top of page

10. Bölüm: Solan Çiçekler

Güncelleme tarihi: 5 Eyl

“Bir dönsek yine o eski günlere

Birbirimizi sevsek delicesine”


Yıl: 2019

Yer: İstanbul


Olay: Saklıhan Felaketi


Yazar


Ölüm. Hayat ilerlerken, sayfalar çevrilirken unutulan bir felaket. Bazen bir kurtuluş, bazen de bir yok oluştu ve genç bir kızın hayatını alt üst etmek için yola çıkmıştı. Sakin bir gündü. Saklıhan ailesinin neşeli sabah kahvaltısı başlamıştı bile. Selim Saklıhan şakalarıyla lise son sınıf olan genç kızını güldürüyor, sofrada Loya’nın kahkahaları yankılanıyordu. Zeren Saklıhan ise kocaman bir gülümseme eşliğinde onları izliyordu. Yüreği gördüğü manzara karşısında adeta ısınıyordu. Hayallerini süsleyen bir tabloydu bu. Yıllarca hayal ettikleri kız çocuklarına kavuşmuşlardı. Çok güzel ve başarılı bir evlat yetiştirmişlerdi. Aşkla başlayan ilişkileri, sevgiyle yetiştirdikleri güzeller güzeli bir kız çocuğuyla taçlandırılmıştı.


“Hayatım, haydi artık bitirin kahvaltınızı. Loya daha okula gidecek.”


“Ama anne babam sürekli güldürüyor, yiyemiyorum.” Annesi kızının söylenmesine gülüp yeniden “Haydi haydi.” diyerek hızlanmaları için uyarıda bulundu. Saçları ensesinde bir topuz hâlindeydi. Bembeyaz teninin üzerinde açık kahve çiller serpilmişti. En çok da bu hâline âşık olmuştu Selim Saklıhan. Doğallığı ve güzelliğiyle göz kamaştırıyordu Zeren. Kızı da onun gibiydi. Çilleri onun kadar fazla olmasa da, hafif hafif açık kahve çilleri, doğal kızıl saçları ve bembeyaz teniyle dikkat çekiyordu. Gözlerini ise babasından almıştı. Şimdilerde saçları kırlaşmış olan Selim Saklıhan, uzun boyu, geniş omuzları, koyu mavi gözleriyle eşinin yanında boy gösteriyordu. Bu aileye özenen çok insan vardı.


“Güzelim, sınavında başarılar.” dedi Zeren Saklıhan bugün gireceği deneme sınavına atıfta bulunarak. “Sonuç ne olursa olsun kendini asla sıkma, daha önünde başka sınavların da var.” Kahvaltısını bitirip çatalla bıçağını tabağının üzerine koydu. Kollarını birbirine kavuşturup güneşi kıskandıran biri ışıltıyla parlayan gözleri ve huzur veren gülümsemesiyle kızına baktı.


“Teşekkür ederim annem.” Loya kocaman gülümsemesiyle annesine bakıp gülümsedi. Kahvaltısını bitirdikten hemen sonra ise kocaman bir öpücük kondurdu annesinin yanağına. “Seni çok seviyorum.” Zeren Saklıhan tatlı bir tebessümle izledi kızının güzel yüzünü.


“Ben de seni çok seviyorum bebeğim.”


“Beni?” diye sorarak aralarında yer edindi Selim Saklıhan. Bir kolunu kızına, diğer bir kolunu ise eşinin omuzuna sardı. “Beni de seviyor musunuz hanımlar?” Loya annesiyle göz göze gelip kıkırdadı. Ardından ikisi de dudaklarını araladı. “Çok seviyoruz.” Selim Saklıhan ikisinin de saçlarını koklayarak öptü. Ardından “Haydi gidelim.” dedi kapıya yöneldiği sırada. Loya’yı okula bırakıp oradan kendisi de işe geçecekti.


“Hayatım, sen de gelecek misin bugün şirkete?” Selim’in gözleri Zeren’in kahvelerini buldu.


“Aslında gelmeyecektim ama yarınki toplantıyı bugüne alıp programımı boşaltmayı da düşünmüyor değilim.” Selim birkaç adımda Zeren’in yanına vardı. Şakağına sıcacık bir öpücük kondurdu. Bir kolu beline sarıldı.


“Sen nasıl istersen Zeren’im.” dedi efsunlu sesiyle. “İstersen ben de yarınki programımı boşaltırım. Loya’yı da alır bir yerlere gideriz. Uzun zamandır kaçamadık bir yerlere. Haftasonunu Ayvalık’ta geçiririz.” Zeren heyecanla eşine döndü.


“Süper olur!” diye cıvıldadı. Selim Saklıhan onun bu hâlini dudaklarında asılı kalan en huzurlu gülümsemesiyle izledi.


“O zaman çıkalım bakalım.” Loya da aralarına katıldığında hepsi ayakkabılarını giyip eşyalarla birlikte evden çıktılar. Güneş olmasına rağmen soğuk bir kış günüydü. Yer yer buzlanma vardı. Kar yağmış, bazı yolları kapatmıştı. Selim Saklıhan siyah kabanına sarınarak hızlı adımlarla arabaya ilerledi. Elindeki çantasını arka koltuğa bırakıp sürücü koltuğuna geçti. Zeren, Selim’in yanındaki yolcu koltuğuna otururken Loya da sarındığı siyah şişme montu ve siyah sırt çantasıyla birlikte annesinin arkasındaki yolcu koltuğuna yerleşti. Araba kısa sürede harakete geçti, yola çıktı. Radyodan hafif hafif gelen Şebnem Ferah’ın sesi, Zeren ve Selim Saklıhan’ın birbirine kenetlenen elleri Loya’nın içini ısıtıyordu. Huzurlu hissediyordu. Ailesiyle vakit geçirmeyi her zaman çok severdi. Onlarla arasında ayrı bir bağ vardı, güvende hissettiği yegâne yerdi onların yanı. Onlar varsa ona hiçbir şey olmazdı, zarar gelmezdi.


“Loya’cığım okuldan çıkınca babanı ara olur mu? Ben toplantıda olabilirim, duymayıp yanıt veremezsem tek başına dönme.” Loya başını salladı usulca.


“Tamam anneciğim.” dedi bakışlarını yeniden cama çevirdiği sırada. “Sen merak etme.”


“Merak ederim, anneyim ben.” Loya kıkırdadı. Zeren Saklıhan ise emniyet kemerinin izin verdiği kadar arkasına döndü. “Anne olunca sen de anlarsın turuncu bebeğim.” Araba normal seyirinde ilerliyordu. Ne hızlıydı ne de çok yavaş. Ancak o saniye belki de Loya’nın annesinin gülüşünü gördüğü son andı.


“Zeren!” Zeren korkuyla önüne döndüğünde üzerlerine doğru hızla geren tır karşısında nutku tutuldu. Aklında tek olan şey Loya’ydı. Loya’yı nasıl kurtaracaktı?


“Baba!”


“Selim!”


Saniyeler. Belki beş, belki on, belki de yirmi. Bir canın bu dünyayı terk etmesi, bir genç kızın hayatının kararması, hayallerin son bulması, son nefesin dudakların arasından çıkması… Sadece saniyeler sürmüştü. Hızla gelen tırın karşısında Selim Karahan kaçacak bir yer bulamamıştı. Kendi şeridinde son sürat gelen tırdan kaçamamıştı ve Loya’nın dünyasının kararması saniyeler almıştı. Bir gülümseme havada asılı kalmıştı, bir babanın feryadı yankılanmıştı, bir annenin acılı inlemesi dudaklarından çıkan son ses olmuştu. Saklıhan ailesi bir felaketi yaşıyordu ve bu felaket Loya’nın kalbindeki en derin yara olarak kalacaktı.


Son dakika haberi:


Ünlü iş adamı Selim Saklıhan yanında eşi Zeren Saklıhan ve kızı Loya Saklıhan ile birlikte kaza geçirdi! Yaşanan trajik kazada Selim Saklıhan ve Zeren Saklıhan kaza yerinde can verirken kızları Loya Saklıhan hastanede yaşam mücadelesine devam ediyor. Detaylar için takipte kalın…


Loya


Zihin çok değişik bir labirentti. Kötü anıları siliyordu. Hatırlayamayacak kadar dibe gömüyordu ancak olur olmadık zamanlarda rüyalarını kabusa dönüştürüyordu. İzlediğimiz DVD sanki beni kaza anına geri götürmüştü. Gece boyunca saatte bir ağlayarak, çığlık atarak uyanmıştım. Akyel ise her uyandığımda beni sakinleştirmeye çabalamış, kolları arasında yeniden uyutmuştu. Sabah uyandığımda yanımda onu görememiştim. Eşyaları da onunla birlikte yoktu. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp tavana bakmayı sürdürdüm. Bulanık gözlerim nihayet kendine gelip zihnim uyandığında ağır hareketlerle doğruldum. Önüme gelen saçlarımı tek elimle arkaya doğru atıp esnedim. Boş bakışlarım odamda gezindi. Dünkü kıyafetlerimle duruyordum. Yalnızca üstümdeki tişört değişmişti. Gece terleyerek uyandığım kabuslardan sonra Akyel değiştirmiş olmalıydı.


Sağ tarafımdaki komodinime uzanıp telefonumu elime aldım. Onlarca mesaj ve arama karşısında şaşkın bakışlarım bildirim panelinde takılı kaldı.


Asil kişisinden 10 cevapsız arama.


Jale Hanım kişisinden 10 cevapsız arama.


Aksel kişisinden 7 cevapsız arama.


Pars kişisinden 3 cevapsız arama.


Uzay kişisinden 2 cevapsız arama.


Asil kişisinden 40 yeni mesaj.


Çağrı kişisinden 20 yeni mesaj.


Bildirimlere daha fazla bakmadan Asil’in numarasına tıkladım. Başım kazan gibiydi. Hem ağrıyordu hem de odamdaki derin sessizliğe rağmen çok gürültülüydü. Telefon iki çalıştı açıldı.


“Loya neredesin sen ya?” diye sordu yükselen sesine eşlik eden endişe kırıntılarıyla. “Ne kadar merak ettim, haberin var mı?”


“Uyuyordum.” diye mırıldandım şaşkınlıkla. “Saat kaç ki?” Asil’in derince iç çekme sesi doldurdu kulaklarımı. Rahatlamıştı.


“Loya saat akşam beşe geliyor.” dedi bu sefer daha sessiz bir tınıda. “Uyuyormuş, merak etmeyin onunla konuşuyorum şu an.”


“Sen ciddi misin?” Şaşkınlıkla telefonu kulağımdan uzaklaştırıp saate baktım. Ben bu kadar saattir uyuyor muydum?


“Çok ciddiyim!” dedi keskin bir tınıda. Kapına kadar geldik, defalarca zile bastık duymadın. Akyel’i aradık o da açmıyor. Bir şey oldu sandık.” Duraksadı. Ardından daha sessizce “Bir şey oldu sandım Loya.” diye mırıldandı korkuyla. “Aklıma bin tane senaryo geldi.” Sertçe yutkundum. Berkan’ın söyledikleri aklıma doluştuğunda Asil’e hak vermeden edemedim.


Kalbin Loya. Bir gün atmayı bırakırsa nasıl kurtaracağız biz seni? Etrafında kimse olmazsa nereden bileceğiz? Kalbin sıkıştığında, acıdan çığlık bile atamadığında kim duyacak sesini?


“Özür dilerim.” Mırıltım o kadar boğuk çıkmıştı ki anlaşılmıyordu. “Özür dilerim.” diye yineledim. “Çok haklısın ama duymamışım, ilaçlar…”


“Özür dileme.” dedi Asil sakince. Derin bir nefes aldı yeniden. “İlaçlar uyku yapıyor biliyorum ama dün aldın mı? Bu kadar uyuman normal mi?” Dün ilacımı almış mıydım? Akyel varken almadığıma emindim ama tüm gece boyunca o da yanımdaydı. İlacımı o bana vermiş olabilir miydi? Uyku hâlinde ona söylemiş olabilir miydim?


“Asil… Akyel varken ilacımı hiç almadım. Gece ona söylemiş olabilir miyim?” diye sordum korkuyla. “Size bir şey dedi mi? Ben… Hatırlamıyorum ilacımı aldığımı.” Asil sıkıntıyla iç çekti.


“Bilmiyorum, Loya. Bize bir şey söylemedi. Gece ‘İlaç içmem gerekiyor’ gibi bir şey söylemiş olabilir misin? Belki sadece o kadar biliyordur.”


“Hatırlamıyorum ki!” diye mırıldandım hırsla.


Ah Loya! Ah salak Loya!


“Akyel’e biz de ulaşamadık. Telefonu kapalı. En son senin evinden çıkmış, sonra eve gitmemiş bir daha ama akşama çıkar ortaya.” Kaşlarım hafifçe çatıldı.


“Akşama mı?” diye sordum anlamazcasına. “Niye?”


“Salih Amca’nın büyük bir daveti var. Hepimiz zorunlu olarak davetliyiz. Jale Hanım sana ulaşamadığı için beni aradı. Bize de menajerimiz Rıza Ağabey söylemişti.” Sıkıntıyla ofladım. Bu tarz davetlere gitmek hiç hoşuma gitmiyordu. Kalabalık, basın mensupları, süslü kıyafetler, kasıntı insanlar… Sanıldığı kadar eğlenceli geçmiyordu. Bana göre birbirine katlanamayan yüzlerce insanın gövde gösterisinden başka bir şey değildi ancak her sene oluyordu böyle davetler. Bu sefer Salih Amca planladığından gitmek zorundaydık.


“Hiç istemiyorum.” diye hayıflandım. Onların da istemediğini biliyordum ancak yapabileceğimiz bir şey yoktu. Büyük ihtimalle erken ayrılırdık.


“Biz de canım ama biliyorsun, biz gitmezsek Akyel’le Aksel’in başı yanar. O yüzden…”

“Haklısın.” diyerek onayladım söylediklerini. Salih Amca, Akyel’in Dynamite’a girmesini çok desteklemişti ancak bir o kadar fazlasıyla baskılamıştı. Hep daha iyisi için Akyel’e yaşattığı şeyler on altı yaşındaki bir çocuk için travmatik olabilirdi. Akyel müziği hep çok sevmişti ama bazen de bir o kadar nefret ediyordu. Babasının baskısı, annesinin umursamazlığı, yalnız kalışı, üvey annesi… Tüm bu unsurlar Akyel’in hayatını olumsuz yönde şekillendirmişti. Müzik tek kaçış yoluydu. Olanların yanı sıra nefes alması için ufak bir araydı ama babası ona da dokunmuş ve müziğe karşı hissettiği şeyleri tersine çevirmişti. Bu kadar müziğe âşık birinin ondan nefret etmesi insanı şaşırtıyordu. Akye buydu işte. Karmaşık, zıtlıklarla dolu küçük bir çocuktu.


Asil’le kısaca vedalaşmış ve aramayı kapatmıştık. Diğer mesajlara geri dönmeden önce de Jale Hanım’ı aramış, detayları öğrenmiştim. Bir otelin balo salonunda yapılacak olan büyük ve gösterişli bir davet olacaktı. Ünlü iş insanları, yapımcılar, müzisyenler, aranjörler… Tüm herkesi kapsayan geniş bir organizasyon yapılacaktı. Kıran Holding’in müzik sektöründeki ve iş dünyasındaki konumu herkes tarafından bilinirdi. Medyanın fazlasıyla konuşacağı bir gece olacaktı. Akşam sekizde başlayacak, after partiyle devam edecekti. Açık konuşmak gerekirse gecenin devamına kalacağımı düşünmüyordum. Evime dönüp, yatağımın içine girip, gözlerimi kapatıp evden hiç çıkmamak istiyordum günlerce.


Maalesef mümkün değildi.


★ ★ ★


“Loya Hanım biraz konuşabilir miyiz?”


“Albüm yapacakmışsınız, doğru mu?”


“Loya Hanım bu tarafa!”


Otelin önüne geldiğim andan itibaren magazincilerin sorularından kaçmaya çalışmış, bir korumanın yönlendirmesiyle otelin girişine doğru ilerlemiştim. Bir yandan eteklerimi tutmaya, bir yandan da halıya takılmadan yürümeye çalışıyordum. En sonunda merdivenleri çıkmış, otelin giriş kapısına ulaştım. Yanımdaki korumaya tebessümle teşekkür ettim, ardından uzun siyah elbisemin eteklerinden zarifçe tutarak içeri girdim. Resepsiyonda çalışan bir görevli beni gördüğünde hızlıca yanıma geldi.


“Hoş geldiniz, Loya Hanım.” dedi heyecanla. “Ben eşlik edeceğim size.”


“Hoş bulduk, çok teşekkür ederim.” Benden küçük duran genç kızla birlikte davetin yapıldığı salona doğru ilerledik. Kapıları iki yandan açılmış, büyük bir girişi olan salonun girişi iki koruma tarafından korunuyordu. Kolumdan düşen kadife siyah eldivenlerimi biraz daha çektim yukarı doğru. Birazdan yaşanacak olan kaosa hem ruhsal hem de bedensel olarak hazırlanmak adına omuzlarımı dikleştirdim. Maşayla dalga dalga omuzlarıma dökülen saçlarımı geriye atıp derince nefeslendim. İçim huzursuzdu. Bu gecenin sonunun iyi bitmeyeceği kalbime işlenmiş gibiydi. Salih Kıran’ın da ortamda bulunmasından dolayı olabilirdi bu rahatsızlığım. Her ne kadar Akyel’in babası olsa da iyi bir baba olduğu tartışılırdı. Ve kendisi iyi bir baba olmanın yanından bile geçmiyordu bana kalırsa.


“İyi eğlenceler, Loya Hanım.” Yanımdaki görevli kızın neşeli sesiyle birlikte dudaklarımdaki kocaman tebessümle birlikte ona teşekkürlerimi sundum. Ardından korumaların yanına doğru ilerledim. Az önce tatlı kıza sunduğum tebessümüm yerle bir oldu. İfadesiz bir ifadeye eşlik eden sert adımlarımla içeriye adımladım. Beni tanıyan korumalar yolu benim için açtıklarında sadece bir baş selamıyla teşekkür ettim. Elime tutuşturduğum siyah kutu çantamı avucumun içinde iyice sıktım. Kristal avizelerle süslenmiş, altın varakların her yere yerleştirildiği bu görkemli salonda adımımı attığım anda hissettiğim soğukluk tüylerimi ürpertti. Ruhum savunmasız kaldığı için daha da bir gerildi. Topuklu ayakkabılarımın çıkardığı tok ses, kadife eldivenlerim, siyah yere kadar uzanan elbisem, omuzlarımdan süzülen dalgalı saçlarımla birlikte omuzlarım dik bir şekilde bizimkileri ararken birkaç gözün üzerime döndüğünü hissetmiştim. Aldırış etmeden kısık gözlerimle arkadaşlarımı aradım. En sonunda tanıdık sarı saçların görüş açıma girmesiyle adımlarım kendinden emin bir tıkırtıda masaya doğru ilerledi. Daha köşedeki bir masada oturuyorlardı. Masa yuvarlaktı. Asil’in yanında arkasından tanıdığım kadarıyla Deniz, onun yanında Uzay, Pars, Aksel olarak sırasıyla dizilmişlerdi. Asil’in sol tarafı boştu, onun solundaki diğer sandalye de öyle.


Sen ve Akyel…


Beni ve Akyel’i yan yana oturtmamalarına şaşırmış olsam da Aksel masadayken Akyel’in olmaması da şaşırtıcı gelmişti. Hızımı kesmeden ilerledim. Yanlarına vardığımı ilk fark eden karşımda duran Aksel olmuştu.


“Vay vay vay…” dedi ayağa kalktığı sırada. Aksel’in bana doğru bakmasıyla tüm bakışlar üzerime toplanmıştı. “Portakal Likörü bu ne güzellik?” Hitabı karşısında siyah farla ve göz kalemiyle bezeli gözlerimi devirdim. Saçma lakaplar nerden buluyordu bilmiyordum ama kullanmaktan vazgeçmemek için bir o kadar da ısrarcıydı.


“Kızıl Fırtına birilerini delirtmeye çalışıyorsan… Başarılı olacağını söyleyebilirim.” Asil’in hayran bakışları altında kıkırdayarak kollarımı arkadaşımın omuzuna sardım. Sıkıca sarıldığım sırada o da aynı benim gibi kollarını etrafımda sardı. “Seninki yok oldu ortalıktan ama birazdan gelir.” Kulağıma fısıldamasıyla birlikte geriye doğru çekildim. Hafif bir tebessüm kırmızı rujla süslenmiş dudaklarımda asılı kaldı.


“Burada yani.” Başını salladı.


“Babası çağırdı, ondan bir yere kadar gitti.” Anladığımı belirtircesine başımı salladığımda Uzay, Pars ve Deniz’le de selamlaşmış, Asil’in yanındaki yerimi almıştım.  Kutu çantamı beyaz masa örtüsünün üzerinde parıl parıl parlayan, altın işlemeli tabağın hemen yanına iliştirdim.


“Buraya altın perisi mi kusmuş?” dedi Pars etrafa anlamsız bakışlar atarken. “Hayatımda bu kadar altını bir arada görmedim.” Deniz gülüşünü bastırmak istercesine tuhaf bir ses çıkardığında kendini tutamayan Aksel’in kahkahası salonda yankılanmıştı. Birkaç bakışı üzerimizde toplasak da onun kahkahasının ardından bizim gülüşlerimiz yükselmiş, birçok ismin göz hapsine girmiştik. Elimle gülüşümü saklamaya çalıştığım esnada bakışlarımın kesiştiği kişi derince yutkunmama sebep olmuştu. Her seferinde nefes kesici görünmeyi nasıl başarıyordu, bilmiyordum ama ben de her seferinde hayran kalmaktan kendimi alamıyordum. Sarı saçları her zamanki asiliğiyle darmadağındı, üzerine giydiği siyah takım elbise saçlarının aksine jilet gibi duruyordu. Siyah ceketini sıcakladığından ötürü bir koluna almıştı. Beyaz gömleği kollarını sararak tüm vücudunu etkisi altına almıştı. Gömleğinin birkaç düğmesi ise açıktı, ve o küçücük aralıktan her zaman taktığı zincir kolye görünüyordu. Tok adımlarla birlikte masaya doğru ilerledi. Kendimi bir film sahnesinde gibi hissetmekten alamadım. Sanki spot ışığı onun üzerindeydi. Diğer tüm herkes karanlığa hapsolmuştu. Yeşilleri mavilerimde, adımları kalbime doğruydu. Ellerim ona dokunmak için iflah olmaz bir arzuyla kaşınıyordu. Tenini hissetmek için can atan parmak uçlarım uyuşmuştu.


“Aksel,” dedi boğuk sesiyle. Bakışları benim üzerimden çekilmedi. Tehlikeli ve bir o kadar da keskin bakışları gözlerimdeydi. Kalbimi delicesine attıran yeşil gözleri benden bir saniye olsun ayrılmadı. “Kaysana.” Kaşlarım, yanımdaki sandalyenin Akyel’le değil de Aksel’le dolmasıyla ağır ağır çatıldı. O ise ifadesiz yüzüyle birlikte çaprazımdaki sandalyeye oturdu. Kalbim buna kırılmamalıydı. Her yaptığı harekete alınmamalıydı.


Biz bitmiştik, buna alışacağımı ben söylemiştim.


Öyleydi. Ancak dünün etkisi sanırım zihnimde hâlâ sürüyordu. Onunla yan yana olmak, saçlarımı okşayan parmaklarını hissetmek, nefesinin tenimdeki izi… Doyamamıştım. Ayrı olsak da, aramıza kıtalar, ülkeler hatta bir hayat girse de ben ona doyamayacak, ondan kopamayacaktım.


“Salih Amca ne diyor?” diye sordu Pars ortamın ağır havasını geçiştirmek amacıyla. Herkesin bakışları üzerimizden çekildi. Asil’in eli dizime yaslandı. Buruk tebessümü eşliğinde mavi gözleriyle beni izledi birkaç saniye. Sıkma canını, geçecek, der gibi baktı. Ona uymak istedim ancak Akyel’in iki metre uzağımda olması buna bir engeldi.


“Organizasyonla alakalı birkaç pürüz çıkmış,” dedi Akyel umursamazcasına. Bir elini Aksel’in sandalyesinin arkasına doğru uzattı. “Önemli bir şey değil.”


“Bu eşşek hiç yarımcı olmuyor mu?” Pars’ın Aksel’e sataşmasıyla birlikte yanımdaki bedenden homurdanma sesleri yükseldi.


“İzin verdiği mi var sanki?” diye mırıldandı sıkıntıyla. “İkizim değil de ağabeyim gibi. Kendimi beş yaşında hissediyorum.”


“Zaten ben senden büyüğüm.” Aksel, Akyel’in bu dediğiyle abartıyla gözlerini devirdi.


“Evet,” dedi alayla. “Altmış saniye falan.” Akyel omuzlarını silkti.


“Sonuç olarak büyüğüm.”


“Bence hâlâ beş yaşındasınız.” dedi Asil araya girerek. Bıkkın bakışları ikizlerin üzerindeydi. “Hiç değişmiyorsunuz.”


“Diyene bak.” Aksel’in alayla kurduğu cümlesine karşılık Asil’in dudakları aralandı ancak Aksel izin vermeden devam etti. “Deniz’le on beş senedir didişen de bizdik.” Asil bir elini kaldırarak ciddi bir ifadeye büründü.


“O ciddi bir mesele.”


“Beni bu kadar önemsediğini bilmiyordum.” dedi Deniz keyifle. Asil’in öfkeli bakışları ve çatık kaşlarının yeni hedefi oydu.


“Sen hiç konuşma.” Onların atışması devam ederken Akyel bir şeyler içeceğini söyleyerek masadan kalktı. Mavilerim onun her hareketini dikkatlice izledi, oysa onun yeşilleri bir kez bile bana değmemişti. Masadaki atışmalar uzadı, ben de bunu fırsat bilerek yavaşça yerimden kalktım. Omuzları çökük, birkaç metre ötemden yürüyen adamı takip ettim. Sahnenin hemen yanında uzunca duran bar masasına doğru ilerledi. Topuklu ayakkabılarımın izin verdiği kadarıyla onu takip etmeyi sürdürdüm. Koyu ahşap, acı kahve minderli bar sandalyesine oturdu. Barmenden bir içki istedi. Dizleri sandalyeye kıyasla biraz daha açık olan kahverengi tezgaha yaslandı. Başını iki elinin arasına aldı. Bir sıkıntısı olduğu belliydi. Dünkü Akyel’le bugünkü adam arasında çok fark vardı. Adımlarım hız kesmeden yanına ulaştı. Sol tarafındaki bar sandalyesine oturup bir kokteyl sipariş ettiğimde başını elleri arasından çekti. Bakışlarını üzerimde hissettim. Tenimi delip geçen irislerine aldırış etmeden ağır ağır döndürdüm mavilerimi onun yüzüne doğru. İfadesiz hareleri bir süre yüzümü izledi. Gözleri gözlerime dolandı, dudaklarıma indi, yanaklarımdan dolanıp yeniden gözlerime ulaştı.


“Eskiye döneceğiz demiştik.” dedi sessizce. Dudakları ağır ağır hareketlendi. “Bildiğini sanıyordum.”


“Biliyorum,” diye mırıldandım. Önüme gelen kokteyle kısaca barmene teşekkür edip önümdeki bardağı dudaklarıma yasladım. Kokteylin ekşimsi ama aynı zamanda acı tadı genzimi yaka yaka geçti boğazımdan. “Ama anlamadığım bir şey var, Akyel.” Mavi harelerim kendinden emin bir şekilde onun yeşillerine kenetlendi. “Neden gerçeği söylemiyorsun?” Dudağının sağ kenarı hafifçe havalandı.


“Gerçek neymiş?” diye sordu alayla. “Benim bilmediğim bir şey mi biliyorsun?” Başımı salladım sertçe.


“Sana çok öfkeliyim.” Önümdeki içkiden bir yudum daha aldım. “Sana öyle öfkeliyim ki şu güzel yüzüne yumruk atmak istiyorum.” Güldü bu dediğime. Başı aşağı eğildi, sarı tutaları alnına döküldü.


“Peki, neden yapmıyorsun?” Omuzlarımı silktim. Bakışlarımı ondan çektim. Önümdeki kahverengimsi sıvıya baktım. Yüzümü kapatan dalgalı saçlarımı omuzumun arkasına ittim yeniden.


“Çünkü bir sebebin olduğunu biliyorum.” dedim kendimden emin bir tınıda. Başımı yeniden sağ tarafıma, onun yeşillerine çevirdim. Dudaklarındaki asılı tebessüm kaybolmuştu. Gözleri ifadesizleşmiş, yüz hatları sertleşmişti.


“Bir sebebim yok, Loya.” dedi sertçe. “Bir şey bildiğini de sanmıyorum.” Bu sefer alayla gülme sırası bendeydi.


“Sen ne kadar kabul etmek istemesen de seni bu dünyada en iyi tanıyan benim, Akyel.” Gözlerinin en içine baktım. “Bunu inkâr edemezsin.”


“Peki ya sen?” diye sordu konuyu değiştirerek. “Senin sakladığın şey nedir?” Yüzüm ifadesizleşti. Benim silahlarımı bana karşı kullanıyordu.

“Bir şey sakladığım yok.” dedim onun gibi sert bir tınıda. “Bir şey bildiğini de sanmıyorum.” Yapay tebessümümü dudaklarıma yerleştirip başımı hafifçe omuzuma yatırdım. “Ayrıca daha yaratıcı ol.” Rahatsızca yerimde kıpırdandım. “Benim laflarımı bana karşı kullanıyorsun, çocuk musun?” Dudakları aralanacağı sırada ondan önce davranarak lafı devraldım. “Ay doğru!” dedim bir gerçeği hatırlamış gibi. Alaylı tebessümün dudaklarımda can buldu yeniden “Çocuksun.”


“Loya.” dedi son harfi uzatarak. Uyarı niteliğinde olan söylemine aldanmadım. Onun yerinde kokteyl bardağını dudaklarıma doğru götürdüm. Gözlerinin içine bakarak bir büyük bir yudum aldım. Sertçe yutkunmasını ise keyifle izledim.


“Tehlikeli sularda yüzüyorsun.” Etrafa bir bakış atıp yeniden bana döndü. “Ciddiyim.” dedi kısaca. Ardından öne doğru eğildi. Nefesini bir anda yanağımda hissedince vücudumdaki tüm tüyler ürperdi. Elimdeki kokteyl bardağını sıkarken onun dudakları, nefesiyle birlikte kulağıma doğru eğildi. “Ben seni bataklığa çekmemek için çırpınırken senin kendin o dipsiz kuyuya atlaman çok sinirimi bozuyor, Loya.” Derince iç çekti. “Yan yana bile bulunmamamız gerekirken her an dip dibe olmamızın ne kadar tehlikeli olduğunun farkında bile değilsin.” Sertçe yutkundum. Dedikleri aklımı karıştırmaktan öteye gitmemişti. Dilim tutulmuş, nefesim bir anlığına teklemişti. Kalbim göğüs kafesimi dövüyordu, zihnim ise sisli bulutların saldırı altındaydı. Ne demek istemişti?


“Ne demek istiyorsun?” Teması kesildi. Atik bir hareketle geriye doğru çekilip masanın üzerinde duran viski bardağını aldı.


“Uzak duralım diyorum.” dedi sertçe. “Birbirimizi gördüğümüzde kafamızı çevirelim.” Kalbimde nükseden öfkeyi engellemek için çabalamadım.


“Dediklerin tam tersini söylüyor Akyel.” Dudaklarımın arasından keskin çıkan sözcükler eşliğinde ayaklandım. “Ne demek istedin?” Başını iki yana salladı umursamazca.


“Hiç.” dedi bir adım gerileyerek. “Hiçbir şey.” Bir şey dememe müsaade bile etmeden hızlı adımlarla ilerledi. Arkasından bakmakla yetindim. Öfkeliydim, bana karşı yeterince açık olmadığı için, kafamı karıştırdığı için kalbim öfkeyle doluydu.


Ne yapmaya çalışıyorsun Akyel?


Elimdeki biten kokteyl masaya bırakarak bar masasının dibinden ayrıldım. Hızlı adımlarla tuvalete doğru ilerledim. Beni gören Asil de benim arkamdan hızlı adımlarla gelirken adımlarımın hızı kesilmedi. Tuvaletlerin bulunduğu karanlık koridora gireceğim sırada ise tanıdık bir sima görmemle adımlarım duraksadı.


“Senin ne işin vardı o kızın yanında?” Sesindeki keskin öfke tınısı anlaşılmayacak gibi değildi. “Hani bitmişti? Yalan mı söyledin?” Sesi git gide yükseliyordu. Anlamayarak dinlemeye devam ettiğimde hiç tahmin etmediğim bir ses doldurdu kulaklarımı.


“Bitti dedim.” dedi sertçe. Sesinde hem bitkin hem de sinirli bir tını vardı. “Uzatma sen de.” Onun sert cümlelerine karşılık kadının suratında tehlikeli bir gülümseme peyda oldu. Kan kırmızı, vücudunu ikinci bir deri gibi saran mini elbisesinin göğüs kısmından bir paket çıkardı. Gördüğüm paketle birlikte nutkum tutulurken kalbim çığlık çığlaydı.


“Biraz oyun oynayalım mı öyleyse?” Akyel dişlerini sıktı. Karanlıkta zar zor seçilen yüzü sıkıntı doluydu.


“Saçmalama Hâle.” dedi öfkeyle. “Ne yapmaya çalışıyorsun?”


“Senin bana ait olduğunu kanıtlamaya çalışıyorum, Akyel.” Midem bulandı. Kadının ses tonu, yüz ifadesi, kırmızı elbisesi… Tümüyle midemi allak bullak etti. “Güç bende,” dedi ona doğru bir adım atarak. “Kontrol bende.” Akyel birkaç adım geri gittiğinde sırtı duvarla buluştu. Gözlerine gölge düşüren ifadeyi gördüğümde adım atmamak için zor tuttum kendimi. Akyel’e çocuksun demiştim. Şimdi ise bir çocuğun korku dolu gözlerine bakıyordum. “Unutma Akyel.” dedi elindeki paketi yeniden göğsüne saklarken. “Güç benim elimde ve ben istemeden… Tek bir adım bile atman söz konusu değil.” Kanım dondu. Ardımdan Asil’in bana seslenmesini duyuyordum. Benim gibi onlar da duymuş olacak ki Akyel gözlerini sımsıkı yumdu. Hâle Kıran geri çekildi. Yeniden parmağını kaldırarak “Sakın.” diye tısladı. “Her adımın Akyel, her adımın benim kontrolümde.” Kalbimi kaplayan korkuyla birlikte Akyel’e ulaşmak istiyordum.


Bu kadın ne yapıyordu?


Salih Kıran’ın eşi, Akyel’le Aksel’in üvey annesi aslında kimdi?


O paket de neyin nesiydi?


“Yan yana bile bulunmamamız gerekirken her an dip dibe olmamızın ne kadar tehlikeli olduğunun farkında bile değilsin.” Akyel’in söylediği sözler zihnime doluştuğunda derince yutkundum. Dediği gibi dipsiz bir kuyuydu önümüzdeki ve sanırım ben atlamak için fazla hevesliydim.

3 Yorum


😮‍💨😮‍💨😮‍💨

Beğen

Ay ay ayyy

Beğen

Lann ne oluyorrr

Beğen
ChatGPT Image Aug 17, 2025 at 07_42_19 PM_edited.png
Bu siteye yüklenen şarkıların ve kitapların tüm hakları bana aittir.
bottom of page