top of page

17. Bölüm: Ta Fantôme Me Manque

Bölüm Şarkısı: Kapkaranlık Her Günüm - Sena Şener


“Senin hayaletin bende eksik”


4 ay sonra


Loya


Kalbinizde hiç kocaman bir boşluk hissettiğiniz oldu mu? Gözleri gözlerimde… Oysa elimi uzatsam tutamaz, tutamam. Ne kadar da acı. Sevdiğinin elini tutamamak, onu görmek ama dokunamamak… Üstelik onun sadece bir hayalden, bir hayaletten ibaret olduğunu bilirken. Fransızca’da bunu anlatan çok güzel bir ifade var. “Ta fântome me manque.” Hayaletini özledim, demek türkçe. Oysa tam çevirisi “Hayaletin bende eksik” anlamına gelir. Tam olarak bu hissi yaşıyordum. Onun hayaleti bile eksikti bende. O kadar uzak, o kadar ulaşılmaz.


“O ölmedi.” dedim kaşlarımı çatarak. Belki de yüzüncü kezdir aynı şeyi söylüyordum. Aksel’in kısılan bakışları, Deniz’in gözlerini benden kaçırışı, Pars’ın inadıma karşılık göz devirmesi… “Niye bana inanmıyorsunuz?” İsyanıma karşılık Uzay bana doğru bir adım attı. Dudaklarım hafif aralık, onlardan bir tepki beklerken Uzay başını aşağı eğdi, gözleri gözlerimle buluştu.


“Loya, buna inanmak istediğini biliyorum.” Başını salladı kendini onaylarcasına. “Ben de, biz de buna inanmak istiyoruz. Ama… hatırlasana,” dedi yumuşak çıkarmaya çalıştığı sesiyle. “Sen onun bedenine sarıldın.” Dudaklarında acının dans ettiği buruk bir tebessüm yer edindi. Onun aksine ben başımı iki yana salladım. Kabullenmek istemiyordum. Kabullenmeyecektim. Belki de bunun nedeni uyandıktan sonra zihnimde hâlâ yankılanan seslerdi. Duymuştum, gelmişti. Bana dokunmuştu, beni öpmüş, bana sarılmıştı.


“Anlamıyorsunuz!” diye inledim acıyla. Gözlerim ağır ağır doldu. Başımı iki yana salladığım sırada gözlerim yaşlardan buğulandı. “Geldi, diyorum. Buradaydı.”


“Loya,” Aksel araya girdi. Yaslandığı duvardan sırtını ayırıp ceplerine soktuğu ellerini çıkardı. Birkaç adımda yatağımın ucuna geldi. Boşta kalan kısma oturdu. “Yapma.” dedi canı acır gibi. “Bu süreci kendin için de bizim için de zorlaştırma.” Reddettim, kabul etmeyecektim.


“Sen de hissedersin.” dedim yalvararıcasına. “Sen de hissedersin, Aksel. O senin ikizin, canından bir parça.”


“Loya…” Bu sefer beni durdurmaya çalışan Pars’tı. Hepsi bu konuyu kapatmaya çalışıyordu. Niye inanmıyorlardı bana? Yalan söylemiyordum, hissetmiştim işte! Onun burada olduğunu hissetmiştim.


“Ya niye beni susturmaya çalışıyorsunuz? Niye konuşmuyorsunuz? Akyel’den niye bahsetmiyorsunuz?”


“Dört ay oldu, Loya.” dedi bu sefer Uzay yeniden. Yanımda duran koltuğa yasladı kalçasını. “Hepimiz tam atlatabilmiş değiliz.” Haklıydı belki de. Son birkaç ayda çok şey yaşamıştık. Çok şey atlatmıştık birlikte. Hâlâ daha yaralarımız kapanmamış, kalplerimizdeki boşluk hissi biraz olsun azalmamıştı. Rüyanın etkisinde miydim? Bu kadar etkilemiş olabilir miydi beni? Ama… Çok gerçekti. Sanki burada, yanımdaydı. Yine mi hayaldi? Yine mi benim Akyel’im değildi gelen?


Omuzlarım duyduklarım karşısında çökerken sırtımı yeniden yatağa yasladım. Dizlerimi kendime çektim. Elime bağlı olan seruma aldırmadan ellerimi yanağımın altına yasladım. Gözlerimi kapadım. Rüyama geri dönmek istedim. Onun kokusunu yeniden solumak, dokunuşunu tenimde hissetmek en derin arzumdu. Artık bu hayattan dilediğim tek dilekti.


“Lütfen,” diye mırıldandım. “Lütfen geri gel, Akyel.” Zihnimde oluşturduğum bir hayalete yalvarıyordum, biliyordum. Gözkapaklarımın örttüğü irislerim ağır ağır doldu. Derince yutkundum. Sağ gözümden bir yaş firar etti. Gözpınarlarımdan taştı, yanağıma süzüldü. Tuzlu suyu yastığımı ıslattı. Sonsuz bir uykuya dalmayı diledim yeniden. Sonsuza dek onun hayaletiyle olmak istedim.


  


Uyanalı neredeyse birkaç hafta oluyordu. Ameliyattaki komplikasyonlara rağmen bu hâlde olmam Berkan’a göre bir mucizeydi, bana göre ise verilmiş bir cezaydı. Sevdiğim herkes göçüp gitmişti bu dünyadan. Etrafımda değer verdiğim, kalbimi açtığım kim varsa bu dünyaya birlikte sığamamıştık. Kalbim kayıplarla kavruluyordu. Tümörün çoğu ameliyatla alınmıştı, oysa ruhumun sancısını kimse geçirememişti. Ne yemek yemek istiyordum ne de dudaklarımı biraz olsa bile aralamak. Öylece yatakta yatıyordum. Asil her gün benimleydi. Beni ikna etmeye çalışıyor, yemek yemeğe, yürümeye zorluyordu. Bu hâlimin onu çok üzdüğünü biliyordum ama elimde değildi. Nefes alamıyordum bu dünyada. Onsuz, onlarsız nefes almak imkânsızdı. Akyel’in soğuk teni hâlâ tenimdeydi sanki. Oysa üç ay geçmişti üzerinden. Cenazesine bile katılamamıştım. Onu son yolculuğuna uğurlamak şöyle dursun, dipsiz bir uykuya hapsolmuştum.


“Akyel,” Mırıltım boş odamda dağıldı. Asil kantine inmişti. Aksel ise bahçeye hava almaya çıkmıştı. Pars ve Uzay da onun yanındaydı. Deniz de Asil’le olmalıydı. “Neredesin?” Sol gözümden akan yaş şakaklarımdan yastık kılıfına damladı. “Sensiz çok üşüyorum.” Üzerimde bir battaniye seriliydi. Ama o bile işlemiyordu bedenime. O morgun soğukluğunda yanıyordum. Tenim hissettiğim soğukluk ve kalbimdeki bitmek bilmeyen yangından dolayı alev alevdi. “Çok üşüyorum.” diye mırıldandım bir kez daha. Sonra en iyi bildiğimi yaptım. Gözlerimi sımsıkı yumdum. Kendimi onun yanında hayal ettim. Karanlığa teslim olmak son üç aydır yaptığım yegâne şeydi. Uyanmak istemiyordum. Artık uyanmak için bile bir sebebim yoktu. Güneşin doğup batması anlamsızdı. Ben o günde, o gecede sıkışıp kalmıştım. Bundan sonra güneş batsa, ay doğsa ne olurdu?


Kapım açılabileceği en sessiz şekilde biri tarafından aralandı. Adım sesleri bile duyulmayan biri içeri girdi. Bilincim karanlığa yenilmeden hemen önce bir cambaz gibi uyku ve uyanıklık arasında gidip geliyordu. Odam yeniden derin bir sessizliğin esiri oldu. Oysa ben odamda birinin varlığını hissediyordum. Sol tarafımda bir hareketlilik hissettim. Sanki sıcak bir esinti vurdu tenime, vücudum titredi. Elim, bir sıcaklığa karıştı. İrkilsem de gözlerimi aralayamadım. Kullandığım ilaçlar ağırdı, sürekli olarak üzerimde bir uyku hâli hâkimdi.


“Loya,” Duyduğum fısıltı tüylerimi ürpertti. Kalbim göğüs kafesimi dövercesine atmaya başladı. “Loya’m… Benim güzel sevgilim.” Bedenimi bir titreme aldı. Kulağımın işittiği, ruhumun aşina olduğu o ses yanımdaydı, dibimdeydi.


“Burada olmamam gerekiyor.” Burnu elime değdi, dudakları hemen ardından tenimle buluştu. Bir öpücük bahşetti. “Ama senin bu hâlde olduğunu bilmek… Kalbin hastaymış sevgilim.” Elimin üzerinde bir ıslaklık hissettim. “Senin kalbin çok hastaymış, ben görememişim.” Zihnimde yankılanan bu sesin gerçekliğini sorguladım. O şu an burada mıydı? Yanı başımda, tenimi mi öpüyordu?


“Seni çok özledim. Deliriyorum özleminden.” Saçları değdi bu sefer tenime. Yumuşak tutamlara dokunmak istedim. Oysa bedenim felç olmuş gibiydi. Hareket yeteneğimi kaybetmiştim. “Çok az kaldı, güzelim.” Nemli dudakları yeniden elimin üzerini öptüm. “Kavuşmamıza çok az kaldı.” Teni tenimden ayrılır ayrılmaz yeniden ona tutunmak istedim ancak tek yapabildiğim rahatsızca yerimde kıpırdanmak oldu. Onun ise hareketleri kesildi. Sanki bir anlığına varlığı yeniden silindi bu dünyadan. Birkaç saniyenin ardından sıcak nefesi yüzümü yaladı. Dudaklarım hafif aralıktı. Dudaklarının dudaklarımı bulması an meselesiydi. Tüy kadar hafif bir öpücük geldi ardından. Sıcak nefesi dudaklarımdan ayrılıp kulağıma doğru ilerledi. “Bu bir rüya.” dedi içimi titreten sesiyle. “Biz rüyalarda buluşuruz, sevgilim.” Gitme, demek istedim. Gitmemesi için tenimi seven ellerine tutunmak, bırakmamak istedim. Kımıldayamadım, onu tutamadım.


Hayal mi görüyordum? Hayali bile mi yasaktı bana?


“Akyel,” Son sözlerinden sonra odamdan çıt çıkmadı. Ölüm sessizliğinden hallice bir gerginlik sardı hastane odasını. “Hayalin bile eksik bende.”


Öyleydi, hayali bile tutamıyordu ellerimi.


  


Asil


Birini beklemek zordu. Zaman geçmiyordu sanki. Günlerdir, hatta haftalardır Loya’nın odasının önünden ayrılmamıştık. Oysa onda hiçbir gelişme yoktu. Akyel’in kaybı, Loya’yı yıkmıştı. Berkan’ın söylediklerinden anladığım kadarıyla Loya’nın yorgun kalbi savaşmaya hazır değildi. Komaya girmesinin bir bakıma iyi olduğu bile söylenebilirdi. Çünkü gerçeklikte Akyel’in kaybıyla savaşamazdı. Bunu biliyordum. Loya’nın Akyel’e hissettiği aşk ve bağlılık dünya üzerinde görmediğim bir boyuttaydı. Onlar bu hayatta birlikte olmak için yaratılmış iki insandı. Öyle ki, biri bu dünyada değilken, diğeri de yaşayamıyordu. Kendini kilitlemişti, vücudunun içinde hapsolmuştu kırgın ruhu.


“Hiç uyanmayacak mı bir daha?” Aksel’in masum tınısı kulaklarıma ulaştığında başımı Deniz’in omuzundan kaldırmadan gözlerimi karşımızda oturan bitkin çocuğa döndürdüm. Zayıflamıştı. Gözlerinin altı hep mosmordu. Kıpkırmızı gözlerle haftalar geçirmişti. Her geceyi Akyel’in mezarında geçiriyordu. Gündüz Loya’nın yanındaydı, akşam ise onu tek anlayabilecek kişiye gidiyordu. Toprağın altında da olsa onların ruhları birdi, kopamazlardı.


“Dinleniyor.” dedim durgun bir tınıda. Dudaklarımda hafif bir tebessüm yer edindi. “Biliyorsun, o çok yorgun.” Başını salladı kısaca. Onu bu hâlde görmek çok canımı sıkıyordu. Okula hiçbirimiz gitmez olmuştuk ama Aksel’in basketbol kariyeri bu durumdan çok etkileniyordu. Antrenmanlara gitmiyor, önlenemez bir şekilde kilo veriyordu. Koçu kaç kere hastaneye gelmişti. Onunla konuşmaya çalışmıştı ancak Aksel’in konuşmayı bırakın, dinleyecek hâli bile yoktu. Aklıma gelen fikirle Deniz’in omuzundan başımı kaldırarak doğruldum. Deniz’in soran gözlerini üzerimde hissettim. Bakışlarım hafifçe omuzumun üstünden onun koyu mavilerine karıştı. Gözlerimi yumup açtım. Birkaç saniye ifadesiz bakışları yüzümü talan etse de anladı. Dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı. Hızlı adımlarımla birlikte yanlarından ayrıldım. Berkan’ın odasına kısa sürede gelerek kapıyı tıklattım. Aksel’e gelecek en iyi şey belki de Loya’yla konuşmaktı. Berkan bu süreçte Loya’nın onları duyuyor olabileceği ihtimalini bize söylemişti. Belki duyardı Aksel’i.


“Gelebilirsiniz.” Berkan’ın kapı ardından gelen boğuk tınısıyla kapıyı hafifçe araladım. Başımı içeri uzattığım sırada bakışlarım Berkan’ın bakışlarıyla buluştu. “Asil?”


“Aksel kısa bir süreliğine Loya’nın yanına girse olur mu?” diye sordum öylece konuya girerek. İlk başta kaşları çatıldı. Dudakları aralandı. Her ne diyecekse dudakları kapandı ve ardından tekrar aralandı. İçinde aldığı kararın sorgulamasını yaşadı, yüz ifadesinden ikilemde kaldığı anlaşılıyordu.


“Peki.” dedi yenilmişlikle. Aksel’in durumunun farkındaydı, bu yüzdendi itiraz edemeyişi. “Ben hemşirelere haber veriyorum şimdi. Aksel’e steril kıyafetler verecekler.” Başımı salladım dudaklarıma kondurduğum tebessümle. Minnet dolu bakışlarıma karşılık o da buruk bir tebessüm gönderdi bana. Onu daha fazla meşgul etmeyerek kapıyı çektim. Yeniden bizimkilerin yanına dönerken elimden geldiğince hızlı davranıyordum. Koridorun başında adımlarımın hızını düşürdüm. Aksel’in yanına yöneldim. Duyduğu adım sesleriyle birlikte yerdeki bakışları bana döndü. Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Yanına ulaştığımda elimi omuzuna koyup hafifçe sıktım.


“Kalk bakalım koca adam.” dedim şefkatle. Anlamaz bakışları yüzümde gezindi. Onu rahatlatmak istercesine gülümsedim. “Loya’nın yanına giriyorsun.” Haftalardır bitkin olan çocuk bir anda hızla doğruldu.


“Ciddi misin?” diye sordu hevesle bana baktığı sırada. Gülümseyerek başımı salladım. Bu sırada yanımıza Berkan’ın bilgi verdiği hemşire geldi, Aksel’i de alıp yanımızdan uzaklaştı. Adımlarım yeniden Deniz’in yanını buldu. Kendimi haftalardır oturduğum koltuğa bir kez daha bıraktım. Hepimizden çok onun girmesi gerekiyordu Loya’nın yanına. Ona biraz güç vereceğinden emindim.


“İyi düşündün.” dedi Deniz, kolunu yeniden omuzlarıma sarıp beni kendine çekti. İtiraz etmedim. Başım yeniden omuzuna yaslandı. Yorgunca iç çektim. Haftalardır hayatımız o gecede kalmış gibiydi. Zaman bizim için durmuştu. Ne ilerliyor ne de geriliyordu. Olduğumuz ana, hissettiğimiz acıya hapsolmuştuk. Asel’le bu sıralar hiç ilgilenememiştim. Beni özlediğini ve yanımızda olmak istediğini biliyordum ama cesaret edememiştim. Onu bir kez daha ölümle tanıştırmak ağır gelmişti. Bu yüzden Deniz’in annesi bakıyordu. Selma Teyze’ye ne kadar teşekkür etsem azdı. Küçüklüğümüzden beri Deniz’le ne kadar didişirsek didişelim, birbirimizin canını ne kadar yakarsak yakalım, bana olan anne şefkati hiçbir zaman değişmemişti. Keza Asel’e karşı da aynıydı. Asel’in anne eksikliğini tamamlıyordu. Deniz’in babası Ragıp Amca’yla da çok iyi anlaşıyordu Asel. O yüzden onların yanına bırakırken gönlüm ferahtı.


“Annem aradı.” Deniz’in dudakları alnıma yaslandı. Nemli ama bir o kadar da huzur verici bir buse kondurdu. “Asel gayet iyi, için rahat olsun. Babamla en son atçılık oynuyorlardı.” Dudaklarımdan bir kıkırtı firar etti. Onların gözümün önüne gelen o hâlleri içimi ısıtmıştı. Asel’in bir gülüşü bana dünyaları verirdi. Başımı omuzundan kaldırdım. Minnet dolu harelerim koyu mavilerini buldu. Dudaklarım aralandı. Ne kadar teşekkür edeceğimi söyleyeceğim sırada Deniz’in kaşları çatıldı, işaret parmağı dudağımın üzerine kapandı.


“Sakın Asil.” Başını iki yana salladı. “Bana teşekkür etme. Asel bizim de göz bebeğimiz, biliyorsun. Tabii ki de Selma Teyze’si ve Ragıp Amca’sıyla olacak.” Beni rahatlatmak istercesine bir tebessüm yerleştirdi dudaklarına. “O mavilerini minnetle doldurma. Bana bir teşekkür etmek istiyorsan varlığınla et.” Büyük eli sarı saçlarıma yaslandı. Başımı avucuna doğru bastırdım. “Çünkü senin varlığın bana bu dünyadaki en büyük hediye.” Dudaklarımdaki ufak tebessümümüm saniyeler geçtikçe yayıldı. Bir gülümseme peyda oldu.


“Öyle demiyordun ama.” dedim muzur bir tınıda. Burnundan nefeslendi, ardından başını önüne eğdi.


“Ben büyük bir aptalım.” Başımı salladım ciddiyetle.


“Evet, öylesin.” Bakışlarına bir şaşkınlık oturdu ancak bunun yanı sıra gözlerinin ardında gizliden gizliye parlayan hayranlığı da seçebildim. Dudaklarındaki tebessüm kabullenmişlikle büyüdü.


“Öyleyim.” İnkâr etmedi. Ancak tek suçlu da o değildi. Sol elimi saçlarıma götürdüm, gerginlikle kaşıdım.


“Ama ben de az değilim sanırım.” Dilini damağına vurdu. Çenesini havaya kaldırdı.


“Hiç değilsin hem de.” Bedenimi bedenine biraz daha yasladım. Yüzlerimizin arasında birkaç santim kalacak şekilde durdum. Dudaklarım hafifçe aralandı.


“Biz iki aptalız.” Beni onayladı, dudakları yanağıma dokundu. Öpmedi ama varlığını da hissettirdi.


“Çok aptalız hem de.” Dudaklarının her bir kıvrımını tenimde hissettim. Konuştuğunda tüy kadar hafif dokunuşunu, sıcak nefesini… Sonunda ise küçük bir öpücük bıraktı elmacık kemiğime. Ardından ensemden tutarak yeniden başımı omuzuna, kendi başını da saçlarımın üzerine yasladı. Derin bir nefes aldı.


“Artık aptal olmayalım Asil.” dedi sessizce. Parmakları saçlarımda dolandı. “Bu hayat aptal olmak için fazla kısa.” İç çektim. Haklıydı, bu hayat aptallıklar için fazla kısaydı. Sevgimizi de, aşkımızı da saklıyorduk hep. Yarınlarımız hep var, hep bizimle sanıyorduk. Oysa bilmiyorduk, yarın olmayabilirdik. Yarın uyandığımda Deniz saçımı sevmeyebilirdi artık. Pars karşımdaki koltukta uyuyamayabilirdi, Uzay hepimizi toplamak için yanımızda olmayabilirdi. Loya belki de o yataktan hiç kalkamayabilirdi, Aksel bir daha nefes alamayabilirdi. Bu olasılıklar hep vardı ve biz bunları unutarak yaşıyorduk. Ama hayat bir şekilde hatırlatıyordu kendini. Darbelerini öyle acımasız indiriyordu ki, yerden kalkamıyorduk. Yarın yoktu ve biz de yarınımız yokmuşçasına yaşamalıydık.


Düşüncelerimle birlikte Deniz’in dizindeki eline uzandım. Yarınımız yokmuşçasına tuttum elini. Parmaklarımızı birbirine kenetledim. Belki de yarın yoktu, belki de yarın hiçbirimiz olmayacaktık. Ve ben artık geç kalmak istemiyordum.


Başımı omuzuna biraz daha yasladım. Tıpkı ismi gibi ferah olan kokusu burnuma daha çok dolsun, o kokuyu hatıram silemesin istedim. Gözlerimi yumdum. Tek dileğim, Loya’nın uyanmasıydı. Bizim yarınlar yokmuşçasına yaşamamız gereken çok günümüz vardı.


  


Aksel


Vücudumda derin bir sızı vardı. Her bir uzumun ağrıdığını, sırtımda taşıyamadığım yükler hissediyordum. Çöktüğümü, yok olduğumu biliyordum. Akyel’in ani ölümü herkeste bir şok etkisi yaratsa da benim için durum farklıydı. Kalbim sökülmüş gibi hissediyordum. Canım hiç olmadığı kadar yanıyordu. Nasıl ayağa kalkacağımı, hayatıma nasıl devam edeceğimi bilmiyordum. Yolumu kaybetmiştim. Önüm öyle karanlıktı ki, göremiyordum. Akyel olmadan nasıl yaşardım? Ben onsuz hiç kalmamıştım ki. Bizim ruhlarımız birdi bir kere, ben onsuz nasıl nefes alırdım?


Asil, Berkan’dan izin aldıktan sonra soluğu Loya’nın yanında almıştım. Mavi, bez bir elbise giydirmişti hemşire. Sonrasında ise beyaz, şeffaf bir bone takmıştı saçlarıma. Yüzümde ise bir maske vardı. Otomatik kapı aralandı, güçsüz bedenim içeri süzüldü. Burnuma acı bir koku geldi sanki. Yüzüm buruştu. Hastanelerden nefret ediyordum. Kızarmış harelerim hastane yatağını buldu bu sefer. Yatakta küçücük kalan arkadaşımı süzdüm uzun uzun. Kızıl saçları parlaklığını yitirmişti. Cildi daha da solmuştu. Çilleri belirgindi ama oksijen maskesi kapıyordu. Gözlerini örten gözkapakları morarmaya yüz tutmuştu. Bir ölü gibi yatıyordu yatakta.


Bir adım attım. Adımlarım geri geri gitmek istedi. Kendimi tuttum, ilerlemeye devam ettim. En yakın arkadaşımdı Loya benim. Yeri geldiğinde sırdaşım, kardeşim, ablam oluyordu. O kırılgan kalbi beni hep şefkatle sarıyordu. Meğer ne kadar hastaymış kalbi. Hiçbirimize söylemediği şey buymuş. Yeterince yorgun değilmiş gibi bir de bizim yüklerimizi taşımış bunca zaman. Yatağının ucunda durdum. Sarsak adımlarım sağındaki koltuğa doğru ilerledi. Ağır ağır oturdum. Dirseklerim dizlerime yaslandı. Dolu gözlerim onun solgun yüzündeydi. Titrek bir nefes çektim içime.


“Beni duyuyor musun, bilmiyorum Loya. Kimseyi almıyorlardı normalde yanına ama beni aldılar.” Buruk bir tebessüm yerleşti dudaklarıma. “Sanırım o kadar kötüydü hâlim.” Derin bir nefes aldım yeniden. Aldığım nefesler ciğerlerime ulaşmıyor gibiydi. Konuşmakta zorlanıyordum. Boğazımdaki yumru nefes almama bile engeldi artık. “Loya ben çok kötüyüm.” Başımı iki yana salladım. “Sen yoksun, Akyel yok.” Yatakta öylece duran eline uzandım. Teninin soğukluğu içimi ürpertti, yine de sıkı sıkı kavradım elini. “Ben nefes alamıyorum. Boğuluyorum.” Hıçkırdım. Küçük bir çocuk gibi savunmasız hissediyordum kendimi. Ona, onlara çok ihtiyacım vardı. “Uyanman lazım. Sensiz olmaz, Loya. Biz hiçbirimiz sensiz olamayız.” Boşta kalan elimle gözlerimi sildim ancak yaşlar akmayı bir saniye olsun bırakmadı. “Hem… sence de daha Zeren Teyze ve Selim Amca’yı görmek için erken değil mi?”


Başım sağ omuzuma doğru eğildi. İçimdeki çocuk onu ikna etmeyi arzuluyordu. İkna olmasına çok ihtiyacı vardı. “Onlar seni zaten bekliyor. Henüz bizi terk etmen için çok erken.” Avucumdaki elini sıktım hafifçe. “Söz, artık sana saçma sapan takma adlar bulmayacağım.” Başımı iki yana salladım, omuzlarımı sildim. “Ama onlar sana çok yakışıyor.” diye mırıldandım kendi kendime. Öyleydi, ona her şey çok yakışıyordu. “Sana her şey çok yakışıyor gerçi.” İçimdeki düşünceyi onunla da paylaştım. Eğer duyuyorsa yüzünde ufacık bir tebessümün sebebi olmak için “E tabii, kimin en yakın arkadaşı.” diye de ekledim. Şu an uyumuyor olsa göz devireceğine emindim.


Buruk bir tebessüm yer edindi dudaklarımda. “Ben seni burada bekliyorum, Loya.” Başımı salladım ikna etmek istercesine. “Tam burada, elini sımsıkı tutarak bekliyorum.” Titrek bir nefes daha kaçtı dudaklarımın arasından. “Onu da yalnız bırakmıyorum.” dedim içi rahat olsun diye. “Sen gönlünü ferah tut, bir an önce de yanımıza dön.” Eline ufacık bir öpücük kondurdu. “Çok özledik seni Portakal Likörü.” diye mırıldandım. Otomatik kapının açılmasıyla bize doğru bakan hemşire görüş açıma girdi. Dudaklarını birbirine bastırıp mahçup bir ifadeye büründüğünde gitmem gerektiğini anlamıştım. Derin bir iç çektim. Çıkmadan son bir kez baktım uyuyan yüzüne. “Yarın tekrar geleceğim.” dedim kendimden emin bir sesle. “Akşam onun yanına da uğrayacağım.” diye fısıldadım. Sabahları onun, akşamları Akyel’in yanındaydım. İkisi de benim canımdı, onları yalnız bırakamazdım.


“Görüşürüz Loya, lütfen çabucak iyileş.” Elini büyük bir özenle yeniden pikenin altına yerleştirdim.  Oturduğum koltuktan ağır ağır kalktım. Gözlerim odayı terk edene kadar onun üzerinden ayrılmadı. Otomatik kapıdan çıktığımda bile harelerim arkadaşımın üzerindeydi. Kapı ağır ağır sola doğru kaydı ve aramıza yeniden giren mesafe suratıma tokat misali çarptı.


Hemşirenin beni yönlendirmesiyle birlikte üzerimdeki kıyafetleri çıkardım. Yeniden siyah tişörtüm ve siyah eşofmanımla kaldığımda odadan ayrıldım. Sarı saçlarımı karıştırdım. Bir elim saçlarımda ayaklarımı sürüye sürüye bizimkilerin yanına ilerledim. Omuzlarım çöküktü, ayaklarımı kaldıracak hâlim bile yoktu. Birazdan her gün olduğu gibi koltuğa çökecek ve akşam olmasını bekleyecektim. Akyel’in mezarına gitmek için birkaç saatim daha vardı.


Koridorun sonuna doğru gördüğüm silüetle kaşlarım çatıldı. Elimi saçımdan çekip omuzlarımı dikleştirmeye çabaladım. Ağır ağır onların yanına ilerlerken gördüğüm manzara; arkası dönük, kalıplı bir adamın bizimkilerle konuştuğuydu. Deniz’in şaşkın suratını seçebiliyordum. Asil ve diğerleri de ondan farksızdı. İçimdeki merak ve şüphe artarken adımlarımı hızlandırdım. Yaklaştıkça adamın Deniz’le aynı renk saçlarını fark ettim. Ondan birkaç santim daha uzundu. Üzerinde deri bir ceket, altında ise siyah pantolon ve siyah botlar vardı. Kısık bakışlarımla biraz daha onlara yaklaştım. Beni ilk fark eden Uzay olmuştu. Şaşkın bakışları beni gördüğü zaman da değişmemiş, içindeki kuşku gözlerine yansımıştı adeta.


“Neler oluyor?” diye sormaktan alamadım kendimi. Asil, Deniz ve Pars’ın bakışları da beni bulduğunda önlerinde duran adamın sesi kısıldı. Hepsinin hareleri beni süzüyorken yerimde öylece durdum. Önümdeki adam ise topuklarının üzerinde bana doğru döndü. Harelerim, tanıdık koyu mavilere rastladığında şaşkınlıkla gözlerim irileşti. Gergin vücudum rahatladı. Bu tanıdık simayı uzun bir zamandır görmüyordum.


“Derin Ağabey?” diye mırıldandım şaşkınlıkla. O ise buruk bir tebessüm eşliğinde gülümsedi. Derin Ağabey, Deniz’in ağabeyiydi. Yıllardır yurtdışındaydı, buraya gelmeyeli uzun zaman olmuştu.


“Aslanım,” dedi babacan tavrıyla. Birkaç adım attı bana doğru. Kollarının arasına alması ise saniyeler sürmüştü. Sıkı sıkıya sarılmasıyla ben de kollarımı sırtına doladım. Gözlerim yorgunlukla kapandı. Normalde zayıf biri değildim, ancak verdiğim kilolar ve kas kaybıyla birlikte vücudum Derin Ağabey’inkinden daha çelimsiz duruyordu.


“Ağabeyimin seninle konuşması gerekiyormuş.” dedi Deniz kuşkuyla ağabeyine baktığı sırada. Kollarını benden çekip birkaç adım geriledi. Anlamaz bakışlarım onun üzerineydi. Derin bir iç çekti.


“Konuşmamız gerekiyor.” dedi Deniz’in de söylediği gibi.


“Kötü bir şey mi var ağabey?” Kalbimde bir endişe peyda oldu. “Loya’ya mı bir şey oldu?” diye sordum korkuyla. Şaşkın bakışlarla biraz önce çıktığım kapıya baktım. “A-Ama daha yeni çıktım ben yanından.” Konuşmasına izin vermeden sözlerimi sıralamaya devam ettim. “Olamaz ki bir şey, yok yani olamaz.”


“Aksel.” Deniz Ağabey’in yatıştırıcı sesiyle birlikte dudaklarım hafif aralandı. Kısık bir nefes bıraktım. “Loya iyi,” dedi sakince. “Durumu stabil.” Gözlerim hissettiğim rahatlamayla birlikte kapandı. Bir elim sol yanımı buldu. Göğüs kafesimi dövercesine atan kalbimi sakinleştirmek adına ovuşturdum. “Durum başka.” Kapadığım gözlerim kısıkça aralandı. Derince nefeslendim.


“Konu ne?” Bakışları omuzunun üzerinden bir anlık Deniz’e kaydı. Ardından duraksamadan yeniden bana döndü. Gözlerinde gördüğüm ifade neydi bilmiyordum ancak altında yatan bir şey olduğu belliydi.


“Burada konuşamayız.” dedi keskin bir tınıda. “Gel benimle.” Adımları yeri döve döve yanımdan geçti. Yorgun harelerim onu izledi. İçime çöken huzursuzluk eşliğinde bakışlarımı Deniz’e çevirme ihtiyacıyla dolup taştım. Başım sol tarafıma doğru döndü. Koyu mavi hareler yeşillerimle çarpıştı.


“Git.” dedi dudaklarını oynatarak. Başını salladı ikna etmek istercesine. Başımı hafifçe ‘ne oluyor’ dercesine salladım. O ise gözlerini yumup açtı. “Git.” dedi yeniden. İkimiz arasında geçen sessiz diyalog sonrası iç çektim. Koridorun sonuna kadar gitmiş, beni bekleyen Derin Ağabey’e baktım yeniden. Derin Ağabey’in bir anda çıkagelmesi tesadüf değildi. Akyel’in vefatının ardından geldiğini de sanmıyordum. Gözlerimi kıstım hafifçe. Burada başka bir şey dönüyordu.


Adımlarım Derin Ağabey’e doğru yöneldi. Üzerimde fırtına öncesi sessizliği vardı sanki. İçimde sertçe esmek isteyen bir rüzgâr olmasının yanı sıra, anlamsız bir durgunluk da hâkimdi. Bilinmezliğe doğru gidiyordum ancak içimde bir yerlerde biliyordum ki, yapacağımız bu konuşma hayatlarımızın seyrini döndürecek cinstendi.


Bölüm sonu.


Bölümü nasıl buldunuz??

Sizce Derin'in Aksel'e söyleyeceği şey nedir?


Bir sonraki bölüm bomba olacak, bilginize ahahaha. Şimdiden kendinizi hazırlayın diye söylüyorum.


Yeni bölümde, perşembe günü görüşmek üzere! O zamana kadar kendinize cici bakın <3


instagram: melsaligera

3 Yorum


Yaaa Asıl ve Deniz çok güzellerr💗💗

Beğen

Agaggagga

Beğen

Aaaaaa derin biliyor akyeli onu söyledi dimiii

Beğen
ChatGPT Image Aug 17, 2025 at 07_42_19 PM_edited.png
Bu siteye yüklenen şarkıların ve kitapların tüm hakları bana aittir.
bottom of page