11. Bölüm: Yabancının Mumu
- melisasamatt
- 1 Eyl
- 9 dakikada okunur
“Yalnızım yine bir akşam
Kulağımda sesin”
Hayatımıza girip çıkan bir sürü yabancı vardı. Bazıları hayatımızın orta noktasına düştüğünde bomba etkisi yaratırken, bazısı da sessiz sedasız çekip gitmeyi seçiyordu. Bizim hikâyemizde çok yabancı vardı ve ne yazık ki hiçbiri sessizce gitmek istemiyordu.
“Haydi ama Loya! Kafanı vermiyorsun.” Derin bir nefes alıp stüdyo kulaklıklarını başımdan indirdim. “Sözleri hissederek söyle.” Levent Ağabey camın arkasından benimle konuşurken yanımda olan Eray da aynı şekilde beni motive etmeye çalışıyordu. Şarkının çıkmasına az kaldığı için stüdyo kayıtlarını almaya başlamıştık. Her ne kadar canlı söylesek de kulaklıklardan seslerimizi iyi ayarlamamız önemliydi. Eray bu konser için fazlasıyla heyecanlıydı. Üstelik Harbiye’ye çıkacaktı, bu onun için büyük bir fırsattı.
“Biliyorum, çok yoruldunuz. Saat sabah beş ama yine de sıkın dişinizi biraz.” Başımı salladım Levent Ağabey’in sözlerine karşılık. Çok yorgun hissediyordum kendimi. Hem bedensel hem de ruhsal anlamda bitik hâldeydim. Balo gecesi çıkmıyordu aklımdan bir türlü. Akyel’in korkudan göz bebeklerinin titrediği, karşısındaki o kadının elindeki beyaz toz bir paket… Anlamlandıramıyordum. Gördüklerim gerçek olamayacak kadar yabancıydı. Akyel’den bahsediyorduk. Böyle bir şeyin olma olasılığı benim İngiltere prensesi olabilme ihtimalimle eş değerdi.
“Başlıyoruz!” Bedenimi tüm kaslarımla birlikte serbest bıraktım. “Üç… İki… Bir… Kayıt!”
“Kendimi kaybettim,
Her şeyi mahvettim,
Kalbimi verdiğim kadını
Tek kelimeyle sustum
Ve yok ettim…”
Sözcükler bir bir mikrofonla odada yankılanırken gözlerim kapandı. Bu şarkıyı Akyel’i düşünerek yazmıştım. Bir onun bir de benim hislerim var gibiydi. Güzel bir düetti lakin kalbimi de acıtmadığını söyleyemezdim.
“Açtım yaralarını
Vurdum yerden yere
Bir darbe de ben vurdum kalbine
Nefret et benden, sevme beni diye…”
Eray’ın dudaklarından dökülen her bir sözcükte daha da kesildi nefesim. Bilmeden yazdığım bu sözler şimdi daha anlamlı geliyordu. Tüm bu yaşadıklarımızın sebebi o kadın olabilir miydi? Altında yatan hikâye neydi?
“Bir tekme de sen vuruyorsun
Unutmam bunları biliyorsun…”
Şarkının son satırları Eray’ın sesiyle odada yankılandığında rahat bir nefes aldım. Kendimi verip veremediğim meçhuldü ama duygularım notaların arasına serpilmişti yine.
“Sonunda!” Kulaklıklarımı çıkarıp mikrofonun kenarına asarken Eray da benim gibi kulaklıklarını asmış ve kollarını açmıştı. Kolları arasına girip sarıldığımda kısa süren bir teşekkür sohbetinden sonra kayıt odasından çıkmıştık. “İşte şimdi çok iyi oldu çocuklar.”
“Harika!” dedi Eray neşeyle. Ardından acıtmayacak şekilde dürttü dirseğiyle beni. “Biz bir şey yapmadık gerçi. Şarkı harikaydı.” Ona hafifçe tebessüm ettim. Levent Ağabey’in de takdir eden bakışları eşliğinde bir süre şarkı hakkında konuşup stüdyodan ayrıldık. Bu sefer gitarımı yanıma almamış, siyah deri çantamla birlikte gelmiştim. Bu yüzden taşıyacak ağır yüklerim yoktu. Direkt olarak hızlı adımlarla arabama ilerledim. Çantamın içinden anahtarlarımı çıkarıp kilidini açtım. Ardından ön kapıyı aralayıp sürücü koltuğuna yerleştim. Çantamı sağımda kalan yolcu koltuğuna bıraktım, sonrasında kemerime bağladım. Kontağı açıp otoparktan çıkmam uzun sürmemişti. Gök yeni yeni aydınlanıyordu. Bugün erken saatte dersimin olmasıyla derince ofladım. Uyuyacak vaktim bile yoktu. Eve gidip üzerimi değiştirmem, kahvaltı etmem ve ardından evden çıkmam gerekiyordu.
Bugün bütün gün ders olduğunu hatırlıyorsundur umarım.
“Başka gün kalmadı çünkü!” diye homurdandım kendi kendime. Her şey üst üste geliyordu. Oysa ben sadece uyumak istiyordum. Balo gecesi duyduklarımı sindirmeme bile izin verilmemişti neredeyse. Koşuşturmaktan kendimi unuttuğumu hissediyordum.
İlaçlarını içmeyi unuttuğu gibi mi?
“Kahretsin!” İlaçlarımı unutmuştum. Hem de bir gün değildi. Sanırım birkaç gündür almıyordum, aklımdan tamamen çıkmıştı. Eve gidince direkt ilaçlarımı almayı aklıma not ettim. Ardından zihnimdeki gürültüyü biraz olsun bastırmak amacıyla radyoyu açtım. Kısık sesli müzik kulaklarımı doldurdu. Tam derin nefes alacağım sırada ise gözlerim ekrana takıldı.
Yalnızlıktan Bir Parça - Dynamite
Sinirle inlemekten alamadım kendimi. Asil’in güzel sesi arabamda yankılanırken yeniden Akyel’in karşıma çıkması sinir bozucuydu. Ne aklımdan ne gözümün önünden ne de kalbimden çıkıyordu. Kaçmam imkânsızdı ama yanında durmak da bir o kadar zordu. İkimizin bir olacağı bir dünya var mıydı? Bu dünyaya bir biz mi fazlaydık?
Senin ne işin vardı o kızın yanında?
Hâle’nin sesi yankılandı zihnimde. Sorun benimle alakalıydı, bunu biliyordum ancak bu karmaşada Hâle’nin rolünü anlayamıyordum. Bu onu niye ilgilendiriyordu? Sıkıntıyla iç çektim. Peki ya o paket? Uyuşturucu olduğu açıktı ama Akyel’in uyuşturucuyla işi olmazdı. Göz bebeklerine kadar titrediğini görmüştüm. Güçlü görüntüsünün altında kaldıramadığı bir şeyler olduğu barizdi. Ne olduğu ise kocaman bir soru işaretinden ibaretti.
Sitenin girişindeki güvenlikten geçip doğruca evime doğru sürdüm. Dakikalar içinde arabamı evimin önüne park edip hızlı hareketlerle ilerledim. Eve girmem, eşyalarımı bir yere bırakıp ilacıma ulaşmam sadece saniyelerimi almıştı. Dudaklarıma kondurduğum ilacı suyla birlikte yuttum. Diğer iki ilacı da aynı şekilde yuttuktan sonra bardağı evyenin içine bırakıp hızlıca yukarı çıktım. Siyah taytımı ve üzerimdeki siyah düz tişörtü çıkarıp yatağımın üzerine fırlattım. İç çamaşırlarımla birlikte dolabın önünde dikildiğim sırada bakışlarım kıyafetlerimin arasında geziniyordu. Havalar yavaştan serinlemeye başlamıştı. Ayrıca günlerdir giydiğim şık kıyafetlerden kurtulmak ve biraz olsun rahatlığa kavuşmak istiyordum.
Gözüme kestirdiğim lacivert kot pantolonu aldım, üzerine de lacivert bir atlet iliştirdim. Bu sefer siyah bir deri ceket yerine, kahverengi, daha Vintage bir havası olan ceketimi üzerime geçirdim. Geceden kalan makyajımı yüzümden tamamen çıkarıp sadece biraz allık ve çok az parlatıcıyla yüzümü renklendirdim. Hemen ardından saçlarımı öylece tarayıp son kez aynada kendime bakındım. Tamam gözüküyordum.
Merdivenlerden yeniden inip biraz önce kapının yanına bıraktığım çantamı koluma taktım. Ayakkabılarımı da giydikten sonra çantasından çıkarmadığım gitarımı da sol omuzuma yerleştirdim. Okula biraz erken gitmiş olacaktım ama biraz olsun kendimle baş başa kalırım diye düşünüyordum. Gözlerimi kapatıp kulaklığımdan yayılan müzik eşliğinde, yanımda dumanı tüten kahvemle kitap okuma hayalim vardı. Yeterli vaktim olacak diye umuyordum.
Kapıdan hızla çıkıp yeniden arabama yöneldim. Bıkkınca nefeslendim. Oradan oraya koşturacağım bir gün daha beni bekliyordu.
★ ★ ★
Akyel
“Ağabey o göldü be!”
“Ağlamayacaksın aslan!” dedi Aksel sesindeki keyif kırıntılarıyla. Oynadıkları futbol oyununda Deniz’in oyuncusunun attığı gol ofsayt olmuştu. Aksel ise öndeydi, Deniz’in yenilmesiyle aşırı keyifleniyordu.
“Ulan hileyle kazanıyorsun!” Aksel’in açık sarı kaşları çatıldı.
“Kendi beceriksizliğim demiyorsun da.” Diye homurdandı elindeki oyun konsoluna daha da sarılırken. “Asil haklı ya, ömür törpüsüsün sen.” Bu sefer kaş çatma sırası Deniz’deydi. Elindeki konsoldaki parmakları daha hızlı hareketlendi. Tüm odağını televizyon ekranına vermiş çatık kaşlarla izliyordu oynanan oyunu.
Deniz’in evindeydik. Uzay ve Pars yoktu. Muhtemelen Loya ve Asil’in yanındaydılar veya Rüzgâr’ın yanına gitmişlerdi. Biz de Deniz’in evinde toplanmıştık. Geldiğimizden beri ise futbol oyunu açıktı. Önce ben Deniz’le oynamış, sonrasında ise sıra Aksel’e geçmişti. Yalnız Deniz’in bilmediği bir şey vardı: Aksel maalesef bu oyunlarda çok iyiydi. Ona karşı kazanan çok zor çıkardı ve şu anda da arkadaşım hezimete uğramak üzereydi.
“Saatlerdir oynuyorsunuz,” dedim yerimde biraz daha yayılarak. “Sıkılmadınız mı?”
“Haklısın ya!” dedi Aksel anında lafa atlayarak. Dudaklarında sinsi bir gülümseme hâkimdi. “Sıkıldım bu adamla oynamaktan.” Deniz bir hışım yanındaki yastığa uzandı.
“Haydi oradan!” diye çıkıştı fakat kardeşimin zerre umrunda değildi. Onun verdiği tepkilerden daha da zevk alıyordu. Onları izlemeye devam ettim bir süre. Saat gece yarısına gelmek üzereydi. Zaman ilerledikçe vücudumu bir sıcak basıyordu. Hissettiğim duygular birbirine giriyor, zihnim bulanıyordu.
İstiyorsun, değil mi Akyel?
Onu istiyorsun.
Hâle’nin sesi zihnimde yankılanırken sertçe yutkundum. Kulaklarımı kapatmak istedim. Dikkat çekmemem gerekiyordu, onların bilmemesi gerekiyordu. Yaşadığım şeyleri Aksel duyarsa ortalığı ayağa kaldırırdı. Şimdi, şu anda bu olmamalıydı.
Ama istiyorsun, Akyel. Vücudun seninle aynı fikirde değil.
Başımı iki yana salladım sertçe. Alnıma biriken teri sol kolumla sildim. Ancak boncuk boncuk ter akmaya devam etti.
Ne hâle geldin? Rezilsin.
İşe yaramasın tekisin.
Kontrol bende.
Hâle’nin sesi hiç durmadan zihnimi işgal ederken nefeslerim hızlandı. Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atmaya başladı. Ağzımın içinde metalik bir tat yayıldı. Tenimin solduğunu, gözaltılarımdaki morlukların öne çıktığını tahmin ediyordum. Kızaran gözlerim ise birazdan kendini ele verecekti.
Bana engel olamazsın.
Seni bitirmeme engel olamazsın sevgilim.
“Sus” diye mırıldanmaktan alamadım kendimi. Aksel ve Deniz’in sesleri artık boğuk boğuk ulaşıyordu kulağıma. Yapma Akyel, şimdi olmaz.
En başından beri amacım sendin.
En başından beri ben seni istedim.
“Çekil!” Sesim bu sefer daha yüksek çıktığında salondaki tüm sesler kesildi. Gözlerim bulanık görüyor, kalbimde önünü alamadığım bir korku nüksediyordu. Tenimdeki dokunuşunu hissettim önce. Ardından uzun kırmızı tırnaklarının kol içlerimde dolandığı o tiksindirici hissi. “Uzak dur!” Ellerimi kendime siper ettiğimde zihnimdeki sesler susmamış, aksine yükselmişti.
Kaçacak yerin yok Akyel.
Sen benimsin.
Seni hiçbir zaman bırakmayacağım.
“Akyel?” Aksel’in tedirgin sesi ulaştı kulağıma. Ancak o kadının sesi zihnimde o kadar baskındı ki tepki veremiyordum. Adım seslerini işittim ardından. Tıpkı onun adım sesleri gibi toktu.
Tak, tak, tak…
“Git!” Korkuyla koltuktan kalkıp hemen arkasına geçtim. Gri koltuğu kendimce önümde bir duvar varmış gibi gördüm. “Git, git istemiyorum! İstemiyorum seni git!” Boğazım yırtılırcasına bağırırken iki elim de saçlarımı buldu. Tutamlarını var gücümle çekiştirdim. Yaklaşan adım sesleri çoğaldığında birkaç adım daha geri gittim. Dengem kayboldu, birkaç adım sonrası ayaklarım birbirine dolandı, bedenim zeminle buluştu.
“Gelme!” Yalvardım. Gelmemeliydi, bana daha fazla zarar vermemeliydi.
Yapayalnızsın sen, ama ben seni bu yalnızlıktan kurtarmaya geldim.
Annen bile terk etmiş seni.
Kimse kalmayacak etrafında sadece ben…
Ben, ben, ben…
“Akyel!” Aksel’in korku dolu haykırışı zihnimde yankılandı. Gözlerim buğuluydu, hiçbir şey göremiyordum. Midem bulanıyordu. Başım dönüyor, kalbim alışık olmadığım bir hızda göğüs kafesimi dövüyordu.
İhtiyacın var, al onu.
“Almayacağım! Almayacağım dedim sana!”
“Ambulansı ara bir şey yap!”
Tenimde hissettiğim yanma hissi artık canımı o kadar yakıyordu ki ellerimle kulaklarımı kapamış, yerde cenin pozisyonu almıştım. Acıyla inlemek dışında gözyaşlarım sicim sicim akıyor, bedenim titriyordu. İhtiyacım vardı ama almayacaktım. Ben öldürmeyecektim kendimi.
“Ama seni öldürdüm.” dedi Hâle bu sefer. “Seni ben öldürdüm, Akyel. Kendi ellerimle… Sadece benim ol diye.”
“Kardeşim.” Aksel’in elleri kapattığım ellerim kadarıyla yüzüme ulaştı. Bedenim öylesine titriyordu ki Aksel üzerime kapanmıştı hareketlerimi dizginlemek için. “Geçecek.” dedi kulağıma doğru. “Sesime odaklan.” Zihnimdeki sisin ardından geliyordu sesi. “Duydun mu beni Akyel? Sesimi dinle, sadece bana odaklan. Evdesin, burada ben ve Deniz’den başka kimse yok. Ben senin ikizinim, Aksel. Biliyorsun değil mi?” İstemsizce onun ellerine sarıldı ellerim. Bacaklarını iki yana açmış, bedenimi de arasına çekmişti. Kucağında adeta küçük bir çocuk gibi kalakalmıştım. Titremem biraz azalsa da hâlâ devam ediyordu. “Cevap ver Akyel!”
Başımı sallamaya çalıştım. Deniz bacaklarımdan, Aksel vücudumdan tutarak titrememi durdurmaya çalıştı. Aksel’in elleri terden alnıma yapışmış saçlarıma değdi. Yavaşça çekip daha sıkı sardı bedenimi.
“Buradayım kardeşim.” dedi yeniden. “Ben buradayım, güvendeyiz. Birlikteyiz.” Titremelerim ne kadar sürdü bilmiyordum ama bir süre sonra vücudum yorgun düşmüştü. Kaslarım ağır ağır gevşerken pelte kıvamına gelen vücudum Aksel’in kolları arasına yığıldı. Gözlerim geriye doğru kaydı ve kalbimde sakladığım en büyük yük ikizimin gözleri önüne serildi. Yeniden karanlığa gömüldüm.
★ ★ ★
Loya
“Okullar acilen kapatılmalı.” Pars kendini yanımdaki sandalyeye attı. Onun söylemine aldırış etmeden yalnızca göz devirmekle yetindim, oysa o ciddiyetle devam etti. “Ciddiyim, buna bir çözüm getirilmeli.”
“Bir sen zekisin çünkü bunu başkası düşünememişti.” Dedi Uzay alayla. Pars ise bunu da ciddi anlamış ve çatık kaşlarıyla dudaklarını aralamıştı.
“Kimse düşünememiş işte.”
“Tamam Milli Eğitim Bakanı.” dedi Asil tartışmanın uzamasına engel olarak. “Sen Milli Eğitim Bakanı’nın yerini aldığında öyle yaparsın.” Uzay keyifli bir sırıtmayla geriye yaslandığında Pars’ın dudakları büzülmüş, ciddi ciddi düşünmeye başlamıştı. Onun bu hâline kıkırdadım. Pars’ın yanında insanın üzgün kalması çok zordu. Bir şekilde enerjisiyle ve sulu şakalarıyla insanları güldürmeyi başarıyordu.
“Bizimkiler nerede ya?” Diye sordu Asil etrafa bakınarak. Omuzlarımı silktim. Davetin üzerinden iki gün geçmişti ve o günden sonra Akyel’i görmemiştim. En son konuşmamız o gece olmuştu. Gördüklerimden sonra da her şey daha da karmaşık bir hâle gelmişti zihnimde. Asil’in sorusu üzerine Pars ve Uzay birbirine bakmış ardından bir şey söylemeden susmuşlardı. Kaşlarım bu hâllerine karşılık çatıldı. Mavi harelerim dikkatlice onların üzerinde gezindi ama ikisi de benimle göz kontağı kurmaktan özenle kaçınıyor gibilerdi.
“Bir sıkıntı mı var?” diye sordum şüpheyle. Pars anında başını iki yana sallarken Uzay tüm soğukkanlılığıyla mavilerini üzerime dikti.
“Dün gece sabaha kadar oyun oynamışlar bizim evde.” dedi sakince. “Uyanamamışlardır, bugün gelmezler.” Şüpheli bakışlarım Pars’a döndüğünde yüz ifadesinin rahatladığı barizdi. Kısık bir nefes vermiş ardından Uzay’ı desteklercesine mırıldanmıştı. Bizden iyi yalan söyledikleri kesindi.
“Bana pek öyle gelmedi.” diye mırıldandı Asil düşüncelerimi okumuşçasına. “Ne döndürüyorsunuz kim bilir?”
“Bir şey döndüren varsa o sizsiniz yalnız,” dedi Uzay imayla. Bu ses tonu benim ve Asil’in yutkunmasına vesile olmuştu. “Geçen günkü hâlinizi unutmadık Asil Hanım.” Asil duruşundan ödün vermeyerek burnunu yukarı dikip, omuzlarını doğrulttu.
“Hiçbir şey yok bir kere!” dedi çirkefleşerek. “Her şey normal, çok iyi hatta baya iyi. Her şey çok yolunda, inanılmaz yolunda hem de.” Asil’in şapşal hâline karşılık elimi alnıma vurmak istedim. Yalanı, yalanla örtmeye çalışırken bile saçmalıyordu. Uzay onun bu hâline kahkaha attığı sırada Pars’ın imalı bakışları bize yönelmişti.
“Tabii tabii!” Alaylı tınısı ikimizi de gerse de olay uzamadı. Asil’le aramdaki bu sır, onlar öğrenene kadar çıkmayacaktı. Buna emindim. En sonunda bu ortamdan kaçmak için boğazımı temizleyerek ayaklandım.
“Size doyum olmaz ama,” dedim bakışlarımı hepsinin üzerinde gezdirdiğim sırada. “Benim gitmem lazım.” Çantalarımı toplayıp gitarımı sola, kol çantamı sağ koluma yerleştirdim. “Çok yorgunum, gece hiç uyumadım stüdyo kaydından dolayı.”
“Kaç bakalım Ariel.” dedi Pars beni kızıl saçlı bir Disney prensesine benzeterek. “Nasılsa öğreniriz.” Başımı salladım aynen dercesine. Kısaca vedalaştıktan sonra kafeteryadan çıktım. Bahçeyi de geçip otoparka doğru yöneldim. Saat öğleden sonrayı geçiyor olmalıydı. Artık dinlenme vaktim gelmişti. Ağır adımlarla ilerlediğim sırada başım öne eğikti. Çantamdan arabanın anahtarlarını bulmaya çalışıyordum ancak tam o sırada yüksek tınıda çalan korna sesiyle irkilerek başımı kaldırdım. Birkaç santim önümde duran arabayla birlikte şokla yerimde kala kalırken siyah spor arabanın içindeki çocuk bir hışım indi arabadan.
“İyi misin?” diye sordu gür sesiyle. Önüme kadar gelip vücudumu hasar var mı diye süzdü. “Bir şeyin var mı?” diye yineledi. Kalbim korkudan göğüs kafesimi döverken ağır ağır başımı salladım iki yana. İyiydim, acı hissetmiyordum.
“Eh be kızım, önüne baksana.” Hayıflanması kulağıma dolduğunda yavaşça başımı kaldırdım. Endişeli gözlerle bana bakıyordu. Koyu kahve gözleri vardı, yüz hatları sert, burnu kemikliydi. Dudakları bir erkeğe göre kalındı, yanakları içe göçüktü. Üzerinde ise lacivert bir sweatshirt altında da gri bir eşofman altı vardı.
“Pardon,” diye mırıldandım bir adım geriye giderken. “Kafam dalgındı, bakmadım yola.”
“Onu fark ettim.” İmasına aldırmadım, haklıydı. Ayrıca ona laf yetiştiremeyecek kadar da yorgundum. Dikkatli bakışları beni süzmeye devam ettiği sırada sorarcasına kaşlarımı kaldırdım.
“Sen,” diye mırıldandı beni tanıdığını belli edercesine. “Loya?” Başımı salladım ancak kaşlarım çatılıydı.
“Evet?” Başını öne eğip burnundan nefeslenerek güldü. Anlamayan bakışlarım onun üzerindeydi.
“Seni tanıdığıma şaşırmış gibisin?” Kaşlarım hâlâ havada, ona bakıyorken “Evet.” diyerek cevabımı yineledim. O ise alayla baktı yüzüme. “Ünlü olduğunun farkındasın, değil mi?” Sorgulayan bakışlarım yumuşadı. Salaklığım karşısında suspus olurken yeniden haklı olduğunun farkında vardım. Tanıması normaldi ancak ben hâlâ bu duruma alışamamıştım.
“Affedersin.” Bakışlarımı kaçırıp yeniden dudaklarımı araladım. “Dediğim gibi kafam dağınık biraz. Tekrardan özür dilerim.” Gözlerini devirdi cevabıma karşılık.
“Üçüncü kez özür diliyorsun.” dedi bıkkınca. “Yetmez mi sence de?”
“Özür-” Çatık kaşları altında dudaklarımı birbirine bastırdım. “Yani, haklısın tamam.” Saçma bir şekilde mırıldanıp salaklığıma yeniden lanet ettim. O ise bu hâlimden oldukça keyif alıyor gibiydi.
“Bence bu tanışmayı baştan alabiliriz.” dedi yumuşak bir tınıda. Ardından sağ elini uzattı önüme doğru. “Demir, ben.” Boğuk tınısı, kendinden emin gülümsemesi ve dik duruşuyla fazlasıyla özgüvenli duruyordu. “Demir Yücesoy, basketbol takımındayım.” Aksel tanıyor olmalıydı. Ben de tıpkı onun gibi elimi uzattım. Ellerimiz buluştu, nazikçe sıktı elimi.
“Loya Saklıhan, konservatuardayım.” Başımı salladı ağır ağır.
“Memnun oldum, Loya.” dedi biraz daha bana yaklaşarak. Ardından dişlerini gösterecek şekilde gülümsedi. “Daha çok karşılaşacağız, eminim.” Sesinde hissettiğim imaya karşılık kaşlarımı çatmamaya çalıştım. O ise bir şey söylemeden arabasına yöneldi. Hızlı bir şekilde karşıya geçtim. O da benim ardımdan arabasıyla hızla kayboldu.
Demir Yücesoy… Rahat, özgüvenli tavırları değişikti. Üstelik Aksel’le aynı takımdaydı ama adını hiç duymamıştım.
Bu isim daha çok karşımıza çıkacak gibi Loya.
Evet, sanırım öyleydi.




Ay ay kiskancak kesinnnn
Umarım iyi cacık sındır demir
Keşke bölümler daha uzun olsa 🥲