top of page

18. Bölüm: Kapılar Ardında

“Sandım ki dalarsam en dibe

Dünya devrilse de

Kalırım ben yerimde”


Loya


“Loya… Loya aç haydi gözünü.” Kulağıma boğuk boğuk sesler geliyordu. Bilincim kendine gelmek için çabalıyordu. Gözkapaklarımın üzerinde bir ağırlık var gibiydi. Gözlerimi açamıyordum. Sanki… Gözlerimi açmam demek gerçekliğe dönmem demekti ve ben gerçekliğe dönmekten ölesiye korkuyordum. Nasıl dönerdim? Ben onun olmadığı bir dünyaya dönemezdim. Onun yokluğunu kaldıramazdım. Çocukluğumda, gençliğimde ve yetişkinliğimde… Ömrümü adadığım, kalbimi ona verdiğim adamın yokluğuyla yüzleşemezdim. Uyumaya devam etmek istedim ancak sesler bir saniye olsun susmadı.


“Loya, uyanmalısın artık.” Boğuk bir erkek sesiydi kulaklarıma ulaşan. Tanıyamadım. Sesler o kadar kısık ulaşıyordu ki kulağıma, kimin sesi olduğunu çıkaramıyordum.


“Sevim Hemşire dozu biraz daha artırır mısın lütfen?” Sesler biraz daha anlaşılır hâle geldiğinde yanımda kim varsa duraksadı. Birkaç dakikayı sessizlik içinde geçirdi. Bilincim yavaş yavaş açılıyordu. Vücudumu saniyeler birbirini kovalarken hissetmeye başlamıştım.


“Uyan Loya.” Berkan, bu ses ona aitti. Gözkapaklarımın üzerindeki ağırlık hafifledi. Gözlerim açılmak istercesine kıpraştı. Bana bir hayli kısa gelen uykum yavaş yavaş dağıldı. Gözkapaklarım aralandı, floresanın keskin ışığı harelerimden içeri sızdığında gözlerimi yeniden yumdum. Kirpiklerim titredi. Odadan hiçbir ses çıkmıyordu. Derin bir sessizlik hâkimdi. Birkaç dakikanın sonunda harelerim kısıkça aralandı, bilincim yerine geliyordu. Derin bir iç çekti biri. Rahatladığını anlamıştım.


“Berkan?” diye mırıldandım çatallı sesimle. En son onun sesini duymuştum, biraz önce de konuşanın o olduğunu biliyordum.


“Buradayım.” dedi görüş açıma girerek. Bulanık gören gözlerimi birkaç kere daha kırpıştırdım. Berkan’ın yüzü saniyeler geçtikçe netleşti. Yüzünde hissettiği rahatlamanın emareleri vardı ancak bir yanı da durgun gibiydi. Gülümsüyordu ancak donuktu. Kendime gelmek adına birkaç saniyeyi sessizlik içinde geçirdim. Zihnime anılarım yavaş yavaş doldu. Aksel’in Hâle’ye meydan okuması, Akyel’in yokluğu, o televizyon haberi, onun soğuk teni, elimin eline kenetlenişi, bırakmaz istememesi… Kalbimde hissettiğim ağırlık büyüdü, nefes alamadım. Dudaklarım titredi. Yaşlarla dolu harelerim Berkan’a döndü.


“Berkan,” Başını iki yana salladı. Gözpınarımdan düşmek üzere olan yaşı eliyle sildi.


“Hayır,” dedi yüzümü avuçlarının içerisine aldığı sırada. “Hayır, çok ağır bir ameliyat geçirdin. Kalbin zaten çok yorgun, onu daha fazla yorma.” Bir şey diyemedim ancak dudaklarım titremeye devam etti. “Ben Akselleri çağırıyorum.” Dudaklarında buruk bir gülümseme yer edindi. “Sakın biz gelene kadar o yeşillerini doldurma.” Başımı salladım hafifçe. Oysa içimden tek gelen şey bağıra bağıra ağlamaktı. O kapıdan çıkar çıkmaz elimi dudaklarıma yasladım. Kalbim paramparçaydı. Dudaklarımın arasından kaçan hıçkırık avucumda kayboldu. Gözyaşlarım ise beklemeden yanaklarıma akın etti. Darmadağındım ve emindim ki diğerleri de öyleydi. Hem benim durumum hem de Akyel’in gidişi bizi yok etmeye yeterdi. Şimdi ne olacaktı? Hayata devam etmek kolay mıydı? Nasıl kolay olurdu? Ben Akyel’siz nasıl yaşardım?


Kapının ardından duyduğum adım sesleriyle birlikte hızlıca gözyaşlarımı ellerimle kuruladım. Yerine yenileri akıp duruyordu. Gözyaşlarım, içimdeki yangının dışa vurumuydu. Canım çok acıyordu. Daldığım uykuda bile aklımda yalnızca o vardı. Onun gülüşü, onun teni, onun gözleri, onun dokunuşu, onun kokusu… O kadar güzeldi ki. Güneş gibi parlayan saçları, aşkla bakan yeşilleri, beyaz teni… Her şeyiyle o çok iyiydi, hayattaydı. Oysa onun o hâli sadece rüyamı süslemişti.


Kapım tıklatıldı. Son bir gayret gözyaşlarımı yeniden kuruladım. Derin bir nefes aldım. Cevabımı beklemeden kapı aralandı. Harelerim tavandaydı. Onların yıkık hâllerinden korkuyordum. Görürsem yıkılırdım. Dibe batmıştım, çıkmak istediğimden de emin değildim.


“Loya?” Aksel’in kırık sesini işittiğim anda engel olamadım, dudaklarımın arasından bir hıçkırık kaçtı. “Kızılım…” Gözlerimi sımsıkı yumdum. Gözyaşlarım şakaklarıma doğru süzüldü, durmadı. Durdurmak da istemedim. Yatağımın sol tarafı çöktü. Sıcak kolları hissettim tenimde. Bedenimi yavaş yavaş kaldırdı. Yaralarıma dikkat edercesine sarıldı. Başını boynuma gömdü. Kokusundan tanıdım, Aksel’di. Benim gibi o da sarsıla sarsıla ağladı. Kollarımı tüm gücümle sardım ona.


“Çok özledim.” dedi çatallı sesiyle. Hıçkırdı, dudakları yeniden aralandı. “Sakın sen de gideyim deme.” Başımı omuzuna dayadım yorgunlukla. Ağlamam sesli bir hâl almıştı. Tutamamıştım kendimi. Tutmak istememiştim. Kalbim yorgundu, evet ama içime atamamıştım.


“Aksel,” dedim acıyla inlercesine. “O yok mu? Nerede o?” Yutkundu. Sertçe yutkunmasını işitebildim. “Nerede Aksel?”


“Loya yapma.” Titreyen elleri tutuncu tutamlarımın arasından geçti. “Ne olursun yapma.” Başımı iki yana salladım. Tutumuştu o benim elimi. Bırakmamıştı, bırakmak istememişti. Hem o sesimi duysa, acımı hissetse gelirdi. Neden gelmemişti öyleyse?


“Loya,” Berkan araya girdi yumuşak bir tınıda. Aksel’in omuzundan başımı kaldırdım. Bükülen dudaklarımla birlikte ona döndürdüm bakışlarımı. Gözlerinde şefkat vardı ancak koyu harelerinin ardında gizlenen acı seçiliyordu. “Daha yeni uyandın. Senin stresten, üzüntüden uzak kalman lazım. Evet, biliyorum çok zor. Onu çok özlüyorsun, haklısın.” Eli omuzum buldu, hafifçe sıktı. “Ama ağlama daha fazla. Daha uyanalı ne kadar oldu şunun şurasında? Kalbin yorgun, ona biraz izin ver.”  Bakışları odadaki diğer arkadaşlarımızı buldu. “Hastamızı çok yormayalım gençler,” dedi yumuşak bir tınıda. “Olur mu?”


“Sen merak etme.” Kulağıma ilişen naif ses, kalbimi biraz olsun ısıttı. Onu gerçekten çok özlemiştim. O benim en yakınım, can dostumdu. “Biraz sarılıp çıkacağız. Üç aydır çok özledik.” Asil’in masum tınısı hareketlerimi yavaşlattı. Kollarımdaki güç biraz çekilir gibi oldu. Tam üç ay… Akyel’in öldüğü günden bu yana üç ay mı geçmişti? Nasıl olurdu?


“Üç ay mı?” diye sordum başımı Aksel’in omuzundan kaldırdığım sırada. Yüzüm buruştu, anlamak istercesine odada gezdirdim gözlerimi. “Üç… Ne?”


“Zorlu bir ameliyattı.” dedi Berkan araya girerek. Bakışlarım, yeniden onu buldu. “Çok zordu Loya, uyanman bile bir mucize.” Dudaklarımı aralayacağım sırada ciddi ifadesini sürdürerek devam etti. “Önümüzde zorlu bir süreç var. Bir süre vücudunu, kalbini gözlemleyeceğiz. İlaçlarını aksatmadan düzenli olarak alman için buradaki hemşireler sana yardımcı olacaklar. Dinlenmen gerekiyor. Stres, üzüntü… Kalbini yoracak her şeyden uzak durman gerekiyor. Ayrıca ameliyat sonrası kalbini yormayacak yiyecekler yemen için bir liste hazırlanıyor. Tüm öğünlerini atlamadan….” Berkan sözlerini ardı ardına sıralarken öylece durup dinledim. Bir süreden sonra ise odağım tamamen dağılmıştı.


Üç ay… Kısa gibi duyulsa da çok uzun bir süreydi. Tamı tamına doksan gün… İnsan yirmi bir günde alışıyordu bir şeylere, oysa ben doksan gündür Akyel’in kalbimdeki kaybıyla boğuşuyordum. O morgda, ona sarılarak ağladığım o ana hapisti ruhum. Biliyordum, kalbim onsuz hiçbir zaman iyi olmayacaktı. Anlamsız geliyordu tüm her şey. Nasıl olurdu? Nasıl giderdi o bu hayattan?


“Anladın mı beni Loya?” Daldığım düşüncelerimden tam olarak sıyrılamasam da boş gözlerle onayladım dediğini. Stres, üzüntü, her şeyden uzak kalmalıymışım. Saçmalıktı. Benim kalbim ebedi bir hüzne mahkumdu. “Hepimize geçmiş olsun, ben kontrol için yeniden geleceğim.” Onaylayan mırıltılar eşliğinde koyu harelerini son kez üzerimde gezdirdi. Ardından hızlı adımlarla odadan ayrıldı. Kollarımı Aksel’den çektim. Hâlâ yaşlı olan irislerim duvar kenarına sinmiş, saçı başı dağılmış, soluk benizli arkadaşımı buldu. Tüm yorgunluğuna ve gözlerinde parıldayan acı kırıntılarına rağmen gülümsedi. Ardından küçük ama hızlı adımlarla yanıma adımladı. Aksel onun için hafifçe kenara kaydığında açılan küçük yere oturdu. Kolları anında etrafıma dolandığında aynı şekilde ona karşılık verdim. Titrek bir nefes çektiğini hissettim. Elleri saçlarımı buldu. Hafifçe okşadı, ardından daha da sıkı sarıldı.


“Çok korktum.” dedi sessizce. Kısık ama titrek çıkan sesiyle yutkundum.


“Ben de.” diye mırıldandım. Bir yandan korkmuştum, diğer yandan ise Akyel’in yanına gitmeyi her şeyden çok istemiştim. Ama olmamıştı. Şimdi bu anda, onun yokluğuyla yüzleşiyordum. Gözümü açtığımda ilk gördüğüm yüz, onunki olsun istemiştim. Bir yerden çıksın, “Şakaydı Loya” desin diye beklemiştim. İğrenç bir şaka olduğu için günlerce ona trip atardım belki de. Kısık bir nefes çektim içime. Yeter ki gelseydi. Asil hafifçe kendini benden ayırdığında ıslanan yanaklarını avuç içleriyle kuruladı. Kırık tebessümü yavaş yavaş büyüdü. Kocaman bir gülümseme olana kadar devam etti.


“Artık ağlamak yok.” dedi hem kendini hem beni ikna etmek ister gibi. “Bundan sonra hiç üzülmeyeceğiz.” Kaşları çatıldı. “Sen de o yorgun güzel kalbini daha fazla yormayacaksın.” Nemli elleri ellerimi buldu. Usulca sıktı. “Artık hep iyi olacağız, iyi olacaksın.” Buruk bir tebessüm yeşerdi dudaklarımda. Başım hafifçe sol omuzuma doğru düştü. Olmayacaktım, bunu bu odadaki herkes çok iyi biliyordu. Asil de farkındaydı ancak inanmak istemediğini görebiliyordum. Eski hâlimize dönmeyi her şeyden çok istiyordu ama Akyel olmadan eskinin hiçbir anlamı yoktu gözümde.


“Yavaş yavaş çıkalım arkadaşlar.” Ciddi ve ifadesiz tını beklemediğim birinin dudaklarından dökülmüştü. Pars düz bir ifadeyle hepimizin üzerinde gözlerini gezdirip en son Deniz’de durdu. “Loya daha yeni uyandı, bırakalım da dinlensin.” Asil haklı olduğunu düşünmüş olacak ki başını salladı hızla.


“Pars haklı.” dedi yanımdan kalktığı sırada. “Her ne kadar bu durum şaşırtıcı olsa da.” Kendi kendine mırıldanmasıyla gülmeden edemedim. Haklıydı ama sanki bir şeyler değişmiş gibiydi. Odadaki enerji eskisi gibi değildi. Gergin bir ortam vardı. Pars’ın Deniz’e bakışları, Uzay’ın sessizliği, Aksel’in üzerindeki sakinlik, Asil’in halsizliği… Hiçkimse kendinde değildi. Onlar üç aydır bir değil, iki kayıpla boğuşuyorlardı. Belki de sebebi buydu. Ben daha bir kaybı kaldıramazken onlar hem beni beklemiş hem de Akyel’in yasını tutmuşlardı. Onlar için zor olduğunu tahmin edebiliyordum.


“Hemen kapının ardındayız.” dedi Deniz dudaklarındaki tebessümünü eksik etmeden. “Güvendesin.” Şefkatli tınısı içimi ısıtmıştı. Başımı biraz olsun hissettiğim huzurla salladım. Sırtım yeniden yatağımla buluştu. Başımı yastığa koyduğum an gözlerim kapandı. Vücudum, zihnim, kalbim yorgundu. Her ne kadar iyi olmaya çalışsam da olmadığımın bilincindeydim. Bizimkiler odadan teker teker ayrıldı. Kapıyı hafif aralık bıraktılar. Seslendiğimde duymaları için yaptıklarını biliyordum. Başımı sola doğru döndürdüm. Akyel’in kalbimin üzerinde uyuduğu hatıra canlandı zihnimde. Kokusu burnuma doldu. Ne tuhaftı, o yoktu ama kokusu burnumdan asla silinmiyordu. Kalbimin üzerinde hem bir ağırlık hem de derin bir huzur peyda oldu. Sıkı sıkı yumdum gözlerimi. Karanlığa teslim olmam sadece saniyelerimi almıştı.


  


Aksel


Derin Ağabey önde, ben arkada ilerliyorduk. Adımlarım onu takip ediyordu ancak bir robottan farksızdım. Bacaklarıma yetecek kadar gücüm vardı sadece. Ruhum taşıyamayacağı bir ağırlığın altında ezilmişti. Nefes alamıyordu ve o nefes alamadıkça bedenim sadece derin bir uykuya dalmak istiyordu. Hastanenin çıkışına geldiğimizde otomatik kapılar açıldı. Gecenin serin esintisi tüyler ürperten cinstendi. Üzerimdeki ince siyah tişört ve eşofmanla üşümemek elde değildi ancak yine de çökük omuzlarla ilerlemeyi sürdürdüm. Nereye gideceğimizi ve nedenini merak ediyordum. Derin ağabeyin gelişi hayra alamet olamazdı. Onu yıllardır görmüyorduk. Yıllar önce ülkeyi terk etmişti ve o zamandan beri Deniz’in söyledikleri dışında onun hakkında bir bilgimiz yoktu.


Açık otoparka geldiğimizde siyah bir cipe doğru ilerledik. Derin Ağabey kilidi açıp şoför koltuğuna yerleştiğinde ben de peşinden yolcu koltuğunda yerimi aldım. İkimiz de konuşmuyorduk, tek kelime etmeye mecalim dahi yoktu zaten. Arabayı çalıştırıp klimaları açtı. Sıcak hava arabaya dolmaya başladığında serin esintilerden dolayı kaskatı olan vücudum biraz olsun gevşedi. Sırtımı iyice koltuğa yasladım. Gözlerim sıcaklık eşliğinde kapanmaya can atıyordu.


“Aksel,” Derin Ağabey’in sesiyle kısık olan gözlerim iyice aralandı. Arabayı otoparktan çıkarmıştı. Sokak lambalarının aydınlattığı boş sokaklarda seyir halindeydik. “Bugün gördüklerini veya öğrendiklerini kimseye söylemezsin.” dedi sert bir tınıda. Ciddiyeti karşısında kaşlarım iyice çatıldı. Dikkatle sağ profilini incelemeyi sürdürdüm. “Hiç kimseye.” dedi bastıra bastıra. “Bu çok tehlikeli ve riskli.”


“Neler oluyor?” diye sordum anlamazcasına. Çatık kaşlarım ve buruşan yüzüm anlamadığımı belli ediyordu. Derin ağabeyin saniyelik bakışları beni buldu.


“Ciddiyim.” dedi yeniden. “Böyle bir şey asla olmamalı. “


“Ağabey.” Sert tınım karşısında arabayı hızlandırdı. “Ne oluyor? Nereye gidiyoruz?”


“En önemlisi.” Beni umursamadan devam etti. “Sakin kalmak zorundasın.” Başka bir şey sormamı istemezcesine biraz daha gaza abandı. Asfalt yolda ilerlerken binalar gözümüzün önünden hızla geçiyordu. İçimde bir huzursuzluk vardı. Kalbim ağrıyor gibi hissediyordum ama aslına bakarsak bu bir ağrı değildi. Başka bir şeydi. Tanımlayamadığım ancak iyi olmayan bir histi. Derin Ağabey’in söyledikleri beni daha çok gerçekten başka bir işe yaramamıştı. Bastıran uykum açılmıştı, kısık bakan gözlerim uykusuzluğa direnç gösteriyordu. Sıcakla gevşeyen vücudum ise yeniden kaskatı kesilmişti. Yayılarak oturduğum koltukta diken üstünde gibiydim. Yaklaşık yirmi dakika sessizce ilerledik. Ardından araba ormanın içine doğru ilerleyen bir patikaya saptı. Yolun bozuk olması nedeniyle arabanın içinde sallanırken araba farının aydınlattığı yolu izliyordum. Nereye gittiğimizi anlamaya çalışıyorum ama nafileydi. Böyle bir yere daha önce hiç gelmemiştim.


“Daha ne kadar var?” diye sordum ifadesizce. Aynı tınıda “Geldik.” diyerek yanıtladı sorumu. Bakışlarımı yeniden yola çevirdim. Karanlık bir kulübe vardı karşımızda. Perdeleri kapalıydı, araba farının aydınlattığı kadarıyla seçebilmiştim. Derin Ağabey el frenini indirerek kontağı kapattı. Ardından ise vakit kaybetmeden arabadan indi. Hareketlerim onu takip etti. Karanlık ormanda çıkan tek ses botlarının çıkardığı hışırtılardı. Sert adımları kulübeye doğru yöneldi. Usul adımlarla ardından ilerledim. Kulübenin önüne geldiğimizde ise kapıyı sertçe çaldı. Ardından “Benim ağabeyim.” diye seslendi. Tahta kapı saniyeler içinde açıldı. İçeride loş bir  ışık vardı. Siyah perdelerden dolayı içerisi daha da karanlık duruyordu. Sağ duvar kenarında bir yatak vardı. Üzeri örtünmüştü. Hemen yanında tahta bir gardrop vardı. İki kapılıydı ama ikisi de geniş değildi. Derin Ağabey beni beklemeden içeri girdiğinde kapıda kalakalmıştım. Omuzunun üzerinden bana baktı. “Gel.” dedi sessizce. Sesinde sakin bir tını vardı. Kalbim göğüs kafesimi dövercesine çarpmaya başlamıştı. İçeriye adım attığım anda ayaklarım altında tahta gıcırdadı. Kapı biraz daha aralandı, çığlık atarcasına tiz bir ses çıkardı. Gelecek olan fırtınayı haber veriyordu sanki. Kulübenin içerisine biraz daha girdiğimde odanın ortasında durdum. Kapı ardımdan kapandı. Derin Ağabey karşımdaydı. Ama bu odada onunla yalnız değildik. Ardımdan gelen adım sesleri bunu kanıtlar nitelikteydi. Titrek bir nefes kaçtı dudaklarımın arasından. Soran gözlerim Derin Ağabey’in üzerindeydi.


“Şunu bil.” dedi ellerini cebine soktuğu sırada. “Bunu yapmak zorundaydık. Başka çare kalmamıştı.” Kaşlarım ağır ağır çatıldı. Tam o sırada arkamda bir tahtanın gıcırdamasıyla omuzumun üzerinden ardıma baktım. Gördüğüm yüzle birlikte kalbim yerinden çıkarcasına göğüs kafesimi dövdü. Hareketlerim ağırlaştı. Sanki gözlerimiz birbirine değdiği an, içimde parçalanan her bir can kırığı kalbime battı. Vücudumu ona doğru döndürdüm.


“Ne?” Fısıltım dudaklarımın arasından çıkıp odada dağıldı. Gözlerime yaşlar usul usul yanaştı. “Ne?” Anlamıyordum. Karşımdaki gördüğüm kişi gerçek olamazdı. Başımı iki yana salladım. “Hayır,” dedim kendi kendime. “Çok fazla sakinleştirici aldım, yan etki yaptı.” Başını iki yana salladı. Gözyaşları yanaklarını ıslatmaya başlamıştı bile. “Olamaz ki bu.” diye mırıldandım kendimi ikna etmek istercesine. Bakışlarım bir hışım Derin Ağabey’i buldu. “Niye getirdin ki beni buraya?” Gözyaşlarım emir almışçasına yanaklarıma süzüldü. “Canım acısın diye mi yaptın? Bana yanlış kişiyi getirmişsin. Bu o değil.”


“Benim.” dedi kısıkça. Kulaklarım yanlış duyuyor olmalıydı.


“Benim kardeşimin saçları sapsarıydı ama.” diye mırıldandım masumca. Başımı inkâr edercesine iki yana salladım yeniden. “Senin saçların siyah.” Burukça gülümsedi.


“Böyle olması gerekiyordu.” Yeniden başımı iki yana salladım.


“Değilsin, sen değilsin. Öldü o, sen olamazsın.”


“Aksel.” Bir adım attı bana doğru. O bana bir ilerlediyse ben üç geriye gittim o an. “Yapma böyle, ne olursun.” Anlamıyordum. Nasıl o olabilirdi? Ben toprağa görmüştüm onu. Haftalardır geceleri onunla uyuyordum. Toprağının kokusu zihnimin köşesinde yer edinmişti kendine.


“Yapmış olamazsın.” Bu karşımda gördüğüm manzara gerçek olamazdı. Simsiyah saçları yeşil gözleriyle çok tezattı. Vücudu iyice süzülmüştü, yüzüne büyük gelen siyah kemikli bir gözlük takıyordu. Akyel gözlükten nefret ederdi. “Bu o değil.” dedim yeniden. Oysa karşımda kopyamın durduğunun da farkındaydım. Kaşının üzerinde solmuş, pembeleşmiş bir yara izi vardı. Yüzü artık bembeyaz değildi, morların, pembelerin ve kırmızıların ev sahipliğini yapıyordu. Küçük bir adım attı bana doğru. Adımlarım kesildi.


“Beni dinle.” dedi titrek bir tınıda. Dehşet içindeydim. Durumumu ancak bu kelime tarif edebilirdi. “Elimde değildi Aksel.” Zihnim yavaş yavaş gerçekliğe alışıyor gibiydi. Bu karşımdaki kişi… Akyel miydi? Akyel hiç… ölmemiş miydi? “Mecbur kaldım.” Ufak bir hıçkırık kaçtı dudaklarının arasından.


“Sen…” Gözlerim kısıldı. Dudaklarım anlamazcasına hafifçe aralandı. “Akyel, sen…”


“Ölmedim.” dedi birkaç adımda önüme gelerek. Gözlerini gözlerime sabitledi. O güçlü, asi çocuktan eser kalmamıştı. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızıydı ve o kalıplı vücudu çökmüştü. Çok zayıflamıştı. İnanmak istemiyordum. Ama kokusu… Kokusu burnuma dolduğu an kalbime bir sızı saplandı. Ondan başkası olamazdı. Yüzüm acıyla buruştu, nefeslerim sıklaştı. Tıpkı onun gibi çökmüş olan vücudum öfkeyle sızladı.


“Ya siz iyi misiniz?” Avazım çıktığı kadar bağırdım. Ondan birkaç adım geriledim. “Nasıl yaparsınız?” Hırsım, öfkem kadar büyüktü. Kendime engel olamadım. Benim kadar çökmüş olduğunu görsem de umursamadan sertçe ittirdim vücudunu. Ayakları birbirine dolandı, sendeleyerek birkaç adım geriledi. Adımlarım ona doğru ilerledi. “Nasıl yaparsın Akyel? Bu nasıl bir acı tahminin var mı?” Gözyaşlarım öfke ve hüzünün getirdiği yoğunlukla yanaklarıma süzüldü. “Ben her gece senin toprağında uyudum!” Gözlerini sımsıkı yumdu. Vücudu titredi. “Ben sen yalnız kalma diye asla ayrılmadım başından!” Ellerimi sertçe saçlarımdan geçirdim. “İntihar etmişsin bir de! Benim kardeşim nasıl kendine zarar verir diye düşünüp durdum günlerce? Niye bana anlatmadı, ben nasıl anlamadım diye kendimi yedim bitirdim!” Köşede duran ahşap masanın üzerindeki küçük cam küllüğe uzandı elim. Aldığım gibi hırsla duvara fırlattım. Cam parçaları her yere dağıldı. Çıkan şıngırtılara ve hışırtılara rağmen gözlerimi yere çökmüş kardeşimden çekmedim. Elleri yere yaslıydı. Başı yere doğru eğilmişti, dizleri üstünde duruyordu. Onun seslice ağladığına ilk kez şahit oluyordum. Afalladım. Üzerimdeki öfke yerini hâlâ koruyor olsa da ellerim ona sarılmak için adeta kaşındı.


“Aksel.” dedi ardımdan gelen ses. Bakışlarımı Akyel’in üzerinden çekmedim. Adım sesleri yakınlaştı. Belki de bir adım arkamda durdu. “O hiç iyi değil. Sen ne kadar iyi değilsen o belki de senden de beter. Onu dinle.” Yeniden dolan gözlerimle çenemi sıktım. “Ayrıca, haberlerdeki söylenilen her şey gerçekti.” Kanım çekildi. Duyduklarıma kayıtsız kalamayarak omuzumun üzerinden sözlerin sahibine çevirdim bakışlarımı. “Yaşaması bir mucize.” Dudaklarım aralandı. Oysa o zihnimi okumuş gibi başını iki yana salladı. “Hayır, oyun değildi.” dedi, eli omuzumu sıktı. Yeşil harelerim yeniden Akyel’i buldu. O koca adam önümde darmadağın olmuştu. Sarsak adımlarımı ona doğru ilerlettim.


“Sikeyim!” diye mırıldandım sinirle. Dizlerim yere değdiği an kollarım ona dolandı. Başı göğsüme yaslandı. Eksik kalan kalbim o an hissettiği tamamlanmışlıkla şevkle çarptı. Güçsüz kollarını sırtıma sardı. Siyah kumaşı avucunda hapsetti güç almak istercesine. Hıçkırıkları adeta göğsümde esir oluyordu. Vücudu bir çocuğunki kadar kırılgandı, gözyaşları yaslandığı kumaşı sırılsıklam yapmıştı.


“Yaşıyorsun.” Başımı önüme eğdim, burnumu, eskiden güneşin yansımasını anımsatan ancak şimdi karanlığın tutsağı olan simsiyah saçlarına dayadım. Kokusu burnuma doldu, gözlerim sıkı sıkı kapandı. “Yaşıyorsun lan.” Kollarımı daha sıkı sardım bedenine. Yaşıyordu, ölmemişti. Bunun gerçekliği zihnimde netleşirken kalbim daha çok ağladı. Benim kardeşimi kim bu hâle getirmişti? Kim canını acıtmıştı bu kadar? Nasıl gitmek isterdi bu dünyadan? Ben onsuz ne yapardım? Onsuz geçirdiğim birkaç hafta bile zulüm olmuştu bana. Onun olmadığı bir ömür geçirme fikri uykularımın karabasanıydı. Yapamazdım, ben onsuz ayakta bile kalamazdım.


“Geçti.” dedim sırtını sıvazladığım sırada. Neye geçti dediğimi bile bilmiyordum ancak tek istediğim bu çökmüş hâlindense eski güçlü Akyel’i görmekti. “Geçti, birlikteyiz artık.”


“Özür dilerim.” Acı içinde, adeta inleyerek söylediği sözler karşısında yutkundum. Boğazıma bir yumru oturdu, defalarca yutkunsam da gitmedi. “Başka çarem kalmamıştı.” Nefesi kesildi. Onun bu hâli canımı yakıyordu, sol tarafımda onun öldüğünü duyduğum anda gelen sızı yeniden baş göstermişti. “Yemin ederim böyle olsun istemedim.” En başında… Bu olayların en başından beri bir şeylerin ters gittiği belliydi. Aylardır Akyel’in huzursuz olduğunu, mutlu olmadığını görüyordum ancak bunun nedenini hiçbir zaman çözememiştim. Sadece Deniz’den Hâle ile ilgili olayların küçük bir kısmını öğrenebilmiştim. Öğrendiğimde ise kan beynime sıçramış, o kadından hesap sormaya gitmiştim. Benim savaşmaya başladığım gün, onun vazgeçtiği gündü. Geç kalmıştım, çok geç kalmıştım hem de.


“Konuşacağız.” dedim sakinleştirmek istercesine. Hâlâ kollarımın arasında olduğuna inanamıyordum. Nefes alıyordu, teni bu gibi değildi, dudakları morarmamıştı, gözleri sonsuz bir uykuya kapanmamıştı. Buradaydı, yanımda, kalbimin tam üzerinde. “İkimizin de kendine gelmesi lazım.” Hem kendimi hem de onu ikna etmeye çalışıyordum sanki. “İkimizin de iyileşmesi lazım.” Zihnime dolan görüntülerle yutkundum. “Sadece bizim de değil,” diye fısıldadım. Aklımda tek bir isim, o hastane yatağında tek bir kişinin görüntüsü vardı. Akyel bir defa yıkılmıştı, onunla birlikte hepimiz darmaduman olmuştuk ama onun beklemediği bir darbe daha gelecekti. Loya’nın durumundan bihaberdi. “Hepimizin.” dedim şu an için. Bu konuları daha sonra öğrenecekti. Başına neler gelmişti, nasıl bu hâle gelmişti ve onu bu raddeye ne getirmişti bilmiyordum. Tek bildiğim, bu saatten sonra Akyel’e zarar gelmesine asla izin vermeyeceğimdi.


Derin bir nefes çektim içime. Burnuma dolan kokusu ruhuma öyle iyi geldi ki, tüm bu karmaşaya ve acıya rağmen kalbimin derinlerinde bir huzur kırıntısı belirdi. Çok özlemiştim. Ben ruhumun diğer yarısını, ağabeyimi, kardeşimi, ailemi çok özlemiştim.

“Özür dilerim.” Akyel o gece bir an olsun özür dilemeyi bırakmadı. Bana söylediği her şeyi birkaç defa daha tekrar etti, sayıkladı. En başında söylediğim sözler, ona belki de verdiğim zarar kalbime bir yük bindirdi. Kötüydü, kötüydüm, kötüydük. Hepimiz darmadağın olmuştuk. Akyel’in ölmediği gerçeği tüm bu kaosun içine bomba gibi düşmüştü. Diğerlerinin nasıl tepki vereceğini bilmiyordum. Bu saatten sonra nasıl bir yol izleyeceğimizi de öyle. Ancak şunu biliyordum ki, hayatlarımız eskisi gibi olmayacaktı. Ne Akyel, ne ben, ne Loya, ne Asil, ne Deniz, ne Pars ne de Uzay… Hepimizin hayatının dönüm noktasıydı bu an. Bu saatten sonra ne olacağını ise ardımda dağ gibi dikilen Derin Karaca’dan başkası bilmiyordu.


Bölüm sonu.


Uzun zaman oldu :') Dersler aşırı yoğun bu sebeple bölümü ancak bitirebildim. Uzun bir bölüm olmadı, geçiş bölümü gibi diyebiliriz ama artık siz de sadece ben, Aksel, Derin ve Akyel'in paylaştığı sırrı biliyorsunuz. Akyel'i cidden öldürdüğümü düşünmediniz herhalde. O kadar da kıyamam...


Bölümü nasıl buldunuz?


Akyel'in yaşadığını tahmin ediyor muydunuz?


Bir sonraki bölümde merak ettiğiniz şeyler var mı?


Gelecek bölümde görüşmek üzere kendinize cici bakın <3


Bana instagram adresimden (melsaligera) veya "Gruplar" bölümünden ulaşabilirsiniz.

2 Yorum


Akselin yaşadığını bilip kimseye anlatamamasi 😭

Beğen

Akyelimm gelmişss

Beğen
ChatGPT Image Aug 17, 2025 at 07_42_19 PM_edited.png
Bu siteye yüklenen şarkıların ve kitapların tüm hakları bana aittir.
bottom of page