12. Bölüm: Sarsıntılar & Kırıklar
- melisasamatt
- 5 Eyl
- 11 dakikada okunur
“Hâlâ çözemedim
Ama alıştım sensizliğe”
Yine aynı yerdeydim. Kendimi en iyi hissettiğim yerde… evimde, müzik odamdaydım. Önümdeki sarı tonlu kağıdın üzerine sözleri karalıyor, arından buruşturup etrafa saçıyordum. Kafamı toplayamıyordum. Son zamanlarda olan şeyler aklımı fazlasıyla bulandırmıştı. Yönümü kaybetmiştim sanki. Bildiğim gerçekler, bir oyundan ibaret gibi gelmeye başlamıştı. O davet gecesinin ardından hâlâ Akyel’den bir haber yoktu. Günler olmuştu sesini duymayalı, yüzünü görmeyeli. Merak ediyordum. Saklı olan gerçekleri öğrenmek için can atıyordum ancak kaldırabilecek miydim, bilmiyordum. Akyel’in gözlerindeki o korku dün gibi aklımdaydı. Bir saniye olsun silinmemişti zihnimden.
Derin bir nefes alıp önümdeki karaladığım kağıdı bir kez daha buruşturup fırlattım. Dağınık topumuzdan düşen bukleleri geriye doğru attım sıkıntıyla. Renkli halımın üzerinde oturuyordum, gitarım kucağımdaydı. Her yer darmadağınıktı, kafamın içinden farksızdı.
“Neredesin Akyel?” diye mırıldandım kendi kendime. “Ne dönüyor, niye anlatmıyorsun?” Akyel’in duyguları kapalı bir kutuda saklıydı. İçten içe çok duygusal biriydi ama bunu asla göstermezdi. O izin verdiği kadar okuyabilirdiniz yüz ifadesinden. Aksi takdirde ifadesiz maskesini takar, umursamaz kimliğine bürünürdü.
Sıkıntıyla omuzlarımı düşürdüğüm sırada telefonumun zil sesi odada yankılandı. Bugün dersim yoktu, bu yüzden yavaş bir sabah geçirmiş, ardından da odama kapanmış, şarkılarımı yazmaya çalışıyordum. Solumda, halının üzerinde duran telefonuma uzandım. Ekranda Asil’in ismi parlıyordu.
“Alo?”
“Loya Abla?” Asil’in yeğeni Asel’in sesini duymamla kocaman gülümsedim.
“Ablacığım? Nasılsın?”
“İyiyim Loya! Sen nasılsın?” diye sordu tatlı tatlı. Bazı harfleri tam söyleyemiyordu ama bu hâli çok tatlıydı. Onu sabaha kadar dinleyebilirdim.
“İyiyim ben de!” diye cıvıldadım onun gibi. “Ne yapıyorsun bakalım?” Birkaç hışırtı geldi karşı taraftan. Boğuk sesleri de beraberinde işittim.
“Teyzem ve abilerle oturuyoruz.” Abiler diye kastettiği bizim çocuklar olmalıydı. “Sen niye yoksun? Gelmeyecek misin? Haydi gel!” Kıkırdayıp kucağımdaki gitarı bir kenara bıraktım. Ardından yavaşça ayaklandım.
“O teyzen niye beni çağırmamış, bir sor bakalım.”
“Küçük cüce çağır diye ara dedim sana. Arkadaşımla aramı bozma!” Asil’in sesiyle birlikte kahkaha atarak merdivenlere yöneldim.
“Benim prensesim ister de ben gelmez miyim Asel’im!” dedim neşeyle. Asel’i çok seviyorduk. Sadece ben değil, çocuklar da çok düşküncü. Asel’in ise kalbini kapan iki yakışıklı bulunuyordu. İlk tercihi ironik bir şekilde Deniz’di. Asil, Deniz’e ne kadar katlanamıyorsa, Asel de bir o kadar iyi anlaşıyordu Deniz’le. Bir diğer âşık olduğu çocuk ise Akyel’di. Daha yeni konuşmaya başladığı zamanlarda Akyel’le evleneceğini söylerdi. Pars, Uzay ve özellikle Aksel onun oyun arkadaşıydı ama ilk iki tercihini beyaz atlı prensleri olarak görüyordu. “Sor bakalım teyzene, neredeymişsiniz?”
“Teyze!” dedi yüksek sesle Asil’e doğru. “Biz nerdeymişiz?” O Asil’den yanıtını beklerken ben de odama girmiş, dolabımı karıştırmaya başlamıştım. Siyah ispanyol paça bir pantolon, üzerine de beyaz bir body çıkardım.
“Canım, her zaman gittiğimiz kafe var ya Karaköy’de.” dedi Asil telefonu alarak. “Oradayız, bekliyoruz seni.”
“Kimler var?” diye sordum penye gri ev şortumu bacaklarımdan çıkarırken. Siyah ispanyol paça kot pantolonu elime aldım yeniden. Telefon hoparlördeydi, yatağımın üzerine bırakmıştım.
“Tam kadro.” diye mırıldandı Asil. Üzerime geçirdiğim siyah tişörtü de çıkarıp beyaz body’e uzandım.
“Akyel?” diye sordum emin olmak istercesine. Diğerlerine tuvalete gideceğini söyleyip masadan ayrılan arkadaşımdan anladığım kadarıyla bir şeyler olmuştu. Dikkatle dinledim. Birkaç saniye hışırtıdan sonra Asil’in sesi doldurdu kulağımı.
“Burada.” Sıkıntılı ses tonundan bundan sonra bir ama geleceğini anlamıştım. “Pek iyi görünmüyor, Loya. Birkaç gün önce hastaneye kaldırmışlar. Aksel zehirlendi dedi ama biz pek inanmadık.” Duyduklarımla içimde bir sıkıntı baş gösterdi. Hastaneye mi kaldırmışlardı? Ne olmuştu? Akyel kolay kolay hastanelik olmazdı. Ağrı eşiği fazlasıyla yüksekti, başka bir şey olmalıydı.
“Ne demek hastaneye kaldırmışlar?” diye sordum endişeyle. “İyi mi şimdi?”
“Bilmiyorum.” diye mırıldandı huzursuzca. “Gözaltları mosmor, yüzü bembeyaz. Konuşmuyor, sohbete katılmıyor. Her zamankinden daha sessiz. Aksel ve Deniz’in de gözü hep onun üzerinde. Basit bir zehirlenme vakasına benzemiyor.” Hızlıca hazırlanmama devam edip bir yandan da Asil’i dinliyordum. Dağınık ev topuzuma biraz çeki düzen verip hızlıca biraz allık, biraz da parlatıcı sürüp ayaklandım. “Asel de hissetmiş gibi Akyel’in kucağından inmedi bir türlü. Sürekli onun yanında, başını göğsüne koyup oturuyor sessiz sessiz.” Gözümün önüne gelen görüntü ve Asel’imin güzel kalbi gözlerimin dolmasına yetmişti. Asel hassas bir çocuktu. Annesiyle babasını kaybedeli iki yıl oluyordu. Daha küçücüktü. Annesiyle babasının yokluğunu çok hissediyordu.
“Tamam canım, geliyorum ben şimdi. Yarım saate yanınızda olmaya çalışacağım.” Asil’le kısa bir vedalaşmanın ardından aramayı sonlandırdık. Kalbime yerleşen endişe ve korku kırıntıları daha hızlı hareket etmemi sağlıyordu. Hızlıca siyah deri çantamı ve havanın serin olmasına karşın gri, ince hırkamı yanıma aldım. Odamdan çıkıp aşağıya indim. Beyaz spor ayakkabılarımı hızlıca giyip anahtarlarımı aldım, ardından evden ayrıldım.
Akyel’in basit bir zehirlenme geçirmediğine emindim.
Her adımın Akyel, her adımın benim kontrolümde.
Hâle’nin dediklerinin zihnime doluşmasıyla direksiyondaki ellerim sıklaştı. Parmak boğumlarım beyazlaşana kadar avucumun altındaki deriyi sıkıştırdım. O beyaz toz paketi, Akyel’e zorla o paketi vermeye çalışması…
Yoksunluk krizi geçirmiş olabilir, Loya.
“Allah kahretsin seni!” Sesim hırsla yükseldi. Aklıma gelen felaket senaryolarının hepsi gerçekleşmiş olabilirdi. Kırmızı gözleri, soluk teni, mor gözaltları, fazla suskunluk… “Ne yaptın sen?” diye mırıldandım dehşet içinde. Hâle’nin böyle bir şey yapabilmiş olma ihtimali bile beni sarsmaya yetmişti. Bunu nasıl yapabilirdi? Hiç mi acımamıştı Akyel’e?
Bir şey yapman lazım.
Direksiyondaki parmaklarım gevşedi ancak gaz pedalındaki ayağım daha da sertleşti. Normalde yarım saatlik yolu on beş yirmi dakikada tamamlamak üzereydim. Kalbimde Hâle’ye karşı duyduğum çok büyük bir öfke vardı. Akyel’e bunu yaptığı için çok kızgındım, çok hırslıydım.
Aksel ve Deniz’in de gözü hep onun üzerinde.
Asil’in dedikleri aklıma gelirken sertçe yutkundum. Aksel biliyordu, büyük ihtimalle şahit olmuştu. Davet sonrası üçünü de görmemiştim. Sebebi bu muydu? Nasıl kurtarmışlardı onu o krizden? Hastanede doktor ne demişti? Hangi hastaneye gitmişlerdi? Doktoru kimdi? Sorularımın ardı arkası kesilmezken derin bir nefes aldım. Kafeye yaklaşmak üzereydim ve dikiz aynasından gördüğüm endişeli yüz ifademi derhal değiştirmeliydim. Akyel fark etmemeliydi, bunu bilmemeliydi. Bildiğimi bilirse gelecek olan tepkisini takmin etmekte güçlük çekiyordum. Hiç tahmin etmediğim bir şekilde öfkeyle karşılaşabilirdim. Karşımda bambaşka bir Akyel görebilirdim.
Arabayı bulduğum ilk boş park alanına bıraktım. Ardından eşyalarımı da alarak hızla indim arabadan. Karaköy’ün ara sokaklarından geçerek Asil’İn bahsettiği kafenin önünde durdum. Camın ardından gördüğüm görüntü içimi sızlatmaya yetti. Asel, Akyel’in kucağındaydı. Küçük kollarıyla onu sarmış, kucağında öylece oturuyordu. Akyel’in kolları da aynı şekilde ona sarılıydı. Gözleri boşluğa dalmıştı. Buradan bile ifadesiz olan gözlerini seçebiliyordum. Daha fazla beklemeden içeriye doğru ilerledim. Kapıyı tam açacağım sırada beni görev genç bir garson kapıyı araladı.
“Hoş geldiniz Loya Hanım, buyurun.” Ona nazikçe gülümseyip teşekkür ettikten sonra küçük adımlarla kenarda, köşede kalmış masaya doğru ilerledim. İçeride çok kişi yoktu, en kalabalık masa bizimkiydi.
“Selam.” dedim sessizce. Hepsinin bakışları bana dönerken aynı şekilde Akyel ve Asel’in de bakışları beni bulmuştu.
“Loya!” diye cıvıldayan kız çocuğuna doğru yöneldim. Kollarını bana uzattı. Onu Akyel’in kolları arasından alarak Aksel’in benim için çektiği sandalyeye oturdum.
“Güzelim!” Yanaklarını koklaya koklaya öptüm. “Nasılmış benim fındık farem?” Hitap şeklime kıkırdadıktan sonra sarı saçlarını arkaya doğru savurdu.
“Çok iyiyim! Sizi çok özledim.” dedi minik kollarını iki yana açıp ne kadar özlediğini anlatmaya çalıştığı sırada. Burnumu boynuna yaslayıp küçük bir öpücük bıraktım.
“Biz de seni çok özledik bir tanem.” dedim saçlarını okşayarak. Masada dönen sohbet benim gelmemle duraksamadan devam etti. Pars daha çok konuşurken arada Asil, Uzay ve Aksel de bu sohbete katılıyor, ortamın sessizleşmemesini sağlıyorlardı. Bakışlarım sağımda oturan Aksel’i buldu. Başımla hafifçe Akyel’i işaret ettim gözlerinin içine bakarak. Sıkıntıyla bir nefes alıp başını varla yok arası iki yana salladı. Bu, iyi değil demekti. İyi olmadığını yüz metreden bile anlamak mümkündü.
“Ben bir kahve alayım Asel’im, olur mu? Sen de Akyel’le otur.” Başını salladı usulca. Ardından Akyel’e doğru kollarını uzattı. Akyel’in yüzünde bir hareket olmasa da dudağının küçük bir kısmı kıvrılmış, kollarıyla Asel’i kanatları altına almıştı. Çantamı sandalyenin kenarına asıp sipariş vermek için sıraya girdim. Self servis bir kafeydi burası. Oldukça şık ve estetik dekore edilmişti. Genelde açık renk ahşap kullanılmıştı, bu da ayrı bir sıcaklık katmıştı. Ön bahçesi ve arka bahçesi vardı. İçerisi de ortalama büyüklükteydi. Genelde akşamları kalabalıklaşıyordu. Saat ise akşamüstüne doğru geliyor olmalıydı. Birazdan insanlar buraya akın ederdi.
“Merhaba,” dedim sıra bana gelince. “Bir tane büyük boy americano rica edebilir miyim?” Genç barista siparişimi sisteme girmiş ve ücreti söylemişti. Kartımı pos makinesine okutarak ücreti ödedikten hemen sonra teşekkür edip içeceğimi beklemek üzere bekleme alanına geçmiştim.
“Beni artık takip ettiğini düşünmeye başlayacağım.” Gelen tanıdık sesle birlikte başımı telefonumdan kaldırdım. Şaşkın bakışlarım sağımda kalan bedene baka kaldığında “Demir?” diye mırıldandım geçen günkü tanışmamızı hatırlayarak. Keyifle gülümsedi.
“Yine başın eğik, etrafa bakmıyorsun. Kahveyi de dökme kimsenin üzerine.” Beni alaya aldığını fark ederek gözlerimi devirdim.
“Çok komiksin.” diye mırıldandım. O ise bana aldırış etmeden gülümsemeye devam etti. Dikkatli ve muzip bakışları rahatsızca yerimde kıpırdanmama neden oldu. Bakışları çok keskindi. Gözlerimin en içine bakıyor gibi hissediyordum. Bu çocukta hissettiğim bir şey vardı ancak adını koyamıyordum. İyi veya kötü bir histen ziyade tuhaftı. Bir tuhaflık var gibiydi.
“Çok güzelsin.” dedi bir anda. Şaşkın bakışlarımın hedefi o olurken, o ise benim tepkimden fazlasıyla memnun gibiydi. “Akyel seni nasıl bıraktı anlamıyorum.” Kaşlarım çatıldı. Bu onun cümlelerine mani olmadı, bir adım daha yaklaştı yanıma doğru. “Yani böyle güzel bir sevgilim olsa… Yetenekli, güzel, zarif, komik, sakar… Başkasına kaptırmazdım.” Dişlerim sinirle kamaşırken bir şey dememek için dilimi ısırdım. Saçmalıyordu, olay çıkmaması için susmam gerekiyordu.
“Haddini aşıyorsun.” Başını iki yana salladı, kabul etmedi dediğimi.
“Doğruları söylemek ne zamandan beri haddini aşmak oldu, Loya?”
“Yeni tanıştığın birine bunları söyleyemezsin. Kaldı ki, Akyel’le olan ilişkim seni zerre ilgilendirmiyor.” Bir eli çenesine yaslı, baş parmağı alt dudağının üzerindeydi. Gülüşü artık samimi değil, ürkütücü gelmeye başlamıştı. Bana doğru bir adım daha attığında arkamızdan gelen gürültüyle irkilerek arkama döndüm ve gördüğüm manzara asla tahmin edemeyeceğim türdendi.
Akyel
Küçükken fazla içime kapanık bir çocuktum. Yazlıkta bizimkilerin yanında olur ancak her zaman sessizce otururdum. Sessiz ve durgundum. Bu durum on yaşlarımda değişmeye başlamıştı. Kalbim ilk o zaman hızlı atmaya başlamıştı. Kızıl saçlarıyla neşe saçan o küçük kızı ne zaman görsem kalbim göğüs kafesimden çıkmak istercesine, deli gibi çarpardı. Duygularımı belli edemezdim ama onu gördüğümde içimde hissettiğim o eşsiz kıpırtıyı da bir ben bilirdim. Bana duyguların varlığını o öğretmişti. Sevmeyi, sevilmeyi, ağlamayı, gülmeyi… Beni o büyütmüştü. Elimden tutmuş, kaldırmıştı. Hayatın cıvıl cıvıl olan tarafını sermişti önüme. Hem en iyi arkadaşım hem de kalbimin yegâne sahibi olmuştu. Onu sevmek, ona âşık olmak bu hayatta yaptığım en doğru şeydi.
Hayatımdan hiç çıkmayacağını düşünürdüm. Hiçbir zaman elimi bırakmayacağını, her zaman yanı başımda olacağını… Ama hiç ummadığım bir şey olmuştu. Onu yanından iten, kendimden ayıran yine ben olmuştum. Kalbini kıran, üzen, mahveden, yakan bendim. Onun iyiliği için bunu yapmış olsam da bir ömür kendimi affedemezdim. Her gözyaşı için idam ederdim kendimi. İnsan, kendinden çok sevdiği birinin iyiliği için ölmeyi göze alırdı ve ben Loya’nın hayatını tehlikeye atmamak için mahvolmaya razı olmuştum. Pişman değildim, yine olsa yine yapardım.
“Akyel niye üzgünsün?” Kucağımda bana kollarını saran minik kız çocuğu belki de şu an yaşadığımı hissettiren tek şeydi. Usulca başını göğsüme yaslamış, kollarımın arasına saklanmıştı. Beni iyileştirmeye çalışıyordu. Ama bilmiyordu ki, ben istesem de iyileşemezdim.
“Üzgün değilim güzellik.” dedim sesimi sakin çıkarmaya çalışarak. “Uyuyamadım, ondandır.”
“Yalan söylememeliyiz Akyel, teyzem sana kızsın mı istiyorsun?” Bilmiş bilmiş kurduğu cümleye karşılık hafifçe gülümsedim. İpek sarı saçlarını okşadım ağır ağır.
“Aramızda bir sır olsun.” dedim sessizce. Bu fikir onu heyecanlandırdı. Kucağımda hevesle kıpırdanıp tek gözünü kapatmaya çalıştı eliyle.
“Tamam! Bu bizim sırrımız.” Başımı salladım. İçim bom boştu. Hiç hissetmediğim kadar durgun hissediyordum. Nedeni ise barizdi. Geçirdiğim kriz sonrası bu hisler normaldi. Daha önce de yaşamıştım, bu ilk değildi.
“Şu çocuk kim?” Loya birkaç dakika önce yanımıza gelmişti. Ardından sipariş vermek için kasaya uğramıştı. Asil’in sorusuyla birlikte ardımda kalan tarafa doğru döndüm.
“Bu herifin ne iși var burada?” diye sinirle soludu Aksel. Onun sinirli çıkan sesi kucağımdaki minik bedeni bile germişti. Loya’ya yaklaşan bedene kaydı bakışlarım. Kaşlarım ağır ağır çatıldı. Gördüğüm tanıdık simayla birlikte kalbimdeki hali hazırda olan öfkem harlandı.
Beni zorlama Akyel. En sonunda Loya’yı elinden almasını bilirim.
Hâle’nin sesi zihnimde yankılandı. İşte tam o anda Asel’i yanımda oturan Deniz’in kucağına bırakıp bir hışımla ayaklandım. Planlarını teker teker hayata geçirmekte ısrarcıydı. Damarıma basıyordu, beni kendime yabancılaştırıyordu. Eğer istediği buysa yapacaktım, bakalım sıradaki hamlesi ne olacaktı.
“Ne işin var senin burada?” Loya’nın bileğinden hafifçe tutup arkama aldım. Demir’in yüzündeki o pis gülümseme daha da genişledi.
“Kardeşim!” dedi alayla. “Bu ne güzel bir sürpriz! Beni özledin mi?”
“Kardeşim mi?” Loya’nın şaşkın sesine karşılık cevap vermedim. Önümde pişkince sırıtan bedene diktim gözlerimi.
“Ne dedin ona?” Sinirle soludum. Kalbimde harlanan öfke vücuduma yayılıyordu. Kafe sessizliğe bürünmüştü. Birçok gözün üzerimizde olduğunu hissediyordum. “Ne dedin sikik herif?” Ellerimi giydiği tişörtün yakasına sardım. “Ne dedin?”
“Böyle bir kızı nasıl terk edersin Akyel?” diye sordu tehlikeli bir tınıda. Gözümün dönmesinden keyif alıyordu, amacı buydu. “Çok güzel… Eşsiz bir sanat eseri gibi.” Kalbimde büyüyen o yangın içimde bir volkana dönüştü. Burnumdan soluduğum öfkeli nefeslerim, yakasını sıkı sıkıya kavrayan ellerim, Loya’nın boğuk sesi, Aksel’in bana seslenişi…
“Sikerler!” Yumruğum saniyeler içinde yüzünde patlarken kendimi daha fazla tutamamıştım. Sanki günlerdir içimde biriken tüm duygular bir anda patlamış, nefretle akan bir lava dönüşmüştü. Bir yumruğun ardından diğeri onu takip etti. “Hayatımı mahvettiniz!” Yumruklarım ardı ardına sıralanırken Demir bana karşılık vermiyor, aksine sırıtmaya devam ediyordu.
“Ne oldu?” diye sordu kışkırtıcı bir tavırda. “Onu da elinden alırım diye korktun mu?” Dişlerini birbirine bastırıp adeta tısladı. “Bakarsın bir gün onu da yüksek dozdan ölü bulursun.” Zihnime düşen görüntü gözümü karartmaya yetti. Haykırarak, bağıra çağıra yumruklarımı savurmaya devam ettiğim sırada gözyaşlarım sicim sicim yanaklarıma akıyor, yüzümü ıslatıyordu. Gücüm yavaş yavaş tükenirken iki kolumdan da çekildim. Göğsüm hızla inip kalkarken Demir’in kandan görünmeyen yüzü daha da gerdi bedenimi. Gözleri kapanmak üzereydi. İçeride ise bir karmaşa hâkimdi. Naif kollar vücudumu arasına aldığında ellerimi saçlarıma geçirerek sakinleşmeye çalıştım ancak olmuyordu. Her yeri dağıtmak istiyordum. Yakıp yıkmak istiyordum.
“Akyel bana bak.” İnce bir ses kulağıma doluyordu, oysa benim gözlerim yerde yatan bedene kilitlenmişti. “Bana bak!” Yüzümü avuçları arasına aldı. Gözlerimin odağını kendi mavilerinin üzerine çekti. Yeşillerim mavilerine kilitlendiğinde bedenim bir yaprak gibi titredi. Yer ayağımın altından kayar gibi oldu. Arkamdan bir çift kolun desteğiyle ayakta durmayı başardım. Loya’nın endişeyle parlayan gözleri gözlerimdeydi. Onun gözündeki korkunun nedeni olduğumu bilmek kalbimin daha fazla ağrımasına ve kendimden daha çok nefret etmeme neden oldu. Nefesim sıkıştı. Sık nefesler almaya çalışırken kalbim hızla atıyordu. Boğuluyordum.
“Ben…” Konuşmaya çalıştım, nefesim boğazımda tıkalı kaldı.
“Tamam, yok bir şey.” dedi Loya sessizce. Avuçlarının arasına olan yanaklarımı sevdi. “İyisin, yok bir şey.”
“Loya!” Aksel’in yüksek çıkan sesi ulaştı kulağıma. “Akyel’i götür buradan, başı belaya girmesin.”
“Sen ne yapacaksın?” diye sordu Loya endişeyle. Aksel’in ise sesi keskindi.
“Ben burayı halledeceğim.” Derince nefeslendi. “Sen sadece Akyel’i buradan götür.” Loya başını sallayıp hızlıca koluma girdi. Ardından pelte olmuş bedenimi sürüklercesine çıkardı. İçimde biriken öfke henüz kalbimden silinmemişti. Vücudumun titremesi geçmemişti. Derin derin nefes alarak sakinleştirmeye çalıştım bedenimi ancak Loya’nın burnuma dolan kokusu bana hiç yardımcı olmuyordu. Kalbim rahatlamak, onu kollarımın arasına almak istiyordu lakin zihnim aynı fikirde değildi. Bu yanlıştı. Loya için çok büyük bir yanlıştı.
“Bırak.” diye mırıldandım dolan gözlerimle. O ise beni duymadan devam etti. Arabasının önüne gelene kadar elini elime kenetleyip adeta kaçarcasına uzaklaştırdı beni o kafeden. “Bırak, Loya.”
“İyi değilsin.” dedi ılımlı çıkardığı sesiyle. “Buradan gitmemiz lazım, Akyel.” Başımı iki yana salladım. Dudaklarımdan inlercesine bir nida peyda oldu.
“Anlamıyorsun!” Vücudumu yeniden bir titreme dalgası esir alırken elimi elinden çektim. Birkaç adım geri giderek loş ışığın aydınlattığı karanlık sokakta, pis bir duvara sırtım yaslandı. “Tehlikeli diyorum Loya! Niye anlamak istemiyorsun? Neden geliyorsun sürekli yanıma?” Dudaklarımdan dökülen her bir sözcük bir feryata dönüştü. Beni anlasın, yanıma gelmesin istedim. Ona deli gibi ihtiyacım olmasına rağmen ikimizin de birbirine uzak durması gerekiyordu.
Öldüreyim mi onu? Bir daha asla görüşmezsiniz böylece.
“Hayır,” diye mırıldandım zihnime doluşan fısıltılara karşılık. Buğulu gözlerimin ardından karşımda benim kadar dağılmış olan kadına çarptı gözlerim. Mavileri dolu doluydu, beni izliyordu. Çok özlemiştim, onu delicesine özlemiştim.
“Çünkü seni seviyorum Akyel.” dedi söylediğim tüm sözlere karşılık. Dudaklarından çıkan dört kelimelik cümle kalbimi dağlamaya yetti. “Çünkü seni çok seviyorum.” Bana doğru bir adım attı. Gözyaşlarım hızını artırdı. Bir kolumu yüzümü silmek için tenime yaslarken diğer elimi ona doğrulttum durdurmak istercesine.
“Gelme, Loya.” Başını iki yana salladı tıpkı benim gibi. Omuzlarını silkti.
“Gidemem, Akyel.” Gözyaşları yanaklarını ıslatıyordu. Kızarmış burnu ve ıslanmış kirpikleriyle gözlerimin en içine baktı. “Ben senden gidemem.” Vücudum ağır ağır duvar dibine doğru kaydı. Hıçkırıklarımız koridorda yankılanırken iki elim de yüzüme kapandı. Ben bu bataklıktan nasıl çıkacaktım? Nasıl uzak kalacaktım ondan?
Gerekirse nefret ettir onu kendinden. Zaten bir daha asla sevemeyeceksiniz birbirinizi.
Onun için cesedimi çiğnemen gerek, Akyel.
“Olmaz.” diye inledim sesimdeki acıyla. Canım acıyordu. Hiç olmadığım kadar çaresiz hissediyordum. Hâle dediğini yapardı. Loya’yı acımadan öldürürdü, tıpkı bana hiç acımdan vücudumu uyuşturduğu gibi. Tıpkı beni zehirlediği gibi…
“Bitti, Loya. Biz bittik.” Dizlerinin üzerine çöktü. Birkaç adımda emekleyerek yanıma gelip dizlerime yasladı ellerini.
“Bitmedik, Akyel. Biliyorum, biz bitmedik.” Bir hıçkırık kaçtı dudakları arasından ve ben bir kez daha onun gözyaşlarının sebebi olduğum için nefret ettim kendimden. “Ne yaşadığını bilmiyorum ama bunun senin kararın olmadığını görebiliyorum, Akyel.” Dizlerime yaslı olan avuçları pantolonumu sıktı. “Söyle,” dedi sessizce. “Söyle, konuş benimle.” Yalvarır gibi çıkan sesiyle nefesim kesildi. Ona bunu yapmaya hakkım yoktu ama yaşaması için yapmalıydım. Onu öldüremezdim ben, Hâle’den nasıl korurdum? Ben daha kendimi koruyamazken onu nasıl koruyacaktım o canavardan?
“Loya…” İtiraz edeceğimi anladı. Başını hızla iki yana salladı.
“Ne olur söyle,” dedi ağlaması sesli bir hâl alırken. “Ne olur söyle Akyel.” Ellerim saçlarıma karıştı. Sertçe çektim tutamladı.
“Allah kahretsin!” Loya’nın ağlaması daha da şiddetlenirken onu orada bırakmamam gerektiğini biliyordum ama yapmak zorundaydım. Şimdi gitmezsem onu kollarımın arasına almam ve her şeyi anlatmam an meselesiydi. Dizlerimdeki ellerini tuttum. Nazikçe kumaştan ayırıp tenini öpmek için adeta yalvaran dudaklarıma yasladım. Avuçlarına küçük bir öpücük kondurdum. Ardından gözlerimi sımsıkı kapatıp kokusunu içime çektim.
Gitmen gerek.
Onun iyiliği için gitmemiz gerek.
Tenim, teninden ayrıldı. Ellerini kucağına bıraktım. Hızlıca ayaklandım.
“Akyel!” Loya’nın yalvaran sesine karşılık ayaklarım geri dönmemi istercesine çırpındı. Ama yapamazdım. “Gitme ne olur!” Onun sesine karşılık hızlandım. Bacaklarım benden bağımsız hareket etti, koştum. Ardımda Loya’nın haykırışlarını bırakarak hızla uzaklaştım.
Bu yolun sonu iyi bitmeyecekti. Geri dönüş yoktu. Ben kalbimi avuçlarımın arasına almış, geride bırakmıştım. Bu saatten sonra ise önümü göremeyecek kadar karanlık bir dönem başlıyordu benim için.
Nefes nefese bir şekilde vardığım sahilde durdum. Ellerimi dizlerime yaslayıp eğildim. Hıçkırığım boğazımda asılı kaldı. Sağ elim dudaklarımın üstüne kapandı.
“Özür dilerim,” dedim titreyen sesimle. “Seni çok seviyorum Loya.” Sertçe yutkundum. “Her şeyden çok.” Kendi canımdan çok.




Hale ve demiri silsem direk
Yaaa
hale ve demiri atsak
hale yok ol ya