar vardı. Bazı derslikleri mimarlık öğrencileri de kullanıyordu. Dördüncü kata ağır adımlarla ulaştım. Bu katta genelde müzik odaları bulunuyordu. Koridorun sonunda, sağda ise bir kayıt stüdyosu bulunuyordu. Saatlik olarak odayı kiralayıp kullanabiliyorduk. Sınıfların pencerelerine baka baka boş bir sınıf aradım. Koridor ölüm sessizliğindeydi neredeyse. Çıt çıkmıyordu. Yeniden boş mu diye bakacağım başka bir odanın önüne geldiğim sırada içeriden yükselen boğuk gitar sesiyle birlikte geri adımlayacaktım ki gözlerim sarı saçlara takıldı. Elindeki koyu ahşap rengindeki akustik gitarı kolları arasına almış parmaklarını tellerin üzerinde gezdiriyordu. Bu hâli dudaklarımda buruk bir tebessüme neden oldu.


Eskiden bu görüntü hep evimin salonunda, yatak odamda, müzik odamda, mutfağımda, bahçemde… Her yerde, her gördüğümde hayranlıkla izlediğim bir sahne olurdu. Yanına oturur, sesini dinler, eşsiz bestelerine ilk ben kulak verirdim. Şimdi bir yabancı gibi, ahşap bir kapının ardından, dikdörtgen, küçücük bir camın ardından izliyordum sevdiğim adamı. Derin bir iç çektim. Ne çok özlemiştim onu. Teninin kokusunu, dokunuşunu, beni öpüşünü… Bir insan, sevdiğinin sesine hasret kalır mıydı? Ben kalmıştım işte. Ben onun her bir zerresine hasret kalmıştım.


Duymadığım bir melodi kulaklarıma ulaştı. Akyel’in çaldığı bu melodi tanıdık değildi. Kendi şarkılarından birini yapıyor olmalıydı. Heyecanla daha da yaklaştım kapıya. Yumuşak bir melodi duyuldu önce. Ardından Akyel’in kadifemsi sesi yankılandı odada.


“Kendimi nasıl anlatsam sana

Savrulmuş bedenim

Kanayan ellerim…”


Nefesimi tutup şarkının sözlerine kulak verdim. Elini tellere her vurduğunda çıkan o büyülü notaların melodisi içinde kaybolmak istedim. Zor olmadı, sesi beni alıp götürdü.


“Kırgın bakan gözlerin

Beni iten ellerin

Bu muydu istediğim?”


Sertçe yutkundum. Başını ritme uygun sallayıp hırsla gitar tellerine darbelerini indirirken yavaş yavaş dolan gözlerimle onu izledim.


“Bulunmak istemiyorum

Duyulmak istemiyorum

İyi adamlar kaybedermiş

Ben seni kaybediyorum…”


“Akyel…” diye mırıldanmaktan alamadım kendimi. Akyel… Benim Akyel’im. “Neden?” Fısıltım sadece bana ulaştı. “Neden yaptın ki bunu bize?” Sorularımın hiçbiri ona ulaşmadı. O odaklanmış bir şekilde melodiyi çalmaya devam ederken benim göz yaşlarım sicim sicim akıyordu. Tekrardan nakaratı söylediğinde sesi titredi. Sağ profilini görebiliyordum sadece. Son kez tekrar edip sessizleştiğinde gitarı kenara bıraktı. Dirseklerini dizlerine yaslayıp ellerini gözlerine yasladı. Seslice burnunu çekip gözlerini sildiğinde içimden bir şeyler koptu. Akyel ağlamazdı. Bir kere ağladığını görmüştüm. Sadece bir kere görmüştüm onun o yıkılmış hâlini. Şimdi ise paramparçaydı. Onu böyle görmek de beni paramparça etmişti. Sonra hiç tahmin etmediğim bir şey oldu. Başını bir anda sağına doğru, bana doğru çevirdi. Yerimde kaskatı kesildim. Kızaran gözleri mavilerime saplandı adeta. Nefesimi tuttum. Afallayan bir ifade geçti gözlerinden. Sonrasında ise ifadesiz bir şekilde hışımla kalktı oturduğu yerden. Kapıya doğru ilerlediğinde birkaç adım geri gittim. O ise kapıyı sertçe aralayıp dışarı çıktı. Sertliğinden hafif de olsa irkilirken öfkeli gözleri benim üzerimdeydi.


“Ne işin var burada?” Sert tınısı sertçe yutkunmaya itti beni. Yine de omuzlarımı daha da dikleştirerek tam gözlerinin içine baktım.


“Albüm için çalışacak oda arıyordum.” Açıklamam onu tatmin etmedi. Sinirle gülümseyip gözlerini başka yere çevirdi.


“Bulamamış gibisin.” dedi alayla. “Oysa tüm odalar neredeyse boş.” Derin bir iç çektim sert sözlerine karşılık.


“Seni merak ettim.” Başını bir hışımla bana çevirdi. Öfkeden ve demin ağladığından dolayı kızaran gözleri daha da belirginleşti.


“Etme, Loya.” dedi büyük bir öfkeyle. Daha biraz önce paramparça olan adamdan eser yoktu. Neden olduğunu anlamadığım bir öfkenin kurbanı olmak üzereydim. “Beni bir daha merak etme. Merak edilecek bir şey yok.” Zehir akıtan sözleri dudaklarından bir bir döküldü. “Artık hiçbir bağımız yok seninle. Ben nasıl seni merak etmiyorsam sen de beni merak etme.” Öfkeyle bir adım attı bana doğru. “Beni görme Loya. Beni yok say. Benim seni görmediğim gibi sen de beni görme.” Dişlerini sıka sıka söylediği her bir kelime kalbimde asla kapanmayan yarayı deşti. O şarkı sözlerini yazan adam nasıl bunları söylerdi?


“Ben…” Dudaklarımın arasından çıkan kelimelere bir anda kilit vuruldu sanki. Konuşamadım. Sesim dahi çıkmadı. Derince iç çektim. “Öyle olsun.” diye mırıldandım uzatmanın faydasız olacağını bilerek. İçimdeki tüm kırgınlığı her zamanki gibi halı altına süpürdüm. “Bu söylediklerini,” dedim gözlerimi kısarak. “Hiçbir zaman unutma, olur mu Akyel?” Ağır ağır yutkundu. “Beni paramparça ettiğini ve bunu yaparken acımanın olmadığı unutma. Çünkü sen unutsan da… Ben bir ömür unutmayacağım.” Kızaran gözleri daha da kızarırken karşımdaki görüntü içimi acıtsa da sustum. Bundan sonra susacaktım. O beni yakıp yıkıyordu. Görmezden gelmemi mi istiyordu? Belki hemen yapamazdım ama… Yokluğuna alışacağım gibi, görmezden gelmeye de alışırdım elbet. Yanından sıyrılarak geçtim. Cebimdeki telefonu çıkardım. Belki ani bir karardı, bilmiyordum. Yaptığım şey asla mantıklı değildi. Belki de kariyerimi tehlikeye atıyordum ama Akyel beni önemsemiyorsa beni gerçekten tanımak isteyen birinin varlığını görmezden gelmeyecektim. Sadece konuşacaktım, dahası olmayacaktı. Mesajlara girip dün gece görüldü attığım mesaj kutusuna tıkladım. Sohbet ekranı açıldı, klavye belirdi. Adımlarım koridorun sonundaki stüdyoya doğru ilerlediği sırada parmaklarım klavyede gezindi.


0548*******: Tanışalım o zaman. (00.45)


Loya Saklıhan: Tanışalım. (14.47)


Loya Saklıhan: Sana güvenmek belki de hayatımda yapacağım en büyük hata olacak ama…


Loya Saklıhan: Her şey daha ne kadar kötüye gidebilir ki?

3 Yorum


Akyel neden nedenn

Beğen
Şu kişiye cevap veriliyor:

bu soruyu bazen yazarken ben bile soruyorum ahahahahah

Beğen

Ay ay kim acaba

Beğen
ChatGPT Image Aug 17, 2025 at 07_42_19 PM_edited.png
Bu siteye yüklenen şarkıların ve kitapların tüm hakları bana aittir.
bottom of page