top of page

14. Bölüm: Çıkmaz Sokak

Bölüm şarkısı: Gitme / şarkı bölümünden ulaşabilirsiniz!


“Gölgen değil, sen lazımsın bana

Senin nefesin, senin tenin”


Loya


Olay: Tehlikeli adım


Yer: Kulis


Zaman: Konserden hemen sonra


Alkışlar, bağırışlar, sahne ışıkları… Derin bir nefes aldım rahatlamışçasına. Dudaklarımda kocaman bir gülümeme peyda oldu. Ait olduğum yerde hissediyordum. Sahne ışıklarının altında, duygularımı özgürce yaşayabildiğim şarkılarımın can bulduğu o eşsiz, rengarenk ruhların buluştuğu amfide… Gökyüzüne değdi bakışlarım. Seyircilerin desteği karşısında hafif bir selam verip gözlerimi kapattım. Annemle babamı tam arkamda, ellerini sırtımda hissettim. Kalplerinde hissettikleri gurur, içimi tarifsiz bir huzurla doldurdu.


“Teşekkür ederiz!” diye haykırdım son kez mikrofona doğru. “Sizi seviyorum.” Tüm kalbimle söylemiştim bu cümleyi. Eşsiz destelerini her zaman arkamda hissediyordum. Şarkılarımı benimle birlikte yaşayan tüm ruhlara minnettardım. Müziğin hepimizi bir çatı altında toplaması ise beni her seferinde hayran bırakıyordu. Evrensel bir oluşumun parçası olmak, iyi hissettiriyordu.


Birkaç adım geriledim. Ardından Eray’a teşekkür eden bakışlarımla birlikte kısaca sarıldım. İçimde yeşeren çocuksu sevinçle kulise doğru ilerledim. Jale Hanım’ın tebriklerini kabul edip benim için ayırdıkları odaya yöneldim. Beyaz kapıyı araladım, hemen ardından odaya adım atmamla birlikte kapımın kapanması ve bir elin boğazıma sarılması bir oldu. Can havliyle boynuma sara kola tutundum. Çığlık atmak için aralanan dudaklarım, siyah eldivenli biri tarafından kapatıldı. Kolları arasında çırpındım. Kalbim korkuyla atarken, ne yapacağımı bilmez bir şekilde etrafıma bakındım.


“B-Bırak!” Nefesim kesilirken tırnaklarımı boğazıma sarılan koluna batırdım. Ardımdan acıyla inlese de tutuşundan ödün vermedi.


“Uzak dur diyorum sana kızım.” Boğuk bir erkek sesi ilişti kulağıma. Kalbimdeki korku daha da perçinlendi. Boynumu saran kolu biraz gevşedi ama bedenimi hâlâ sabit tutuyordu. Cebine uzandı boşta kalan eliyle.


Kurtulman lazım, Loya.


O cebine uzandığında dikkati üzerimden dağıldı, beni saran kolu biraz daha gevşediğinde boşluğundan faydalanıp bedenini ittirdim kendimden. Yüzüne taktığı kar maskesinden yüzü gözükmese de gözleri net bir şekilde ortadaydı. Koyu kahveydi, boyu bir hayli uzundu ve kalıplı olduğu giydiği ceketten bile belli oluyordu. Ayağında asker botları vardı, yerleri çamur yapmıştı.


Onu bedenimden ittirmemle gözlerinden bir afallama geçti Ben ise hızlı adımlarla gerileyip uzaklaştım ondan. “İmdat!” Attığım çığlık üzerime atılmasıyla boğazımda tıkalı kaldı. Bir eli yeniden boynuma sarılırken elindeki fark etmediğim bezi dudaklarım ve burnumu kaplayacak şekilde kapadı. Nefesimi tutmaya çalışıyordum ancak kalbimin delicesine atması atağımı tetiklemek üzereydi. Nefes almak için çırpındım, bezi biraz daha bastırdı burnuma doğru. Bezden yayılan koku zihnimi bulandırdı. Yavaş yavaş gözlerim arkaya kaydı, başımı dik tutamaz hâle geldim. O ise bu durumumdan yararlanarak bezi biraz daha bastırıp bedenimi yere yatırdı. Hareket edemez hâle geldiğimden emin olduktan sonra ise üzerimden kalktı. Yarı açık gözlerim iri bedenini izledi. Gözlerim kapanmadan önce gördüğüm son şey adamın cebinden çıkardığı not kağıdını buruşturup yere atmasıydı. Ardından bir adımda yanıma geldi, eğildi.


“Sana yazık oldu güzellik.” Sesini tanımadım, taktığı maskeden boğuk geliyordu. Bilincim kapanmak üzereydi. Başım onun son sözünden sonra sağıma doğru düştü, bir karanlık aldı bedenimi.


  


Loya


“Loya!” Uzaktan gelen seslerle birlikte zihnim yavaş yavaş kendine geliyordu. “Loya, yalvarırım aç gözlerini.” Bilincim sesleri tanımaya başladığında, yanağımdaki elleri hissettim. Göz kapaklarımın üzerinde bir ağırlık var gibiydi, açmakta zorlanıyordum. “Haydi, aç gözlerini.” Gözlerim Akyel’in emrine uymak istercesine hafifçe aralandı. Kısık bakan gözlerimin önü buğuluydu ama buna rağmen yeşillerindeki endişeyi görebiliyordum.


Gözlerimi açtığımı görünce yavaşta kaldırdı beni yerden. Bedenimi kendi kolları arasına çekip sımsıkı sarıldı. Başı saçlarıma gömüldü, benim ise başım, onun boyun girintisine saklandı. Derin derin soluyordu kokumu ezberlemek istercesine. Titreyen ellerinden ve hızlı atan kalbinden ne kadar korktuğunu hissedebiliyordum.


“İyisin,” diye mırıldandı kendi kendine. “İyisin, iyisin, iyisin…” Dudaklarından sayıklamalar döküldü. Bitkin kollarımı aynı onun beni sardığı gibi bedenine sardım. Kaskatı kesilen bedeni, dokunuşumla birlikte gevşedi. Saçlarımdan defalarca kez öptü. Korkudan titreyen bedeni kollarımın arasında küçüldü sanki. O kalıplı genç adam küçücük bir çocuğa dönüştü. Hafifçe bedenimi ayırdı kendi bedeninden. Bakışları bir kez daha vücudumu süzdü.


“Ne oldu?” diye sordu endişeyle. “Başın mı döndü, biri mi bir şey yaptı?” Sertçe yutkundum. Bilincimin yerine gelmesiyle kalbimde hissettiğim korku derinleşti. Boynuma sarılan kol bir anlığına da olsa geri geldi.


“B-Biri vardı.” diye mırıldandım kesik kesik. “Böyle-” Ellerim boğazıma gitti. Derince nefeslenmeye çalıştım. “Boğazımı sıktı, nefes alamadım.” Akyel’in bakışları git gide sertleşti. O anları benimle yaşıyor gibi göz bebekleri titredi ancak korkudan değil, saf öfkeydi hissettiği. “Sonra bir bezle burnumu ve ağzımı kapadı. Ne yapacağımı bilemedim…”


“Tamam.” dedi Akyel devam etmemi istemeyerek. Bir eli saçıma çıktı, sakinleştirmek istercesine okşadı. “Tamam, geçti. Yok bir şey.” Başımı boynuna yasladım yine. Hissettiğim güvenle gözlerim kapandı.


“Bir de,” Dudaklarım aralandı, zihnime dolan hatıralar bir bir döküldü. “‘Uzak dur diyorum sana’ dedi.” Kaşlarım hafifçe çatıldı, ne demek istediğini anlamamıştım. “İri yarı, kar maskeli, asker botlu bir adamdı.” diye ekledim aklıma gelen detaylarla. “Bilincim gitmek üzereyken de ‘Sana yazık oldu güzellik’ dedi.” Bedenim yeniden bir titremenin esiri olurken Akyel’in vücudu anlattıklarımla birlikte git gide gerildi. Solukları hızlandı, göğsü hızla inip kalktı.


“Akyel,” diye seslendi Deniz. Sesindeki tınıyı anlayamadım ama içimi huzursuz etmişti. İkimizin de bakışları ona dönerken elindeki not kağıdını buruşturdu, avucunda hapsetti. “Gelmen lazım.” Gözleriyle Akyel’e ne söylediyse Akyel’i sertçe yutkunmaya itti, yüz ifadesi sertleşti, endişeyle kavruldu.


“Aksel.” dedi bedeni bedenimden ayrılırken. Beni de kendisiyle birlikte ayağa kaldırdı. Ardından kardeşine döndü. “Loya sana emanet.” Aksel emir almış gibi anında başını sallayıp yanımda bitti. Deniz’le Aksel odadan çıkarken gözlerim endişeden kaskatı kesilmiş, teni solmuş olan Asil’i buldu. Mavi gözlerimiz birbiriyle çakıştığı an ise adımları bana yöneldi. Kolları boynuma sarıldığında ben de onun gibi sımsıkı sardım kollarımı beline.


“Çok korktum.” diye fısıldadı ağlamaklı sesiyle. Başımı salladım.


“Ben de,” diye fısıldadım kulağına. O anlar aklıma gelirken dolan gözlerimi tavana çevirdim. Gözyaşlarımı geri göndermeye çabaladım. “Ben de çok korktum.”


“Kızlar, daha fazla durmayalım burada.” Aksel’in ılımlı sesiyle birlikte Asel kollarını boynumdan çekti ama beni yalnız bırakmak istemezcesine elimi eline kenetledi. “Eve geçelim, Loya dinlensin. Polislere de haber verildi, onlar araştıracaklar.” Başımı sallayıp Asil’e iyice tutundum. Biz önde, çocuklar arkada gelirken çıkışa doğru ilerledik.


Akyel’le Deniz ortalarda gözükmüyordu. Aksel, Deniz ve Akyel özellikle diken üstünde gibilerdi. Bir şey bildikleri barizdi ama bu olayla ilgileri neydi, bilmiyordum.


Kalbim tekledi bir anda. Hızla atmaya başlayan kalbim nefesimi kesmeye yetti. Asil’in elini sıktım endişeyle. Gözleri bana döndüğünde ise bakışlarımdan ne olduğunu anladı.


“Aksel,” diye seslendi arkamıza doğru. “Loya’nın çantasını verir misin?” Aksel çatık kaşlarıyla çantayı ona uzattığında Asil çantayı kapıp arabaya daha hızlı yürüdü. Birlikte arabaya vardığımızda gördüğüm araç Aksel’e aitti. Arka koltuğun kapısı bir görevli tarafından açıldı, ardından ikimiz de vakit kaybetmeden arka koltuğa yerleştik. Kapı kapandığı anda Asil titreyen elleriyle çantamı araladı. Telefonun ışığını açıp ilacımı bulmaya çalıştı. Bulduğunda ise kutunun içinden bir tane alıp dudaklarıma yasladı. Çantamdaki su şişesinin de kapağını açıp elime tutuşturdu. İlacı suyla birlikte yutup yeniden şişeyi Asil’e uzattım. Başımı geriye yasladım. Bu sırada ise Pars yanımıza, Aksel sürücü koltuğuna, Uzay da ön yolcu koltuğuna oturmuştu. Hiçbiri bir şey demedi, bu durum ikimizin de işine gelirken başımı Asil’in omuzuna yasladım. O da başını benim başıma yasladı, dizimi hafifçe okşadı. Hafifçe tebessüm ettim.


Her zaman yanımda olduğu için ona minnettardım. O benim bu hayattaki can dostum, sırdaşımdı. Hakkını asla ödeyemezdim.


O iyi ki vardı.


  


Akyel


Güç, bir insanın hareketlerini kontrol etme yeteneğidir. Tanımı bu. Her ne kadar basit bir tanım gibi gözükse de altında binlerce tehlike barındıran bir tehdit. O güç kimde oluyorsa kontrol de onun elinde oluyordu ve o kontrol, bir insanın hayatını yerle bir etmeye yetiyordu.


Beni kimse yıkamaz, ezemez sanıyordum. Oysa fena hâlde yanıldığımı Hâle’nin tehditlerinin şiddeti arttığında anlamıştım. Loya’ya dokunması ise son noktam olmuştu. Kapana kısıldığımı iliklerime kadar hissediyordum. Çıkmaz sokaktaydım. Kaçacak alanım kalmamıştı. Kontrol tamamen Hâle’deydi, çünkü biliyordu. Loya’nın kılına zarar gelmesine asla müsaade etmeyecek ve onun dediklerini harfi harfine yerine getirecektim. Bundan adı kadar emindi.


“Bu çok kötü oldu.” dedi Deniz önümde bir o yana bir bu yana yürüdüğü sırada. Notu okuduktan sonraki tepkisinden az çok anlamıştım. Loya’nın tarif ettiği profile de uyan bir kişi vardı. Hâle’nin maşalarından biriydi. “Ne yapacağız Akyel?” Sıkıntıyla iç geçirdim. O herifi ölümüne dövmek istiyordum. İçimde bitmek tükenmek bilmeyen bir kin vardı, öfkeliydim. Hayatımı bu hâle sokan herkese büyük bir öfke duyuyordum.


“O Demir piçini bulmam lazım.” diye mırıldandım hırsla. Loya’yı Aksel’e emanet ettikten hemen sonra sakince konuşabileceğimiz bir yere gelmiştik, sahile. Gece yarısı olmak üzereydi, etraf sokak lambalarının loş ışığıyla aydınlanıyordu sadece. “Kesin onun işi.”


“Durum gittikçe kötüleşiyor.” Önümde durdurdu adımlarını. Başımı hafifçe yukarı kaldırıp gözlerimi gözlerine sabitledim. O ise sıkıntıyla bir nefes alıp başını geriye eğdi. “Sikeyim!”


“Loya’ya dokunacak kadar ilerlediler.” Ellerimi dizlerimde kavuşturdum. Bir şey yapmam lazımdı. Loya’ya dokunmaları son noktaydı. Bu saatten sonra her şey yokuş aşağıya ilerleyecekti. Kendimi kaybedecektim. Bir daha bulunamayacağım kadar dibe gömeceklerdi ruhumu, çıkamayacaktım o kuyudan.


Telefonumun acı acı çalmasıyla elimi cebime attım. Ekranda yazan isim vücudumdaki her bir hücrenin titremesine neden oldu. İçimdeki o küçük çocuk korku içinde bir duvarın arkasına sindi. Titreyen göz bebekleri şimdi benim gözlerimdeydi.


“Açman lazım.” dedi Deniz, yanıma oturdu. Geçirdiğim kriz sonrası ona Hâle’nin beni tehdit ettiğini ve uyuşturucuya zorladığını anlatmıştım ancak geriye kalan hiçbir şeyi bilmiyordu. Sadece bana takıntılı olduğunu biliyordu. Aksel’e ise uyuşturucuya kendi isteğimle başladığımı söylemiştim. Tedaviyi de reddetmiştim. Sinirden çıldırmış, bütün öfkesini benden çıkartmıştı. Hiçbir şey yapmamıştım karşılığında, izlemekle yetinmiştim. Ona anlatamazdım, anlatmaya gücüm yetmezdi. Telefon ısrarla çalmaya devam ederken derin bir nefes alıp aramayı yanıtladım, hoparlöre aldım.


“Sürprizim hoşuna gitti mi?” diye sordu keyifli çıkan sesiyle. Dudaklarındaki iğrenç bir hazla donatılmış gülümsemenin asılı olduğunu hissedebiliyordum. Ayağa kalktım, öfkemden yerimde duramıyordum.


“Hastasın sen. Ruh hastasısısın, biliyorsun değil mi?” Benim öfke kokan cümlelerime karşılık bir kahkaha peyda oldu dudaklarının arasından.


“Sana demiştim.” dedi rahat bir tınıda. “O kızdan uzak durmazsan sıra ona da gelir, demiştim.”

“O aptal oğlunu mu kullanıyorsun şimdi de?” Demir’i bilerek Loya’nın hayatına sokmaya çalıştığını anlayabiliyordum. Onu benden uzak tutmak, Demir’e âşık ederek duygularını kontrol etmek istiyordu. Tam bir ruh hastasıydı. “Anlamadığımı mı sanıyorsun?”


“Demir, Loya’yı çok beğenmiş.” dedi umursamazcasına. “Oğluma iyilik yaptım sadece.”


“İyiliğine sıçayım senin!” Hırsla soludum. Elimdeki telefonu fırlatmak, bir şeyleri yakıp yıkmak istiyordum. Ne olduğunu önemli değildi, bu zehri atmak istiyordum sadece bedenimden.


“Zamanın daralıyor Akyel.” Duraksadı. Aklındaki oyun senaryolarına bir yenisini daha ekledi belki de. “Loya’yı tamamen hayatından çıkarmazsan sonunda onu ortadan kaldıran ben olurum.” Sertçe yutkundum. “Ve eğer dediklerimi yerine getirmezsen, önce seni ondan sonra o çok sevdiğin kız çocuğunu yok ederim. Elimdeki videoları yaymam sadece beş saniyemi alır. Damarlarındaki zehrin dozu belki elimin kaymasıyla yükselir, bir sabah uyanamazsın.”


“Sen bir şeytansın.” dedim dişlerimin arasından. “Eğer Loya’ya dokunursan asıl her şeyi ben ortaya dökerim.”


“Hiçbir şey yapamazsın.” dedi keskin bir tınıda. “Görüntülerin hepsi benim elimde ve hiçbirinde ben gözükmüyorum. O uyuşturucuların hepsi senin adına alınıyor, kayıtların hiçbirinde benim adım geçmiyor. Bunların polisin eline düşmesi durumunda zararlı sen çıkarsın, ben değil.” Derince nefeslendi. “Yani demem o ki, kontrol bende. Kaçamazsın.” Nutkum tutuldu, dilim her saniye daha da lâl oldu. Bir şey söylemek şöyle dursun, düşünme yetimi bile kaybetmiştim. Bu karşımdaki nasıl bir yaratıktı? Bu nasıl bir kötülüktü.


“Yarına kadar düşün taşın. Tam yirmi dört saat sonra Loya etrafında olmaya devam ederse Loya’nın ölümünün sorumlusu ben değilim.” Arama sonlandı. Derin bir sessizlik içinde kaldık. Deniz’in yüzü bembeyaz olmuşken ben de ondan farksız sayılmazdım. Elim kolum bağlanmış gibi hissediyordum.


Nasıl çıkacağız bu işin içinden?


Bilmiyordum, bu beladan nasıl kurtulabilirdim?


“Akyel…” Deniz’in tedirgin sesi ulaştı kulaklarıma. Sıkı sıkıya tuttuğum telefonum elimden kaydı. Zihnim bomboştu. Ne yapmam gerekiyordu? Kim yardım edebilirdi? Nasıl çıkabilirdim bu işin içinden? “Ne yapacağız ağabey?” diye sordu Deniz hiddetle.


Duyduklarından sonra dehşete düşmüştü. Koyu mavi gözleri irileşmiş, yüzü solmuştu. Şok olmuş bir şekilde gözleri telefona kilitlenmişti. “Oğlum ne diyor bu manyak? Ne görüntüsü Akyel?” Hızla ayağa kalkıp omuzlarıma sardı ellerini. “Ne oluyor bu siktiğimin yerinde?” Hafifçe sarstı bedenimi. Başım öne eğildi. Dolan gözlerimden birkaç damla yaş yanağıma süzüldü. Yapamıyordum, artık kaldıracak gücüm kalmamıştı. Nefes alamıyordum bu dünyada.


“Deniz,” Mırıltım Deniz’in hareketlerini bıçak gibi kesti. Korku ve endişeyle harmanlanmış irisleri bana kilitlendi. “Çıkmaz sokak.” Başını iki yana salladı hızla.


“Hayır.” dedi sertçe. Omuzlarımdaki ellerini sıktı. “Bir yolunu bulacağız.”


“Nasıl?” Acıyla inledim. “Nasıl lan nasıl?” Haykırışım denizdeki kayalara vurdu, koca İstanbul’a yayıldı. “Olmaz, Deniz.” Başımı hiddetle iki yana salladım. “Loya’ya bir zarar gelmesini kaldıramam, olmaz.” Koyu mavi hareleri yeşillerimi inceledi dikkatle. Ardından birkaç adım geriye gidip ellerini saçından geçirdi.


İkimiz de yolun sonuna geldiğimizin farkındaydık. Hâle asla vazgeçmeyecekti. Onun için ben bir oyuncaktım, kontrolünü her zaman elinde tutabileceği bir oyuncak.


Derin derin nefesler çektim ciğerlerime. Zamanımın tükendiğini, ruhumun çaresizlikle kavrulduğunu saniyesi saniyesine hissettim. Başımı geriye eğdim, yeşillerim gökyüzüne çevrildi. Serin hava tenimi yaladı, gözlerimi daha da yaşlandırdı. Sertçe yutkundum. Boğazımdaki yumru gitmedi, kalbimdeki ağırlık da yerini korudu. Tüm duvarlarım yıkılmış gibi hissediyordum. Çırılçıplak kalmışım, etrafımda kimse kalmamış gibiydi.


Ve ben yine aynı dileği diledim Tanrı’dan.


Kurtuluş biletimi, ölümü…


  


Loya


Saat sabaha karşı dört sularını gösteriyordu. Ne zaman gözümü kapatsam boğuluyor gibi hissettiğimden uykum sürekli bölünmüş, kabuslara ev sahipliği yapan geceye uyanmıştım. Bu gece herkes bende kalıyordu. Asil gitmek istememişti, Aksel ve diğerleri de beni yalnız bırakmak istemediklerinden yanımda kalmışlardı. Pars ve Uzay salona yerleşmişlerdi. Aksel ve Asil ise boşta kalan misafir odalarını kapmışlardı. Ben ise saatlerdir odamda, yatağımdaydım. Kıpırdamadan düşüncelerimle boğuşuyordum. Belki de yüz kere oynatmıştım bugün yaşadığım anı. Bir ipucu bulmaya çalışmıştım. Oysa sadece çalışmakla kalmıştım çünkü tek ipucu Deniz’deydi. O notu okur okumaz Akyel’e işaret vermişti. O zamandan beri sesleri çıkmamıştı.


Gece lambamı açtım. Loş ışık odaya dağılırken karanlığa alışan gözlerim kısıldı. Şarjda olan telefonuma uzandım. Bir mesaj ya da bir arama var mı diye kontrol ettim ancak Akyel’den gelen ne bir arama ne de bir mesaj vardı telefonumda. Hayal kırıklığıyla telefonumu yeniden başucuma koyacakken telefonum titredi. Ekranda ise görmek istediğim o isim yazılıydı. Beklemeden telefonu yanıtladım.


“Akyel?”


Uyuyamadığını tahmin ettim.” Sesi durgun geliyordu. Yerimde iyice dikleştim. “Kapıyı açar mısın?”


“Kapı kilidim hâlâ aynı.” dedim dudaklarımda asılı kalan buruk tebessümümle. “Girebilirsin, sormana gerek yok.” Burnundan nefeslenerek güldü. Ardından aşağıdan gelen kilit sesini işittim. Evde çıt çıkmadığından kolay duyabilmiştim.


“Nereden bildin anahtarın bende olduğunu?” diye sordu fısıldayarak. Omuzlarımı silktim görmeyeceğini bile bile.


Hâlâ yanında taşıdığını tahmin ettim.” dedim onun gibi. Adım sesleri iyice yaklaşırken yeniden gülüşünü işittim. Nefes sesleri telefondan, adım sesleri kapımın ardından geliyordu. Beyaz kapımın yavaşça aralanmasıyla arama sonlandı. Ardından onun bedeni girdi görüş açıma. Üzerinde ceketi yoktu, bu serin havaya rağmen üzerine ceket almadığını görmemle kaşlarım çatıldı. O ise buna aldırmadan kapıyı kapadı ve büyük birkaç adımda yanıma geldi. Oturması için yana kaydım. Gözlerim bir yandan loş ışığın aydınlattığı yüzünü süzüyordu. Sözsüz anlaşmamıza uyarak onun için bıraktığım boşluğa oturdu. Ardından ayakkabılarını çıkararak uzandı. Sırtını yatak başlığına yasladı, gözlerini tavanıma çevirdi.


“Ne zaman kapana kısılsam geldiğim ilk yer burası oluyor.” dedi sakince. Onun bu sakinliği içime bir huzursuzluk düşürmeye yetti. Çökmüş gibiydi, benim tanıdığım o eski Akyel değildi sanki. “Oysa bunun olmaması gerekiyor. Buraya gelmemem, senin yanına yüz metre bile yaklaşmamam gerekiyor.” Derince nefeslendi. Tavanda olan bakışları, başını sola doğru yatırmasıyla bana doğru döndü. “Yoruldum, Loya.” dedi durgunca. “Artık yapamıyorum.”


“Gitme, Akyel.” Başım sağa doğru eğildi, bakışlarım gözlerine sabitlendi. “Artık benden gitme.” Dudaklarında buruk bir tebessüm yer edindi.


“Senden hiçbir zaman isteyerek gitmedim.” Dudaklarından dökülenlerle kaşlarım çatıldı.


“O da ne demek?” diye sordum, o ise gözlerini benden ayırmadan harelerimin en içine bakmayı sürdürdü.


“Bugün birlikte uyusak olur mu?” Sorumu görmezden geldi, oysa ben onun yorgun çıkan sesine kayıtsız kalamadım. Başımı salladım hafifçe. Bedenini biraz daha eğdi. Başı tam kalbimin üzerinde yer edindiğinde derin bir nefes aldı. Kalp atışlarım hızlandı, duyduğuna emindim. Kollarını belime sardı. Küçük bir çocuk gibi sokulabildiği kadar bana sokuldu. Onun bu savunmasız hâline içim gitti. Kalbimi açıp onu oracıkta saklamak istedim.


“Bu anda kalalım hep.” diye mırıldandı. Bir elim saçlarına karıştı. Tutamları parmaklarımın arasında dağıldı. “Sonsuz olalım.”


“Akyel,”


“Şimdi değil, Loya.” Soracağım çok soru, çözümlenmesi gereken çok düğüm vardı ancak hepsi bu odada, bu yatakta, bu gecede kapana kısılmıştı bir anda. Akyel konuşmayı reddediyordu. Tüm soruların ve düğümlerin cevapları ondaydı. Oysa  o sessizlik yemini etmiş gibiydi.


“Ne zaman peki?” diye sordum sessizce. Gözleri ağır ağır kapandı. Kolları biraz daha sıkı sardı belimi. Yanağı iyice göğsüme yaslandı.


Özgür olduğumuzda.” Söylediği her cümle zihnimdeki toz bulutunu daha da karmaşıklaştırıyordu. Önümü göremiyordum.


“Anlamıyorum, Akyel.” Buradan gördüğüm kadarıyla dudağının sağ tarafı hafifçe havalandı.


Anladığın zaman, bana kızma.” dedi buruk bir tınıda. “Olur mu?” Kalbim huzursuzlanmıştı, içimde git gide büyüyen bir kara delik varmış gibi hissediyordum. Yine de dudaklarım aralandı. Saçlarını okşadığım, sağ profiline hayran kala kala izlediğim sırada “Tamam.” dedim sadece. “Ben sana zaten kızamam ki.” Bir şey söylemedi. Kendini olduğumuz bu âna hapsetti. Ona uydum. Bedenim tenime vuran nefesleriyle daha da mayıştığında saçlarındaki ellerim yavaş yavaş duraksadı. Başım hafifçe sola doğru, Akyel’in başına doğru eğildi. Hiçbir şeyden habersiz uyuyakalmadan önce son anımsadığım, Akyel’in kendine has kokusuydu. Bu koku beni eskilere götüren, güvende hissettiren yegâne duyuydu.


Bir gün ondan sonsuza kadar mahrum kalacağımı bilemezdim.


Yazar


Hava yeni yeni aydınlanıyordu. Loya’nın evinde herkes kendi odasında, kendi köşesindeydi. Sadece bir kişi uyanıktı. Sonsuz bir vedaya uğurlanmak için bekliyordu. Uyanmıştı. Sevdiği kadının göğsünde uykuya daldıktan yalnızca iki saat sonra kabuslarla uyanmış, kendini Loya’nın kokusuyla sakinleştirebilmişti. Yaklaşık yarım saattir de sadece bu kokuyu soluyordu. Onun için bir bağımlılıktı. Ona zarar vermeyen tek bağımlılığıydı belki de.


“Çok özlemişim seni uyurken izlemeyi.” diye mırıldandı genç adam kendi kendine. Genç kadının yüzüne düşmüş saç tutamlarını sevdi tek tek. “Gözlerine en yakından bakan, kokunu tek soluyan o adam olmayı çok özlemişim.” Kalbinde bir yük taşıyordu Akyel. Kaçacak noktası kalmamıştı. Hâle Kıran, elini kolunu öyle bir bağlamıştı ki, genç adamı amansız düşüncelere sürgün etmişti. “Öğrendiğinde yıkılacaksın, biliyorum.” Genç adamın gözyaşları göz pınarlarına akın ediyordu ağır ağır. Tıpkı gökyüzü gibiydi. Akyel uykuya daldığından beri dışarıda delicesine yağmur yağıyordu.


“Başka çarem yok, Loya.” Başını iki yana salladı kendini kanıtlamak istercesine. “Yemin ederim, yok.” Burnunu çekti hafifçe, genç kadını uyandırmak istemiyordu. O uyanırsa şayet, buradan bir saniye olsun ayrılamazdı. Ama gitmeliydi. Gidip hiç dönemeyeceği bir yolculuğun ilk adımını atmak üzereydi. “Sen ölürsen, ben de ölürüm Loya. Senin kılına zarar gelirse ben biterim. Yapamam, kaldıramam bu acıyı.” Gözyaşları hafif hafif yanaklarına süzülürken başını kaldırdı tavana doğru. Derin bir nefes aldı. Bu sırada ise parmak uçları âşık olduğu saçlarda geziniyordu.


“Özür dilerim.” dedi bu sefer. “Seni bu hâlde bırakacağım için çok özür dilerim. Ama hepsi senin için. Hepsi, sen yaşa diye.” Başını Loya’nın saçlarına yaklaştırdı. Kokusunu doyasıya soludu, ezbere bildiği çehresini izledi dakikalarca. Uzun kirpikleri, gözkapaklarına kadar cildini süsleyen çillerini, küçük kemerli burnunu, dolgun dudaklarını… Her bir santimini yeniden canlandırdı zihnine. “Elveda, benim küçük sevgilim. Başka bir evrende, en güzel hâlinle yeniden görüşmek dileğiyle.”


Dudaklarını tüy kadar yumuşak bir şekilde dudaklarına bastırdı. Son kez fısıldadı: “Seni seviyorum güzel sevgilim.”


Eşyalarını topladı. Ardında bir çöp parçası bile bırakmayarak odadan ayrıldı. Yan odada kalan kardeşinin yanına gitmeye cesaret edemedi. Kapalı olan kapıya öylece baktı. Bir elini kaldırdı veda edercesine. Dudaklarındaki buruk tebessüm, kalbindeki derin hüznün yansıması olarak asılı kaldı.


Ağır ağır, ses çıkarmak istemezcesine indi tüm basamakları. Kapıya ilerleyeceği sırada bakışları salondaki koltuklarda uyuyan arkadaşlarına değdi. İçi daha da burkuldu. Bunca zamandır kardeş gibi büyümüşlerdi. Yılları geçmişti omuz omuza. Şimdi ise uzaktan, tıpkı bir yabancı gibi bakıp geçiyordu sadece. Daha fazla orada kalmadı. Kapıya doğru ilerleyip ayakkabılarını ayağına geçirdi.


Binlerce anı biriktirdiği bu eve son bir kez dönüp baktı. Loya’yla attığı kahkahalar, arkadaşlarıyla ettiği sohbetler, ailecek geçirdikleri vakitler… Hepsi fotoğraf karelerinde asılı kaldı. Kapı açıldı. Akyel dışarıya doğru bir adım attı. Ardından adımları birbirini takip etti. İşte tam o sırada, Akyel Kıran bu dünyadan tamamen silinmişti.


Bölüm Sonu.


Artık Wattpad'te yaptığım gibi burada da bölüm sonu soruları yazmayı planlıyorum. Başlayalımmm!


Sizce Akyel'in aklındaki plan nedir?


Loya Akyel'in gidişinin ardından ne yapacak?


Hikâyenin gidişatında görmek istediğiniz başka sahneler var mı?


Bir sonraki bölüm pazartesi günü saat 20.00'de yayımda olacak. Bundan sonraki bölüm günlerimiz de Pazartesi ve Perşembe! Yeni bölümde görüşürüz, kendinize cici bakın <3



3 Yorum


💗💗

Beğen

Hiç aklıma gelmiyor Akyel ne yapicak ndjdkdkkdkd

Beğen

Yaaa çok üzülüyorum ikisinede

Beğen
ChatGPT Image Aug 17, 2025 at 07_42_19 PM_edited.png
Bu siteye yüklenen şarkıların ve kitapların tüm hakları bana aittir.
bottom of page