15. Bölüm: Mahşer Yeri
- melisasamatt
- 15 Eyl
- 12 dakikada okunur
“Bir köprünün ucunda
Bakmıyorsun bile ardına
Kalana mı zor gidene mi”
Loya
3 ay sonra, Aralık
Terk etmek mi zordu yoksa terk edilmek mi? Kalan mıydı gemileri yakan yoksa giden miydi limanı ateşe veren? Bilmiyordum. Artık bu sorulara cevap veremiyordum. Çünkü ben yanmaktan hiçbir zaman kurtulamıyordum. Kalbim yanmıştı önce, sonrasında içimde peyda olan yangın, tenime kadar taşmış, yok etmişti beni. Öylece duvarı izlemekten başka hiçbir şey yapamıyordum. Zihnim, ruhum benimle değil gibiydi. Boşluk hissi nasıl bu kadar karışık bir duygu olabilirdi? Hiçbir şey hissetmezken aynı zamanda yüzlerce duyguyu nasıl hissedebilirdi insan?
“Loya’cığım,” Aynı ses. Aylardır duyduğum seslerden biri. “Canım, artık bir kalkman gerek.” Hiçbir şey yapmadım. Bir şey söylemedim, dilim varmadı. Dudaklarım bir milim bile kıpırdamadı. “Berkan biraz yürümen gerektiğini söyledi.” İstemiyordum. Ben sadece öylece durmak istiyordum yatakta. Bana ait olmayan, onun kokusunun değmediği bu yabancı minderde.
“Loya, lütfen.” Asil’in yalvaran sesi ulaştı kulaklarıma. Bir tepki vermek istemedim. Gözlerimi ağır ağır kapattım sadece. Zihnimin bana yarattığı figür geldi gözlerimin önüne. Doyasıya baktım özlediğim yüzüne. Özlemiştim. Özlemimden delirmek üzereydim.
“Ne kadar üzgün olduğunu biliyorum ama o da seni böyle görmek istemezdi, eminim.” dedi beni ikna etmek istercesine. Gözlerimi daha sıkı yumdum. Üzerimdeki hastane elbisesinin kumaşını avucumun içine sıkıştırdım. “Lütfen, bu senin iyileşmen için.”
“Ben hiçbir zaman iyileşemeyeceğim.” dedim günler sonra dudaklarımı araladığım sırada. Kurduğum ilk cümle fısıltıdan ibaretti. Mavi gözlerim aralandı sakince, ardından ifadesiz harelerim Asil’İn dolu irislerini buldu. “O asla gelmeyecek ve ben de asla iyileşemeyeceğim. O yanımda yokken ben iyileşemem.” Dişlerimi sıktım. Kalbimin acısı öyle fazlaydı ki, artık gerçek ağrı mı çektiğimi yoksa bu beynimin bana bir oyunu mu anlayamıyordum. “O sonsuz oldu, tıpkı arzu ettiği gibi.” Dudağımı ısırdım. Boğazıma oturan yumru aylardır oradaydı, hiçbir yere ayrılmıyordu. “Ben de sonsuz olacağım, tıpkı onun gibi.” Dudaklarımdan dökülen her bir söz Asil’in içini acıttı. Gözleri kısıldı, göz pınarlarına akın eden yaşlar bir bir döküldü, solgun yüzü bembeyaz kesildi.
Bir şey söylemek şu yana dursun, tam aksine gözlerimi üzerinden çektim. Yeniden yumdum. Sonsuz bir uykuya dalıp yanına gitmek istediğimi Tanrı’ya bir kez daha dile getirdim. İlaçların etkisini kendini gösterdi, karanlığa hapsolmam sadece saniyelerimi aldı.
Loya
Günümüz
Odama vuran güneş ışıklarıyla gözlerim hafifçe aralandı, ardından hemen kapandı. Işıktan rahatsız olup cama arkamı döndüğümde görmeyi planladığım kişinin orada olmamasıyla dudaklarım büzüldü. Dün gece, uzun zamandır uyuduğum en huzurlu uykuyu çekmiştim. Sabahında da aynı huzurla uyanmak istemiştim ancak söz konusu Akyel Kıran’dı. Her hareketi beklenmedikti. Sırt üstü bıraktım bedenimi yatağın ortasında. Bakışlarım tavana değdi. Dün gecenin görüntüleri zihnimde döndü durdu. Anlamadığım sözleri kulaklarımda yeniden yankılandı. Akyel karışıktı. Bir şeyler biliyor, ortada bir şeyler dönüyordu ama onları asla dile getirmiyordu. Sözleriyle bir şeyler anlatmak istiyordu.
“Ne demek istiyorsun, anlamıyorum.” diye mırıldandım yeniden kendi kendime. Söylediği cümleler zihnimi daha da meşgul etmeden sırtımı yataktan ayırdım, doğruldum. Elim ezberlemişçesine telefonuma doğru gitti. Ekran aydınlandı. Saat neredeyse öğlen on ikiye geliyordu. Bu kadar uyumama şaşırırken diğerlerinin durumunu görmek için merakla ayaklandım. Kapının ardından herhangi bir ses duymuyordum. Gri eşofmanım ve bol beyaz tişörtümle odamdan çıktım. Merdivenlere doğru yaklaştığım sırada mutfaktan gelen takırtıları işittim. Çoktan uyanmış olmalılardı. Basamakları indikçe Akyel’in de orada olabilme ihtimaline karşı kalbim hızlandı. Heyecan kalbimin tam ortasında yer edindi. Adımlarım direkt olarak mutfağı buldu. Kapının önünden içeriyi süzdüğümde gördüğüm manzara, Aksel’in ocağın başında omlet yapmasıydı. Diğerleri de ada tezgâhın etrafındaki sandalyelere dizilmiş, kahvelerini yudumluyorlardı. Akyel yoktu. Yine ve yine sabah uyandığımda evden çoktan gitmişti.
“Günaydın.” dedim içeriye adımladığım sırada. Aksel başını bir anlığına bana döndürüp yeniden önündeki tavaya odaklandı.
“Günaydın uykucu kızıl.” dedi neşeyle. “Bizi gördüğüne çok sevinmiş gibisin.” İmasıyla birlikte kaşlarımı daha da çatıp tüm huysuzluğumla ayaklarımı sürüye sürüye diğerlerinin yanına ilerledim. Akyel’in olmaması canımı sıkmıştı.
“Akyel nerede?” Asil’in kaşları anlamazcasına çatılırken Uzay, Pars ve Aksel de ondan farksızdı.
“Akyel ne alaka?” diye sordu Pars sorgularcasına. “Burada mıydı ki?” Başımı salladım Asil’in önüme ittirdiği kahve bardağını tutarken. Dumanı tütüyordu. Ellerimi etrafına sardım, sıcaklığın beni rahatlatmasını umdum.
“Gece geldi.” Mırıldanmamla birlikte hepsinin dikkati üzerime düştü. Gözlerimi bardaktan çekmeden dudaklarımı araladım. “Bilmiyorum, tuhaftı. Anlamadığım birçok şey söyledi. ‘Anladığında bana kızma, olur mu’ diye sordu. Neden bahsettiğini anlayamadım.” Aksel ocağın altını kapatıp tavayla birlikte yanımıza geldi. Yaptığı omleti, tabakların ortasına koydukları nihalenin üzerine yerleştirdi.
“Ben sabah yedide uyandım Loya.” dedi anlamaya çalıştığı esnada. “Akyel evde yoktu.” Kaşlarım çatıldı.
“Saat dörtte geldi. Biraz konuşup uyuduk sonrasında. Erken çıkmış olamaz.”
“Nesi var bu çocuğun?” diye sordu Asil bir anda. “Bir sorunu var belli. Haftalardır berbat görünüyor, konuşmuyor, sessiz. Hiçbirinize bir şey anlatmadı mı?” Başımı iki yana salladım. Söylediklerinden bir şey anlamamış, olaylarla ilgili hiçbir şey de öğrenememiştim.
“Biriniz arasa ya.” dedi Uzay, dirseklerini masaya yasladı, ellerini kavuşturdu. “Öğrenelim ne yapmış. En azından nerede olduğunu biliriz.”
“Ben ararım.” dedi Aksel hızlıca telefonuna uzanarak. Kilit ekranını açıp birkaç tuşa daha bastıktan sonra telefonu kulağına götürdü. Pür dikkat onu izledi harelerim. Oldukça gergin görünmesi beni de germişti. Sarı kaşları çatıktı, yüzü solgundu ve ifadesinden neler hissettiği okunuyordu. Birkaç saniye bekledi. Saniyeler uzadıkça içimdeki endişe katlanarak arttı. “Açmıyor.”
“Daha önce de böyle ortadan kaybolmuşluğu var.” Pars ortamı sakinleştirmek istercesine bir elini kaldırdı. Hepimizi teker teker süzüp yeniden araladı dudaklarını. “Hemen panik olmayın. Deniz’i arayın, o nerede olduğunu bilir.” Bir an durakladı. “Hatta büyük ihtimalle onun yanındadır.” Aksel bu sefer vakit kaybetmeden Deniz’in numarasını tuşladığında elimde dumanı tüten kupayı dudaklarıma yasladım. Kahvenin yakıcı sıcaklığı içimi mi ısıttı yoksa içimi mi yaktı emin olamadım. Telefon açılır açılmaz Aksel hoparlöre aldı.
“Alo?” Deniz’in sesi beşimizin arasında yankılandı.
“Alo, Deniz? Akyel yanında mı?” Telefondan birkaç hışırtı yükseldi.
“Hayır,” dedi Deniz şüpheyle. “Dün gece Loya’nın yanına gitti saat dört gibi. Orada olmalı.”
“Burada yok.” diye mırıldandım. “Gece geldi ama iki saat kaldı ya da kalmadı. Sabah Aksel uyandığında yokmuş.” Bir sessizlik oldu. Deniz’in duraksaması ve onun dahi nerede olduğunu bilmemesi içimdeki huzursuzluğu körükledi. “Nerede biliyor musun?” diye sordum yine de olumlu bir cevap duymayı umut ederek. Deniz’den ise cevap koca bir sessizlik oldu. Ne diyeceğini bilmezcesine sustu. Cevabımı aldım.
“Ben halledeceğim.” dedi sadece. “Ulaştığımda size de haber veririm.”
“Ne biliyorsun?” diye araya girdi Aksel keskin bir tınıda. “Siktiğimin yerinde bir boklar dönüyor ve bunu sadece ikiniz biliyorsunuz.” Sinirle telefona doğru soluduğunda Deniz bir yanıt vermedi.
“Hoparlörü kapat Aksel.” Kaşlarım çatılırken Aksel, Deniz’in dediğini yapmış ve mutfaktan çıkmıştı. Ben de beklemeden bar taburesinden indim. Peşinden adımladığım sırada arkamdan gelen seslenmelere aldanmadım. Aksel’in de dediği gibi bir şeyler dönüyordu ve bunu da sadece Deniz ile Akyel biliyordu.
“Ne saçmalıyorsun sen Deniz?” Aksel’in hiddetli tınısı adımlarımı bir bıçak gibi kesti. Duvarın arkasına sindim. O salonda konuşurken ben de girişte, duvarın hemen ardında onu dinliyordum. “Bunları bana şimdi mi anlatıyorsun?” Aksel gittikçe daha da öfkeleniyordu. Göz ucuyla salona baktım, sehpanın önünde volta atıyordu. Endişesi her adımında daha da artıyordu sanki. Dik omuzları çökmüştü, başı öne eğikti, telefonun ardındaki kişideydi odağı. “O kadını mahvedeceğim.” diye mırıldandı hırçınca. Telefonun ardından Deniz ne söylediyse Aksel’in adımları durdu. Onun buraya bakmasına karşın duvarın arkasına dindim yeniden. O kadın kimdi? Bahsedilen kişi Hâle miydi? Onun bu konuyla ane ilgisi vardı? Akyel’e ne yapmıştı?
“Benden böyle bir durumda hiçbir şey yapmamamı bekleyemezsin Deniz!” Telefonu avuç içinde iyice sıktı. Çene hattı daha da belirginleşti. Karşı tarafı dikkatle dinledi. Ardından büyük bir öfkeyle “Sikerler!” diyerek elindeki telefonu kapatıp koltuğa doğru fırlattı. İrkilerek bir adım geri gittim. Aksel ise öfkeyle koridora çıktı, oradan kapıya yöneldi. Diğerleri de mutfaktan çıkmış, neler olduğuna bakmak için koridora dizilmişlerdi.
“Aksel nereye?” diye sordum endişeyle. Bir şeyler dönüyordu. Kalbimim göğüs kafesimi dövmesini umursamadan hızla ayakkabılarımı giyip Aksel’in arkasından gittim. Bahçeden çıkmış, arabasına ilerliyordu. O kadar öfkeliydi ki yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Onu ilk defa böyle görüyordum. Arabaya binip kapıyı sertçe kapattı. Tam arabayı çalıştıracağı sırada ön koltuğun kapısını açıp yolcu koltuğuna yerleştim.
“Loya, in arabadan.” Başımı sertçe iki yana sallayıp kemerimi bağladım. “Loya,” dedi sakinleşmek istercesine. “İn arabadan.” Keskin bakışlarım onu buldu. Burnundan soluyordu. Öfkesinde haklı olduğunu tahmin edebiliyordum ancak benim de cevaplanmamış sorularım vardı.
“Sür Aksel.” dedim kendimden emin bir tınıda. “Çünkü ben inmeyeceğim.” Birkaç saniye gözlerini ayırmadan kararlı hâlimi izledi. Ardından gerginlikle elini saçlarından geçirip kontağı açtı. Saniyeler sonra is tekerleklerin acı çığlığı eşliğinde ayrıldık siteden. Araba hızla yolda ilerlerken göz ucuyla Aksel’e çevirdim harelerimi. Direksiyonu iki eliyle sıkı sıkı tutuyordu. Parmak boğumları beyazlaşmış, kollarındaki damarlar belirginleşmişti. Üstüne giydiği gri penye şort ve lacivert tişört buruş buruştu. Sarı saçları dağınıktı. Akyel’le neredeyse aynılardı ancak biz bir şekilde onları karıştırmıyorduk. Akyel’in sağ çene kemiğinin üzerinde bir ben vardı ayrıca gözleri daha koyu bir yeşildi. Aksel’in gözleri ona göre daha açıktı ve Akyel’den birkaç santim daha uzundu.
“Dün gece sana ne dedi?” diye sordu bir anda. Bakışları anlık olarak bana dönse de yeniden yola odaklandı. Gaza daha da yüklendi.
“Ondan olanları anlatmasını isteyecekken şimdi değil diyerek yarıda kesti beni.” dedim sessizce. Aklıma dolan anılarla yutkundum. Dün gece çok huzurlu uyumuş olsam da kalbimdeki huzursuzluk aklımı bulandırıyordu. Sabah kalktığımda yanımda yoktu, Aksel ise Deniz’le konuştuktan sonra delirmişti. Kötü bir şey mi olmuştu? “Ne zaman anlatacağını sordum. Özgür olduğumuzda dedi, Aksel. Hiçbir şey anlamadım.”
“Allah kahretsin!” Direksiyona sertçe vurmasıyla yerimde sıçradım. Kalbim korku ve endişeyle çarptı. “Ulan Akyel, soracağım hesabını sana.”
“Neler oluyor Aksel?” Oturduğum koltukta iyice dikleştim. “Bir şeyler biliyorsun işte! Söyle artık!” Araba ani bir frenle durdu. Son dakika başımı çarpmaktan kurtulurken irice açılmış gözlerimle Aksel’e baktım. Kemerini sertçe açtı, ardından başıyla dışarıyı işaret etti.
“Öğreneceğiz şimdi.” Onun işaret ettiği alana çevirdiğimde gördüğüm ev, Salih Kıran’ın eviydi. Ev demek haksızlık olurdu gerçi. Kıran Malikânesi’ne gelmiştik. Aksel arabadan inip hızla evin girişine doğru ilerlediği sırada güvenlikler demir kapıyı aralamıştı. Bir hışım hepsinin arasından geçti, koşar adımlarım onu takip etti. Dışı beyazla bezeli, neredeyse üç dört katlı, geniş evin kapısına doğru ilerledik. Aksel kapının önündeki mermer merdivenleri ikişer üçer çıktı, kapıya ulaştı. Sert yumruklarını ardı ardına kapıya indirirken bir yandan da bağırıyordu.
“Baba! Baba aç kapıyı!” Kapı saniyeler sonra bir görevli tarafından açıldığında Aksel beklemeden içeri daldı. Kadının şaşkın bakışlarına karşılık mahçup bakışlarla Aksel’i takip ettim. Bağırmaya ve evde dolanmaya devam ediyordu. Bu ev, Akyel’in hapishanesiydi. Babasının büyük bir özenle hazırladığı cam fanustu. Bunu bildiğimden içim hiç rahat değildi burada olmaktan. Üstelik o kadının bu evde yaşadığını bilmek de fazlasıyla rahatsız ediciydi.
“Aksel?” Salih Kıran ikinci katta, merdivenlerin başında üzerinde siyah eşofman ve siyah tişörtüyle belirdi. Onu ilk defa bu kıyafetlerle görüyordum. Takım elbisesinden asla ödün vermeyen bir adamdı ancak şu an fazlasıyla rahat görünüyordu. “Ne oluyor?” Aksel’in dudakları arasından alay kokan bir kahkaha peyda oldu. Kollarını iki yana açtı.
“Daha ne olduğundan bile haberin yok!” Salih Kıran’ın kaşları ağır ağır çatıldı. Birkaç basamak inip keskin bakışlarını Aksel’in üzerinde gezdirdi.
“Bağırma da derdin neyse söyle.” Sert tınısı beni yutkunmaya iterken Aksel sinirle gülüp başını sol tarada çevirdi. Birkaç saniye derince soluklanıp yeniden bakışlarını babasına çevirdi.
“Akyel nerede baba?” Bir adım attı basamaklara doğru. “Oğlun nerede, biliyor musun?” Salih Kıran’ın bakışları değişmezken onun da hiçbir şeyden haberi olmadığını anladım. Oğluna çatık kaşlarla baktı sadece, bir şey demedi. “Tabii ki bilmiyorsun! Ne zaman bildin ki?”
“Aksel.” dedi uyaran bir tonda. Birkaç basamak daha inip birinci kata, yanımıza ulaştı. “Neler olduğunu doğru düzgün anlat.” Aksel dilini dudağında gezdirip öfkeyle parlayan harelerini babasının arkasındaki merdivene dikti. Ardından dudakları zehirli oklarını fırlatmak istercesine yeniden aralandı.
“Nerede senin o metresin?” Konunun Hâle’ye gelmesi kanımı bir anlığına dondurdu. Kalbim daha sert atmaya başladı, nefeslerim sıklaştı. Akyel’le aralarında yaşanan tartışmaya şahit olan bendim. Bundan kimsenin haberi yoktu ancak Akyel’in ortadan yok olmasının bu durumla bir bağlantısı olabileceğinden şüpheleniyordum. Kriz mi geçirmişti bir yerde? Gerçekten o uyuşturucuları kullanıyor muydu? Nefesim kesildi. Zihnimde dönen felaket senaryoları bile yetmişti nefes alamamama.
“Doğru düzgün konuş Aksel! Ne biçim konuşuyorsun?” Salih Kıran sinirle soludu. “Karım o benim!”
“Annemi aldattığın ve sonra da evlendiğin kadına karım mı diyorsun?” diye sordu Aksel tükürürcesine. “Metresten başka bir şey değil!” Salih Kıran oğluna doğru bir adım attığında adımlarım benden bağımsız Aksel’in önüne geçti. Kolundan tuttum hafifçe.
“Aksel,” diye uyardım. Hâle’den her ne kadar nefret etsem de en nihayetinde o da bir kadındı. Böyle konuşmamalıydı. “Öğreneceğini öğren, gidelim buradan.” Aksel’in sert bakışlarının hedefi bu sefer ben olurken bir şey demeden birkaç adım geriledi.
“Nerede Hâle?” Salih Kıran’ın bakışları merdivene döndüğünde harelerim onu takip etti. Merdivenin başında gördüğüm beden, başından beri aradığımız kişiydi. “Buradaymış.” dedi Aksel sahte bir tebessümü dudaklarında misafir ederken.
“Salih,” dedi Hâle, Aksel’i umursamadan. Sorgu dolu bakışları ben, Aksel ve Salih Kıran arasında gezip duruyordu. “Neler oluyor burada? Niye bağırıyorsunuz?”
“İşte!” dedi Aksel, bedenini merdivene doğru döndürdü, kollarını iki yana araladı. “O aradığım insan!” Merdivenleri ikişer üçer çıkıp Hâle’nin koluna yapıştığında dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Kolundan sertçe sarstığı sırada Salih Kıran hızla merdivenleri çıkıp yanlarına ulaşmıştı. “Ne yaptın lan kardeşime?” Aksel’in sarf ettiği cümleler kulağımda uğuldadı. “Nerede benim kardeşim, ne yaptın ona?” Avaz avaz çıkan sesi malikânenin her bir duvarında yankılandı. Kaşlarım ağır ağır çatılırken basamakları çıktım. Akyel’in ortadan kaybolmasının sebebi Hâle miydi? “Ne istedin? Ne istedin ondan, ne?” Salih Kıran anlamazcasına ikisini ayırmaya çalışırken Aksel’in önüne geçip kollarımı beline doladım.
“Ben bir şey yapmadım!” Hâle’nin ağlamaklı çıkan sesi karşısında yüzümü buruşturmamak için çok zor duruyordum. “Bırak kolumu!”
“Aksel,” diye fısıldadım. Kıpkırmızı olmuş gözleri mavilerimle çarpıştı. “Akyel’i böyle bulamayız.” Başımı iki yana salladım ikna etmek istercesine. “Bırak kolunu.”
“O yaptı Loya.” dedi çatallı sesiyle. “O yaptı, biliyorum.”
“Aksel!” Evde tanıdık bir ses yankılandı. Sert adım sesleriye birlikte başımı sağıma, merdivenin aşağısına çevirdim. Deniz kıpkırmızı olmuş yüzü ve sık nefesleri eşliğinde basamakların başında duruyordu. “Dur,” dedi sadece. Başını iki yana salladı benim gibi. “Durman lazım.”
“O yaptı! Sen de biliyorsun, Deniz.” Deniz kuşkuyla önce Salih Kıran’a ardından da Hâle’ye baktığında derince yutkundu.
“Bir yanlışlık oldu galiba.” dedi sakinleşmeye çalışarak. Aksel’in gözlerinden bir hayal kırıklığı geçti. Gözleri doldu ağır ağır, ardından Hâle’nin kolunu savurarak bıraktı.
“Geberin.” dedi bakışlarını babasının ve Hâle’nin üzerinde gezdirdiği sırada. “İkiniz de.” diye ekledi. “Bu iş burada bitmedi, Hâle.” Kadının ismini tükürürcesine söyledi, ardından kollarımın arasından kurtulup basamakları indi. Deniz onu tutmaya çalışsa da elini savurarak onun engellemesinden kurtuldu. Basamakları döve döve indi, kapının çarpma sesi evde yankılandığında derin bir sessizlik hepimizi içine aldı. Salih Kıran oğlunun ardından basamakları indi. Bakışlarım önümde, sabahlığı dağılmış olan kadını buldu. Bakışlarımız birbirine değdiğinde ise koyu kahve gözlerinin içinde nefret tohumları parladı.
“Defolun siz de.” dedi tiksinircesine. “Akyel seni istemiyor, hâlâ bir zavallı gibi peşinde dolanıyorsun.” Bir adım attı bana doğru. “Anla artık kızım, istemiyor işte seni. Nefret ediyor senden.” Boş laflarına aldanmadım. İfadesiz suratımla ona bakmayı sürdürdüm. Dudaklarım yavaş yavaş aralandı.
“Sizi gördüm.” dedim ifadesiz bir tınıda. Adımları kesildi, bakışları kısıldı. Başımı salladım gözlerimi gözlerinden ayırmadan. “Her şeyi gördüm, Hâle.”
“Sakın, Loya.” Deniz’in uyarısının altında yatan endişe kırıntılarını hissettim. Bakışlarım ona döndü. Koyu harelerinde gördüğüm korku yüreğime bir ateş düşürmeye yetti. Dudaklarını oynattı. “Sus.” Hâle duymadı, görmedi. Derince yutkundum. Deniz’in gözlerinde gördüğüm o korku bana o gece, Akyel’in gözlerinde gördüğüm korkuyu anımsattı. Kalbim aynı o geceki gibi sıkıştı. Bir adım atmak şöyle dursun, nefes alamadım.
“Blöf yapıyorsun.” dedi Hâle kendinden emin bir tınıda. Çenesini havaya doğru kaldırdı. Boyu benden kısaydı, Boyu çeneme geliyordu neredeyse. “Bir bok bildiğin yok küçük kız.” Omuzlarını silkip burnundan nefeslendi. “Hoş bilsen, benim işime gelir.” Bir adım daha attı bana doğru. “Nefesini kesmem daha kolay olur.” Kanım dondu. Eli bir yılan gibi kolumu sardı. Tırnaklarını tam batıracakken Deniz araya girip kolumu elinden kurtardı. Ne ara çıkmış ve yanımıza gelmişti anlamamıştım.
“Şansını zorlama.” Sert tınısının ardından kendimi onun ardında buldum. Uzun boyu ve geniş omuzlarından gözükmüyordum. Hâle’yle arama bir duvar gibi olmuştu. “Loya’nın kılına bir zarar gelirse senden bilirim, Hâle.” Kadının hafifçe kıkırdayıp elini Deniz’in yanağına götürdü. Daha ulaşamadan kolu sağa doğru savruldu.
“Yanlış kişiyle oyun oynuyorsunuz.” dedi tehlikeli gülümsemesini dudaklarına takınarak. “Bu oyunu ben kurdum, sizi piyon yapan da benim. Beni yenemezsiniz.” Kalbimin teklediğini hissettim. Sağ elim kalbimin üzerine kapandı.
Şimdi olmaz, şimdi olmaz, şimdi olmaz…
Kalbime derin bir ağrı saplanmasıyla dudaklarım aralandı. Ses çıkarmamaya özen göstererek bedenimi arkamdaki duvara yasladım. Sesler boğuk boğuk geldi kulağıma. Nefeslerim kesik kesik döküldü burnumdan. Önceki ağrılardan farklıydı sanki. Gözlerim yavaş yavaş doldu, göz pınarlarımda emrimi beklermişçesine yer edindi.
“Deniz,” diye mırıldandım korkuyla. Tedirgin ve titrek çıkan sesimle önümdeki beden anında bana doğru döndü. Gözleri irice açıldı, bakışlarımda ne gördüyse aynı tedirginlik harelerinde yer edindi. Omuzunun üzerinden arkasındaki kadına bir bakış attı.
“Bu iş burada bitmedi.” dedi aynı Aksel gibi. Ardından koluma girip bedenimin ağırlığının çoğunu kendi üzerine aldı. Merdivenleri dikkatle inmeme yardım etti.
“Neyin var? Ne oldu, Loya?” Kalbime saplanan sancı arttı.
“Y-yok bir şey.” diye mırıldandım zorlukla. Son katı inmeyi de bitirip giriş katına ulaştık. Tam karşımızdaki sokak kapısı ardına kadar açıktı. Aksel’le babası bahçede tartışıyordu. Deniz ne yapacağını bilmezcesine bir bana bir de Aksel’e bakıyordu. Yanımdaki duvara yaslandım.
“Git.” Derin derin nefeslendim. Deniz’in bakışları çaresizce üzerimde gezindi.
“Gidersem Akyel beni öldürür.” Yeniden koluma girdi. “Seni o şeytanla bırakamam.” Tam o sırada evdeki telefon acı acı çaldı. Aynı zamanda cebime koyduğum telefonum titredi. Titreyen elim cebime uzandı. Telefonumu çıkarıp ekrana baktığımda onlarca bildirimle karşı karşıya kaldım. Ancak sadece bir tanesi dikkatimi çekmişti. Mesaj Akyel’dendi.
“A-Akyel?” Deniz’in meraklı bakışları da ekranıma dönerken. Sohbet ekranını açtım.
Akyel Kıran: Seni seviyorum.
Akyel Kıran: Özür dilerim.
Kaşlarım ağır ağır çatıldı. Anlamaz bakışlarım Deniz’i bulduğunda gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm.
“Çıkmaz sokak.” diye fısıldadı çatallı sesiyle. Dudaklarımı tam aralayacağım sırada ise evdeki görevlilerden birinin “Salih Bey!” diye bağırması bir oldu. Kadının sesi çığlık atar gibiydi. “Salih Bey!” dedi tekrardan. Salih Kıran’ın ve Aksel’in bakışları kapıda onlara doğru bağıran kadını buldu. “Akyel!” Kadının dudakları arasından çıkan isim korku dolu bakışlarımın ona doğru dönmesine yetti. “Televizyonu açın! Akyel…”
“Ne oldu?” diye sordum ona doğru adımlayıp. Korku dolu bakışları dehşet vericiydi. Şok olmuş yüzü içimdeki korkuyu körükledi. “Söylesene!” Yüksek sesimle birlikte irkildi. Deniz ise kolumdan tutarak ikimizi de salona doğru yöneltti. Sehpanın üzerinde duran televizyon kumandasına uzanıp titreyen elleriyle ekranı açtı. Bir haber kanalı oynuyordu televizyonda.
“Sesini aç!” Aksel’in endişe dolu tınısı doldurdu odayı. Deniz, televizyonun sesini açtı. Sessizliğin kol gezdiği salonda spikerin sesi yankılandı sadece.
“Bir son dakika haberiyle karşınızdayız. Geçtiğimiz günlerde adını kavgalarda sıkça duyduğumuz, ünlü rock grubunun gitaristi Akyel Kıran’ın cansız bedenine ulaşıldı. Bir balıkçı teknesinin erken saatlerde bulduğu bedenin, genç müzisyene ait olduğu bilgisi tarafımıza şimdi ulaştı. Nasıl öldüğü ise henüz belirlenemedi…”
Duyduklarım karşısında zihnimi bir sis bulutu kapladı. Ekranda birçok görüntü oynuyordu. Deniz kıyısı görüntüsünde dolandı gözlerim. Akyel ne de severdi denizi. Dalga seslerini dinlemeyi, deniz kokusunu, sahilde dolanmayı… Harelerim sarı renkteki polis şeridinde dolandı bu sefer. Gözlerim kısıldı. Dudaklarım aralandı. Kapandı, yeniden aralandı.
“Ne?” Fısıltımla birlikte yüzüm buruştu. Anlayamıyordum. Ne demekti bu? Ne… “Akyel,” Televizyona doğru adımladım. Deniz kolumu tutmaya çalışsa da izin vermedim. Dengesiz birkaç adım atabildim sadece. Dizlerim bedenimi taşımadı. Olduğum yere çöktüm. “Ne?” dedim yeniden. Elim televizyon ekranına uzandı. “Nasıl? Ne?” Kalbim sıkıştı. İçimin yandığını, alevlerin ortasında kavrulduğumu hissettim. Tenim yandı, zihnim bulandı. Bana ait olup olmadığını kestiremediğim bir çığlığı işitti kulaklarım. Sesler boğuklaştı. Bedenim yerle buluşmadan hemen önce bir çift kolun arasına düştü. Gözlerim yarı açıktı ancak bilincim yerinde değil gibiydi. Zihnimde sadece Akyel’in sesi yankılanıyordu. Dün kollarımın arasında uykuya dalışı, kurduğu her bir cümle…
Anladığın zaman, bana kızma. Olur mu?
“Akyel…” Dudaklarımın arasından son dökülen söz yine onun ismi oldu. Kalbim amansız sarsıntılar arasında pes etti. Sancıları artık hissetmiyordum. Tek hissettiğim tenimi yakan o histi. Tenim cayır cayır, kor alevlerin arasında can çekişiyordu, ruhum mahşer yeriydi.
Bu anda kalalım hep. Sonsuz olalım.
İstediği olmuştu. Kollarımda uyuduğu, kokusunun tenime sindiği o gecede, o anda kalmıştık biz.
Sonsuz olmuştuk.
Bölüm sonu.
Yazarken kendimi kaptırıp bir çırpıda bitirdiğim bir bölüm oldu. Özellikle sonu beni de bitirdi. Siz ne düşünüyorsunuz? Nasıl buldunuz bölümü?
Akyel'in ölümü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gelecekte nasıl sahneler görelim?
Aksel'in öfkesi, Deniz'in korumacılığı, Hâle'nin ikili oynaması ve Loya'yı tehdit etmesi... Çok olaylı bir bölüm olmuş.
Bölümü yazarken "AKYEL NEREDE?" diye bağırıp durdum resmen içimden. Tüm bölüm aynı soru üzerine devam ettiğinden siz de yapmışsınızdır eminim ahahahaha. Bir sonraki bölümümüz perşembe sizlerle olacak, kendinize cici bakın o zaman kadar <3
Size ufak bir ipucu: Bir sonraki bölümün adı "Kamelya". Anlamını bilen var mı? Yorumlara bekliyorum!
Bana ulaşmak için @melsaligera instagram adresinden yazabilirsiniz.




Akyelimm💗💗
Kavuşalimm ya bu ayrillik fazla onlara 🥲🥲
Yaaa çok güzel bi bölümdü 3 ay sonrası çok korkutuyorr
Hemen kamelyanin anlamına bakicammm ndnfnfnfcjjf
Ay ağlarimm