top of page

2. Bölüm: Kalp Çarpıntısı

“Ama yapamadım, nefes alamadım

Meğer ne zormuş, kalpsiz yaşamak”


Bazı anlar vardı hayatta. Beklemediğin şeyler hayatını öyle alt üst ediyordu ki hayatının üstünün mü yoksa altının mı daha iyi olduğunu anlayamıyordun. Alt üst olmak… Ben ne olmuştum peki? Kimdim? Loya Saklıhan kimdi? Nasıl bu noktaya gelmişti? Şu an aynaya baktığım bu kız, kimin eseriydi?


Saat altı sularında yatmış, sekiz gibi de yeniden uyanmıştım. İki saatlik uykuyu kaldırmayan bünyeme aldırmadan yataktan kalktım. Geniş odamın içindeki banyoma doğru terliklerimi sürüye sürüye ilerledim. Yorgundum, eminim ki yüzümden de anlaşılıyordu. Dün tüm gece düşüncelerim susmamış ve beni bütün bir gece söz yazmaya itmişti. Müzik odam, buruşturulmuş kağıt parçalarıyla doluydu. Çöpe atmayacaktım ama şu anda da toplamaya mecalim yoktu. Ev her zamanki gibi ölüm sessizliğine sahipti. Eskiden böyle değildi… Bu sessizlik bana huzur verirdi ancak şimdi bu sessizlik gerçek bir ölümü hatırlatıyordu. Kimsesizliğimi yüzüme vuruyordu. Tek ailemi kaybetmiştim, hayatın bana verdiği bir diğer aile ise parçalanmıştı bir anda. Nasıl olduğunu, neden olduğunu anlamama fırsat bile verilmemişti. Banyoya girip aynaya bile bakmadan önümde duran musluğu açtım. Soğuk suyu tenime çarptığım anda gelen saniyelik ferahlık hissi biraz olsun iyi hissetmemi sağladı. Derin bir nefes alıp yüzüme su çarpmaya devam ettim. Belki de soğuktan uyuşana kadar sürdürdüm bu hareketimi. En sonunda kaçmayı bırakıp başımı kaldırdım. Bakışlarım ayndan beti benzi atmış, gözaltları morarmış ve turuncu saçları birbirine girmiş olan bitik bir kızla karşılaştı. Kendimi tanıyamadım. Eskiden parlayan mavi gözlerim artık öyle değildi. Yok olmuştu parıltısı.


“Kendine gelmelisin Loya.” diye fısıldadım aynadaki yansımama karşılık. “Toparlanmalısın, kendini bırakmamalısın.” Oysa tüm bu sarf ettiğim cümleler sadece lafta kalacaktı biliyordum. Çünkü ben kendimi çoktan bırakmıştım, hayatın akışında oradan oraya savruluyordum. Aynayla bakışmama bir son verip banyodan çıktım. Odama yeniden adım atmamla birlikte telefonum da eş zamanlı çalmıştı. Adımlarımı hızlandırıp şarja takılı olan telefonuma doğru ilerledim. Ekranda yazılı isimle birlikte derin ama bir o kadar da yorgun bir nefes alarak aramayı yanıtladım.


“Alo?”


“Günaydın Loya!” Jale Hanım’ın enerjik sesi doldurdu kulağımı ancak bu bana enerji veremeyecek kadar yetersizdi.


“Günaydın.” Mırıltım karşı tarafa ulaştı mı emin değildim, umrumda da değildi.


“Bugünkü programının üzerinden geçmek için aramıştım.” dedi kibarca. Görmeyeceğini bilsem de başımı salladım. “Ayrıca dün de iyi değildin, şimdi nasılsın?”


“İyiyim,” dedim, ardından çatallı çıkan sesimi düzeltmek için birkaç kez yutkundum. “Daha iyiyim, sorduğunuz için teşekkürler.”


“Bunu duyduğuma sevindim. Öyleyse programın üzerinden geçebiliriz.” Telefonumu hoparlöre alıp yatağımın üzerine bıraktım. Jale Hanım’ın sesi odamda yankılanırken gardrobuma doğru ilerledim. “Bugün katılman gereken bir talk show programı var. Tahsin Bağcı’nın programı, imajın açısından bir hayli önemli.” Altıma siyah bir şort etek seçip üstüme bir şeyler seçmek için atletlerimin bulunduğu çekmeceyi açtım. “Akyel’le ilgili gelecek sorulara hazırlıklı olmalısın, duygularını belli etme.” Söylediklerine karşılık kaşlarım ağır ağır çatıldı.


“Jale Hanım,” dedim sert bir tınıda. “Ben bir sanatçıyım, farkındasınız değil mi? Benim işim duygularla.”


“Öyle değil, Loya’cığım. Seni sıkıştırabilirler, dağılmamaya, dik durmaya gayret göster. Seni dedikodu malzemesine çevirmesinler.” Seslice nefesimi bırakıp çekmecemden bordo bir atlet çıkardım. Üzerine deri ceketimi geçirecek, takılarla da süsleyecektim. Jale Hanım’a cevap vermeyip hazırlanmaya devam ettiğim süre boyunca Jale Hanım konuşmasına kesintisiz devam etmişti. “Yeni şarkı ne oldu?”


“Yeni albüm demek istediniz sanırım.”


“Albüm mü?” Telefonun diğer ucunda kaşlarının çatıldığını tahmin ediyordum. “Sen ciddi misin?” Omuzlarımı silktim görmeyeceğini bile bile. Ardından telefonumu yataktan alıp makyaj masama doğru ilerledim.


“Evet, bir şeyler üzerinde çalışıyorum.”


“Ben…” Şaşırdığı sesinden belli oluyordu. “Ben çok sevindim Loya. Uzun zamandır yazamıyordun, o yüzden şaşırdım.” Yüzümü kremle nemlendirip kapatıcımı aldım, kızarıklık olan yerlere sürüp cilt tonumu eşitlemeye çalıştım.


“Bir anda oluverdi.” dedim umursamazca.


“Bu akşam bundan da bahsetmelisin! Hatta biraz söylersin belki, çok iyi PR olur.” Allığımı yanaklarıma yedirip aynaya sabitlenmiş gözlerimi çekmedim. Sadece onaylar birkaç mırıltı çıkarmakla yetindim.


“Benden başka sanatçılar da olacak mı?”


“Bize sadece senin geleceğin söylendi.” Başımı salladım hafifçe. “Anladım.”


“Bir de canlı yayın olacak. Saat sekiz gibi başlayacak, altı gibi sana atacağım konumda olursan süper olur.”


“Tamam.” dedim kısa kesip. O da daha fazla uzatmadı, kısa süre içerisinde telefonu kapattığımızda sona kalan bordo rujumu dudaklarıma sürdüm. İyice yedirip birkaç gümüş yüzük ve boynuma birkaç tane kolye taktıktan sonra dalgalı olan saçlarımı taradım. Ardından son kez aynada kendime bakıp ayaklandım. Siyah deri ceketimi üzerime geçirip siyah deri çantamı da aldım ve odadan ayrıldım. Merdivenlerden inip rotamı mutfağa doğru çevirdim. Adımlarım direkt kahve makinemi bulduğunda kendime hızlıca bir kahve yapıp termosuma doldurdum. Konservatuarda son senemdi. Hem derslerimi devam ettiriyor, hem de işlerimi yürütmeye çalışıyordum. Piyasaya tahmin ettiğimden erken atılmış, hızla büyümüştüm. Benden önce ise şimdilerde tüm dünyanın tanıdığı Dynamite grubu çıkış yapmıştı. Ben bu piyasada iki senedir vardım, oysa onlar on altı yaşından beri bu sektörde var oluyorlardı. Konserlerden dolayı yoğun bir dönem geçirmiştim ancak şimdi biraz okula konsantre olmam gerekiyordu.


Akyel varken mi?


Evet, Akyel varken.


Termosu çantama koyup kapıya doğru ilerledim. Siyah platform topuklu Converse’lerimi ayağıma geçirip evin anahtarını ve arabanın anahtarını da aldım. Eve son kez bakıp kapıyı araladım. Bir şey unuttum mu diye düşünürken kapıya kapatmış, evin önünde duran arabama doğru ilerlemiştim. Kırmızı bir Minicooper’ım vardı. Piyasaya önce şarkılarımı satarak, sonrasında ise şarkılarımı kendim çıkartarak girmiştim. Sattığım şarkılardan da para biriktirip kendime bir araba almıştım, bu yüzden benim için kıymetliydi. Sürücü koltuğuna yerleşip çantamı yolcu koltuğuna bıraktım, ardından anahtarı kontağa yerleştirip saniyeler içinde yola koyuldum. Radyodan rastgele şarkılar gelip geçiyordu. Tam ilgimi çeken bir melodi duymuştum ki telefonumun çalmasıyla şarkı başlamadan bitmiş, yerini telefonumun zil sesi almıştı. Ekranda yazan isim ise tahmin edilebilirdi.


Aksel Kıran arıyor…


“Alo?”


“Günaydın Portakal Likörü.” Duyduğum hitapla birlikte yüzüm buruştu.


“Bu ne biçim bir isim?” Sorduğum soru üzerine beni rahatsız etmenin verdiği rahatlıkla zevkle sırıttığına emindim.


“Nasılsın?” diye sordu soruma cevap vermeden.


“İyiyim, sen nasılsın?”


“İyidir.” dedi kısaca. Sesi biraz boğuk geliyordu, arabada olmalıydı. “Okula geliyor musun?”


“Geliyorum,” dedim direksiyonu çevirdiğim sırada. “Çok ders kaçırdım, bu gidişle mezun olamayacağım.”


“Hadi oradan inek seni, kesin notların yüksektir.” Göz devirdiğine emindim.


“Keşke sen de biraz inek olsan Aksel.” diye mırıldandım okulun binası görüş açıma girdiği esnada. “Belki notlarına biraz katkın olurdu.”


“Ha ha ve ha Loya. Çok komiksin.”


“Espri anlayışım sana benzediyse eğer.” Okulun otoparkına girip arabayı boş bulduğum bir yere park ettiğim sırada Aksel “Şah mat.” diye mırıldanmıştı. Gülümseyip dudaklarımı araladım.


“Diğerleriyle konuştun mu?” diye sordum bir yandan da çantamı topladığım sırada.

“Parsları soruyorsan evet, okuldalardı onlar da. Ben de otoparka girmek üzereyim.” Onu onaylayıp aramayı sonlandırdım. O sırada görüş açıma Aksel’in arabası girmiş, yanımdaki boş yere park etmişti. Güneş gözlüğünü takıp sarı saçlarını dağıtarak indiği esnada ben de siyah güneş gözlüklerimi takmış, çantamı alarak arabadan inmiştim.


“Vay vay vay…” diye mırıldandı Aksel dudaklarındaki tebessümle. “Bu ne güzellik.” Gözlerimi devirip yanına doğru adımladım.


“Sus da yürü.”


“Ne var kızım?” dedi sitemle. “Alay ediyoruz olmuyor, iltifat ediyoruz olmuyor. Ne cinssin. Küçükken de böyleydin sen.”


“Susacak mısın Aksel?” Sinir olmuş bir şekilde ona döndüğümde kolunu omuzuma atarak sırıttı. Üzerinde beyaz keten bir gömlek, altında ise lacivert bir şort vardı. Sol kolunda ise siyah bir spor çantası asılıydı.


“Bizimkiler kantindeymiş, yanlarına geçelim mi?” Başımı sallayıp ilerlemeye devam ettiğimde o da kolunu omuzumdan çekmiş yanımda yürümeye başlamıştı. Kantine doğru ilerlediğimiz sırada Aksel’le bana çevrilen bakışlar ve fısıldaşmalar oldukça fazlaydı.


Oha gerçek miymiş?


Akyel’den sonra Aksel mi? Midesiz.


İğrençler.


Akyel’e yazık valla.


Bir de ikizi yani, olacak iş değil.


“Aldatmış demek ki gerçekten. Bir de öyle olmadığını söyledi güya.” Yanından geçtiğim kız grubunun konuşmalarına daha fazla dayanamayıp bir hamle yapacağım sırada Aksel kolumdan tutmuş “Loya.” diye uyarmıştı ancak onu dinlememiştim.


“Ya siz ne biliyorsunuz?” Dışarıda oturan tüm öğrencilerin bakışları buraya dönerken ortam sessizleşmişti. “Neyi bilip de arkamızdan atıp tutuyorsunuz? Kimsiniz siz?”


“Nasıl bu kadar midesiz olabildiğini konuşuyoruz Loya.” dedi arkamdan gelen bir ses. Öfkeden alev alev yanan bakışlarımı arkamdan gelen sesin sahibine çevirdim ancak hayır, tanımıyordum bu kızı. “Önce Akyel, sonra Aksel.” Yüzündeki tiksinti ifadesi mideme yumruk yemişim gibi hissetmemi sağladı. “İkizler bir de. Neredeyse aynılar. Biri neyine yetmedi?” Aksel’in elinden kurtulup hırsla kıza yöneleceğim sırada önüme geçen bedenle adımlarım bıçak gibi kesildi.


“O tiksinmiş ses tonunu bir değiştir önce.” Giydiği siyah deri ceketten bile belli olan geniş omuzları önümde adeta bir duvar gibiydi. Kalbim hızlandı. Burnuma önce kokusu geldi. İstemsizce birkaç kere derin nefes alma ihtiyacıyla dolup taştım. “Bu dedikoduları nereden buluyorsunuz bilmiyorum ama yorumlarınızı kendinize saklayın. Olmamış şeyleri oldu diye anlatıp Loya’yı zan altında bırakamazsınız.” Bedenini hafifçe sağa döndürdü. Yüzünün sağ profili hatırama kazanmıştı. Ben onu kokusundan değil, adım sesinden bile tanırdım. Ruhum ruhuna aşinaydı. Çatık kaşları, kasılmış çenesi, biçimli burnu, alnına dağılmış sarı tutamları ve sağ çene kemiğinin hizasındaki belli belirsiz beni… Her şeyiyle kusursuz olan adama bir zamanlar kalbimi vermiştim, elleriyle ezip geçeceğini bilemezdim.


“Bir daha Loya hakkında böyle konuşmalar duyarsam, iyi olmaz.” Alttan alta tüm öğrencileri tehdit ederken oldukça sert ve korkusuz görünüyordu. O Akyel Kıran’dı. Bir zamanlar bana karşı tüm duvarlarını indirmiş ama şimdi önüme çok daha kalın duvarlar dikmiş, kalbimdeki tek adamdı. “Dediklerinizin hiçbiri yaşanmadı. Loya benim ve Aksel’in çocukluk arkadaşı. Saçma sapan, bel altı dedikodularınızı kendinize saklayın.” Bakışları tüm öğrencilerde gezindi. Düzeltiyorum: Ben hariç tüm öğrencilerin üzerinde. Sert adımları kantinin girişine doğru ilerledi. Arkasında bir kere bile bakmadan, tüm gözler üzerindeyken içeri girdi. Gözden kaybolması sadece saniyeler sürmüştü. Fısıltılar yeniden başlarken Aksel hafifçe kolumdan tutmuş, kantine doğru ilerletmişti beni.


“Salak herif, ne bokuma bu hâle getirdin ilişkinizi?” Aksel kendi kendine mırıldanırken ben olayların ve söylenenlerin etkisinden çıkamamıştım. Akyel’den böyle bir çıkış beklemiyordum. Oysa tüm o sözlere karşılık kalbimi en çok kıran bana bir kere bile bakmamış olmasıydı. Bir kere baksaydı gözlerime. Bir kere değseydi yeşilleri mavilerime… Çok şey mi istiyordum?


“Bizimkiler orada.” dedi Aksel bir yandan beni de oraya doğru ilerletirken. “Gel biraz otururuz.” Cevap vermedim. Ancak yanlarına doğru ilerlerken biraz önce önümde adeta kalkan olmuş adam şu an o masada, grubuyla birlikte oturuyordu. Ayaklarım geri geri gitmek bir an olsun istemedi. Oysa istemeliydi. Kaçmak, görmek istememliydi. Yapamadı, masaya doğru büyük bir istekle ilerledi.


“Selam gençler!” Aksel’in enerjik sesi tüm gözleri üzerimizde topladı. Tek istediğim bana değmesini istediğim yeşil gözlerdi. Kafasını bile kaldırmamıştı.


“Hoş geldiniz!” dedi Asil içtenlikle. Sandalyesini biraz yana kaydırıp eliyle beni yanına çağırdı. Küçük adımlarla yanına doğru ilerleyip benim için tuttuğu plastik sarı sandalyeye oturdum. Çantamı kucağıma alıp fermuarını açtım. İçinden termosumu çıkarıp masama koydum.


“Ee, nasılsınız?” diye sordu Pars. Ortaya olduğunu düşündüğüm sorunun asıl muhattabı bendim. Pars’ın kahveleri direkt olarak benim üzerimdeydi. Dünden sonra nasıl olduğumu soruyordu.


“İyi.” dedim kısaca. “Her zamanki gibi.” Umursamaz çıkan sesim üzerine gizliden gizliye şaşkın bakışlar üzerimde toplandı. Aksel şaşırmamıştı, bu yanımı en iyi o biliyordu. “Siz nasılsınız? Albüm nasıl gidiyor?”


“İyi gibi.” diye cevapladı sorumu Deniz.


Deniz Karaca, Dynamite grubunun solistlerinden biri. Akyel’in en yakın arkadaşı.


“Birkaç pürüz çıkıp duruyor her seferinde ama şimdilik hallettik gibi.” Başımı salladım gülümseyerek. “Sevindim.” dedim tüm içtenliğimle. “Çok güzel olacağından hiç şüphem yok ama ilk dinleyenlerden olmazsam bozulurum.” dedim gözlerim kısarak. Kısık bakışlarımı o hariç hepsinin üzerinde gezdirdim. “Ona göre.”


“Tamam rock kraliçesi, sen merak etme.” dedi Uzay kocaman gülümseyerek.


Uzay Dara, Dynamite grubunun gitaristi. Tıpkı Akyel gibi.


“Rüzgâr ağabey nasıl?” diye sordu Aksel arkasına yaslanıp kolunu Akyel’in sandalyesinin arkasına attığı sırada. Rüzgâr ağabey Dynamite grubunun bas gitaristiydi ve bizden birkaç yaş büyüktü. O yüzden okulda bizimle birlikte değildi. Aksel’in sorusuna Asil cevap verirken mavilerim üzerimde hissettiğim bakışlarla karşıma doğru kaydı. Bakmasını beklediğim yeşiller, mavilerime saplandı. Dikkatle bana bakarken kalbim gümbür gümbür atıyordu. Ağzım kurumuştu, dudaklarımı nemlendirme ihtiyacıyla dolup taştım ancak dudaklarım aralandı.


“Teşekkür ederim.” dedim bir anda. Tüm sesler susarken gözlerim Akyel’den bir saniye olsun ayrılmadı. “Beni koruduğun için.”


“Seni korumadım.” dedi sert bir tınıda. Sertçe yutkundum. Sesi bir yabancıyla konuşuyormuş gibiydi. “İkimizin imajı açısından da böyle dedikodular hoş karşılanmazdı.” Kalbime aniden giren sancıyla elim Asil’in elini yakaladı. Acı geçene kadar elini sıktım. Asil durumu anlayıp elimi okşadığında beni rahatlatmaya çalıştığını biliyordum ama yüzünden hissettiği endişenin okunduğunu da tahmin edebiliyordum.


“Anladım.” dedim zorlukla. Aksel kaşları çatık bir şekilde yanında oturan ikizine bakarken Deniz’in çatık kaşları Asil’in tepkilerini izliyordu.


“Şey!” dedi Asel bir anda. Sancım geçmemişti. Biraz azalsa bile hâlâ sızısı bakîydi. “Biz şey, biz Loya’yla derse gidelim.” Bir anda ayaklandı. Eli elimde olduğu için beni de yavaşça kaldırdı. “Evet gidelim biz. Haydi Loya.” Aceleyle çantamı alıp kendi çantasını da aldığı sırada masadaki tüm çatık kaşların hedefi bizdik. Akyel’inki dahil. Asil hızlıca koluma girip endişeli bir gülümse sunduğunda “Görüşürüz!” diyerek hızlı bir şekilde uzaklaştırdı bizi oradan. İfadesiz tutmaya çalıştığım ifadem o masaya ardımızı döndüğümüzde kayboldu.


“A-Asil…” diye mırıldandım titreyen sesimle.


“İyisin.” dedi Asil güven verici bir tınıda. “Sabah ilacını aldın mı?” Başımı iki yana salladım. “Yanında mı peki?” Kızlar tuvaletine girdiğimizde Asil’i onaylamamla beni lavabo tezgâhına yaslayıp çantanın içini karıştırdı bulduğu ilaç kutusuyla birlikte soğukkanlılıkla içinden bir ilaç çıkarıp dudaklarımın arasına yerleştirdi, ardından çantasından çıkardığı su şişesini dudağıma yasladı. Hızlıca ilacı içip yüzümü aynaya doğru döndüm. Ellerimi tezgâha yaslayıp başımı hafifçe öne eğdim. Kalbimin ağrısı yavaş yavaş geçerken derin derin nefesler almayı sürdürdüm. Asil’in eli sırtımı sıvazlıyordu.


“Loya bu ne kadar böyle devam edecek? Hastaneye gitsek?”


“Hastane olmaz.” Başımı hafifçe kaldırıp bembeyaz olmuş yüzümle göz göze geldim. Sabah yaptığım makyaj uçmuştu sanki. Yüzümden acı çektiğim tüm çıplaklığıyla okunuyordu. Akyel’in anlamasını umuyordum. Bana acımasını istemiyordum.


“İyi değilsin.” dedi Asil aynadan gözlerimiz kenetlenirken. “Akyel’le olanlar… Sanki daha da kötüleşti durumun. Acı çekmeye ne zaman bir son vereceksin Loya? Bu kadar güçlü durmak zorunda değilsin.” Makyajıma aldırmadan titreyen ellerimle musluğa doğru uzandım. Soğuk suyu avuçlarıma doldurup birkaç kez yüzümü yıkadım.


Kendine gel, Loya. Kendine gel… İyisin.


“Ben iyiyim.” diye mırıldandım Asil’in tüm söylediklerine karşılık. Onu mu ikna etmeye çalışıyordum yoksa kendimi mi, bilmiyordum. Asil’in uzattığı kağıt havluyu aldım. Sertçe yüzümü kuruladıktan sonra derin bir nefes daha çektim içime. Ağrım geçmişti ama o ağrıdan sonraki yorgunluk daha çekilmez oluyordu. Bedenim hâlsizleşmişti.


“Çıkalım mı?”


“Loya…” Devam etmesine müsaade etmeden dudaklarımı araladım.


“İstemiyorum Asil, lütfen zorlama.” Dudaklarını birbirine bastırdı yenilmişlikle. İçimdeki o minnettar küçük kız kollarını açıp sımsıkı sarıldı Asil’e. “Teşekkür ederim.” diye fısıldadım kulağına doğru. Onun da kolları bana sımsıkı dolanmıştı. “Kız kardeşler bunun içindir Loya.” Gülümseyerek ondan ayrıldığımda küçük adımlarla tuvaletin çıkışına doğru ilerledim. İlaç içtiğim sırada kimsenin tuvalete gelmemesi iyi olmuştu. Dedikodulara bir de bu eklenmemeliydi. Kapıyı hafifçe aralayıp çıktığımda gördüğüm bedenle gözlerimi kırpıştırdım. Dudaklarım anlamazcasına aralandı.


“Akyel?” İfadesiz bakışları üzerimde dolandı. Dikkatlice süzdü yüzümü. Bir şeyleri çözmeye çalışıyor gibiydi. Çözmemeliydi. “Ne işin var burada?”


“Asil.” dedi arkamdan gelen sarı saçlı kıza hitaben. “Deniz seni arıyordu.” Asil’in kaşları çatıldı. Bana anlamadığını belirten bir bakış attıktan sonra yanımızdan ayrıldı. Ayaklarım yere çivilenmiş gibiydi. Hareket edemiyordum. İçimi yakan yeşilleri hâlâ benim üzerimdeydi. Asil’e hitaben konuştuğunda bile yeşil hareleri benden ayrılmamıştı.


“Bir şey mi diyeceksin?” diye sordum sabırsızca. Başını hafifçe iki yana salladı. Ardından mimiklerine tezat bir şekilde dudakları aralandı. Diyeceği şeyin merakıyla pür dikkat ona bakarken başını yeniden iki yana sallayıp öne eğdi. Ardından hızla arkasını dönüp bir elini ensesine atarak uzaklaştı yanımdan.


Bu işin arkasında bir şey olduğunun farkındayım ben. Ne olduğunu bilmesem de ikinizi de yıkan bir şey olduğu belli.


Aksel’in sözleri canlandı zihnimde birden. Mantıklı değildi. Buraya Asil’i çağırmak için gelmemişti bunun farkındaydım. Hareketlerini anlayacak kadar tanıyordum onu.


Bizden ayrılmasını anlayamadık ama Loya.


Doğruydu. Son zamanlardaki hareketleri tanıdığım Akyel’den çok uzaktı. Derince iç çekip müzik sınıfına gitmek için merdivenlere yöneldim. Zihnim düşüncelerimin esiri gibiydi. Bir türlü susmuyor hatta uyumama dahi müsaade etmiyordu. Sınıfa doğru ilerlerken telefonuma gelen bildirimle birlikte çantamın fermuarını açtım. İçinden telefonumu çıkarıp ekrandaki isimle birlikte hızlıca sohbet ekranını açtım.


Gönderen: Jale Hanım

Bu gece olacak olan tek sanatçı sen değilmişsin Loya.


Kaşlarım ağır ağır çatıldı.


Gönderen: Loya Saklıhan

Kimmiş peki?


Gönderen: Jale Hanım

Bu talk show’a katılmaman bir ihtimal değil.

Biliyorsun, değil mi?


Sabırsızca telefon ekranındaki klavyede gezdi parmaklarım.


Gönderen: Loya Saklıhan

Kim olduğunu söyleyecek misiniz?


Yazıyor…

Çevrimiçi…

Yazıyor…


Gönderen: Jale Hanım

Akyel Kıran


İşte bu kadardı. Zaten kendine gelemeyen kalbim tekrardan göğüs kafesimi dövmeye başlamıştı. Bir isim yetiyordu kalbimin kendini kaybedercesine atmasına.


Akyel Kıran… Beklemediğim darbeyi kalbime indiren adam. Benim altın vuruşumu kalbimi emanet ettiğim adam yapmıştı. Ondan ne kaçabiliyor ne de ona yaklaşabiliyordum. Kalbim koşulsuz şartsız onundu. O reddetmeyi seçse de ben hep onu sevecektim.


Jale Hanım’a görüldü attığım esnada ekranıma magazin sayfasından bir bildirim düşmüştü.


Music Magazine’den son dakika haberi:


Son zamanlarda genç ünlüleri ekranlardan düşürmeyen Tahsin Bağcı Talk Show’unda bu akşam beklenmedik konuklar yer alacak. Geçtiğimiz günlerde ayrılık haberiyle gündeme bomba gibi düşen Loya Saklıhan ve Akyel Kıran çifti bu akşam Tahsin Bağcı’nın konuğu olacak. Program saat 20.00’de yayınlanacak. Kaçırmayın!

1 Yorum


Yaaaa

Beğen
ChatGPT Image Aug 17, 2025 at 07_42_19 PM_edited.png
Bu siteye yüklenen şarkıların ve kitapların tüm hakları bana aittir.
bottom of page