13. Bölüm: Sahne Yıldızı
- melisasamatt
- 8 Eyl
- 12 dakikada okunur
Bölüm şarkısı: Bitmişiz Yine / şarkılar bölümünden dinleyebilirsiniz <3
“Kendimi içkiye verdim
Sevgiyi başkalarında aradım
Olmadı yine yenildim”
Yazar
İki ayrı hayat, bir ruh, iki beden… Kıran ikizleri. Akyel ve Aksel Kıran. İki farklı çocukluk yaşamış, bir ruhu paylaşan iki farklı beden. Kaderleri aileleri tarafından belirlenmişti. Lalin Kıran, Aksel’i Hâle’den kurtarmıştı ve böylece Hâle’nin kurbanı Akyel olmuştu. Aksel’in hayatı daha sakindi. Annesiyle büyüyen ve ona neredeyse babalık yapan bir üvey babaya sahipti. Akyel ise beş yaşından beri arafta kalmış bir çocuktu. Hâle’nin hayatına girişinden itibaren Akyel’in yolu karışmıştı. Kardeşi gibi rahat bir hayat sürmemişti. Kapalı kapılar ardında yaşanan her şey Akyel’in içinde birer yaradan ibaretti.
“Akyel nerede?” diye sordu Salih Kıran evlerinde çalışan yardımcı kadına.
“Odasında efendim.” diye yanıtladı orta yaşlarında olan kadın. Salih Kıran’ın kaşları çatıldı. Oğlunda son zamanlarda bir değişiklik olduğunun farkındaydı. Loya’yla ayrıldıktan sonra iyice raydan çıktığını düşünüyordu.
“Hay Allah.” Hayıflandı kendi kendine. “Ne oldu bu çocuğa böyle?”
“Hayatım!” Eşi Hâle’nin sesini duymasıyla düşüncelerinden sıyrıldı ancak hissettiği endişe ve duygunluk hâlâ bakiydi. “Ne yapıyorsun burada?” diye sordu Hâle neşeli sesiyle. Kırmızı saten gömleği, altına giydiği kısa kalem eteği ve uzun kırmızı tırnaklarıyla her zamanki hâlindeydi.
“Akyel’i soruyordum.” dedi adam sıkkınca. “Bu çocuğun hâlleri hâl değil son günlerde.” Hâle, Akyel’in adını duymasıyla gerildi. Kalbi hızla göğüs kafesini dövmeye başladı, hastalıklı bir aşk damarlarında yer edindi. Dudaklarında oluşan gülümsemeyi gizlemek için dudaklarını birbirine bastırdı.
“Hayırdır?” diye sordu hiçbir şeyden haberi yokmuşçasına. “Kötü bir şeyi mi var?” Salih Kıran bilmediğini belli edercesine omuzlarını kaldırıp indirdi.
“Bir bilsem!” Hâle’nin içi kıpır kıpırdı. Bir an önce Akyel’in yanına gitmek istiyordu. Tam bu sebeple de Salih Kıran evden gitmeliydi.
“Hayatım, sıkma çocuğu.” dedi adama doğru bir adım atarak. Siyah kravatında kırmızı tırnaklarını gezdirdi. “Ben bugün ilgilenirim, onunla.” Dudakları yukarı doğru kıvrıldı. “Hem bilirsin beni çok sever.” Salih Kıran durgunlukla başını salladı. Ona göre eşi ve oğlu çok iyi anlaşıyordu. Birbirlerini çok seviyorlardı.
“Sen bir yokla o zaman onu.” dedi Salih Kıran, kadının sözleri karşısında ikna olurken. “Nesi varmış bir öğren.” Kadın hevesle başını salladı. Kırmızı rujla bezeli dudakları tehlikeli bir gülümsemeye kurban oldu.
“Sen hiç merak etme sevgilim!” Salih Kıran’ın hazırlanmasına yardım edip hızla gönderdi onu evden. Adam işe giderken evdeki oğlunun eşinin yanında güvende ve iyi olacağından içindeki huzursuzluk kırıntılarını atıp gönlünü ferahlattı. Ne de olsa Hâle çözer, diye düşündü.
Hâle’nin ise tehlikeli oyunu son sürat devam ediyordu. Genç kadın, eşi çıkar çıkmaz topuklu ayakkabılarını tıngırdatarak merdivenleri çıktı ağır ağır. Her adım sesi Akyel’in kalbine bir yük daha bırakıyordu. Ve her adım sesi, ruhundan bir parça çalıyordu. Beyaz kapının önünde durdu. Aralarında sadece bir kapı vardı. Akyel penceresinin önündeki koltukta oturuyordu. Omuzları çökmüş, gözaltları morarmıştı. Kendinde değil gibiydi. Bütün gece alkol alarak unutmaya çalışmıştı. Gece kabusu olan kadından bu şekilde kurtulmayı denemişti oysa kadın onu alkolle değil, çok daha tehlikelisiyle zehirliyordu.
“Akyel.” diye seslendi kadın, isminin her hecesini uzatarak. “Neredesin?” Kapıyı tıklattı. Ses gelmediğinde ise hastalıklı bir kahkaha peyda oldu dudaklarının arasından. “Haydi ama! Oradasın biliyorum.” Akyel cevap vermedi. İfadesiz gözleriyle kapıya bakmayı sürdürdü. Yıllardır aynı şeyi yaşıyordu. Babası tarafından Hâle’nin ellerine terk edilmiş gibiydi. Her şeye rağmen kalbinde bir korku yeşerdi, dudakları titredi ama yılmadı. İfadesizliği bir an bozulmadı.
Beklediği son, saniyeler içinde gerçekleşti. Hâle beyaz kapıyı araladı. Dudaklarında asılı kalan memnuniyet ve tehlike dolu pırıltılarla ilerlemeye devam etti. Akyel’in önüne doğru ilerledi. Eli göğsüne gitti. Zevkli kıkırtıları Akyel’in midesini bulandırdı. Başına geleceklerin farkındaydı. Hissizleşmiş gibiydi, hareket edecek hâli yoktu. Zaten birazdan tüm hareket yetisi sonlanacaktı. İşte Akyel’in çektiği işkence buydu. Vücudu hareket edemiyordu ama bilinci açıktı.
“Oyun zamanı.” diye fısıldadı Hâle elindeki şırıngayla. İğnenin ucu boynunda bir yer buldu kendine, ardından içindeki o acımasız sıvı damarlarına yayıldı, kanına karıştı. Akyel’in gözkapakları yeşillerini örttü. Sanki görmesini istemiyor gibi korumaya çalıştı. Oysa Akyel kadının her bir dokunuşunu teninde hissettiğini nasıl unutacaktı? “Aç gözlerini.” Aksine, daha sıkı kapattı gözlerini. Hâle ise ona aldırmadan devam etti hareketlerine. Tırnakları bacağında gezindi, dudakları boynunda. Akyel sertçe yutkundu. Kurtulamazdı, kaçamazdı. Hâle’nin de dediği gibi… Kontrol ondaydı. “Seni çok özledim.” Tırnakları teninde yer edindi. Kadın, genç adamın kucağında oturdu. Dokunuşları bir saniye olsun kesilmezken Akyel’in tek dilediği bu işkencenin bir an önce bitmesiydi. Ancak dileği gerçekleşmedi, Hâle istediğini aldı. Üzerini giyerken çocuğu o hâliyle, vücudu felç olmuşçasına bıraktı.
“Yine çok iyiydin.” dedi memnuniyetle. Genç adam balık gözlerle izledi karşısındaki kadını. Hâle yeniden ona aldırmadan mutlu bir şekilde çıktı odadan. Oysa içeride bıraktığı adamın odası bile mezar olmuştu ona. Akyel hareketsiz bir şekilde yatmaya devam ederken gözyaşları yanaklarını ıslattı. Gözleri ağır ağır kapandı ve gönlünden akan sözcükler dudaklarından firar etti: Ölmek istiyorum.
★ ★ ★
Loya
Music Magazine’den Son Dakika Haberi:
Günlerdir haber manşetlerinden düşmeyen ünlü iş adamı Salih Kıran’ın oğlu Akyel Kıran yine bir kavga anında görüntülendi. Gittiği gece kulübünde kavgaya karışan genç gitaristi, korumalar zor zaptetti. Son aldığımız bilgilere göre Kıran’ın sarhoş olduğu ve etrafındakilere saldırdığı öğrenildi. Dynamite grubundan ve Kıran’dan hâlâ bir açıklama gelmezken sosyal medyadaki tepkiler büyümeye devam ediyor. Videoyu izlemek için linke tıklayın!
Huzursuz gözlerle ekrana bakmayı sürdürdüm. Dedikleri linke tıklayarak Akyel’in kavga ettiği videoyu açtım. Videonun sesi yoktu, sadece görüntüsü vardı. Akyel’i iki iri koruma kollarından tutuyordu ancak zorlandıkları belliydi. Akyel ise onlardan kurtulmaya çalışıyor, kurtulamadıkça daha da hırçınlaşıyordu. Dedikleri duyulmuyordu ancak gözlerinde gördüğüm öfke ve ardında saklanan hüzün, kalbime bir ağırlık oturmasına sebep olmuştu. Gün geçtikçe daha da kötüleşiyordu. Yardım istemiyordu. İyice sessizleşmiş, içine kapanmıştı. Kendini grubundan bile soyutlamıştı. Aksel, ikizi olmasına rağmen zar zor iletişim kuruyordu. Ben mi? Ben aramamıştım. Elim belki de yüz kere gitmişti telefonuma. Numarasına tıklamak istemiştim ama cesaret edememiştim. Son anımızdan sonra yüzünü sadece karıştığı kavgaların görüntülerinden izlemiştim. İçten içe mahvoluşunu, dışarıya yansıttığı öfkeden anlamıştım.
Video sonlandığı sırada telefonumun ekranına bir mesaj bildirimi düşmüştü. Uzun zamandır konuşmadığım, sesini, yüzünü daha önce hiç görmediğim, bilmediğim bir adamdandı.
Çağrı: Hiç yok olmak istedin mi bu hayattan?
Çağrı: Hiç ölmeyi dileyerek uyandın mı?
Loya: Sen iyi misin?
Çağrı: İyi değilim desem gelecek misin?
Çağrı: Ya da vazgeçtim. Gelme.
Loya: Çağrı neler oluyor?
Loya: Neredesin sen?
Çağrı: Mezarımda.
Çağrı: Bir insanı bedenen öldürmek yetmez Loya. Ruhunu öldürsen, o beden yaşayamaz.
Loya: Beni korkutuyorsun.
Çağrı: Özür dilerim.
Çağrı: Amacım bu değil ama çok çaresizim.
Çağrı: Hem bu kadar korkak hem de çaresiz olmak yorucuymuş.
Loya: Ölüm bir çözüm yolu değil.
Loya: Hem sevdiklerin var, ailen var…
Loya: Vardır yani.
Çağrı: Etrafımdaki herkesi uzaklaştırdım kendimden.
Çağrı: Kimse kalmayana kadar ittirdim insanları.
Çağrı: İstemiyorum Loya.
Çağrı: Artık yaşamayı bile istemiyorum.
Görüldü.
Ne yazacağımı bilemezken ekrana öylece bakakalmıştım. Yazdıklarının sadece yaşadığı buhrandan olduğuna inanmak istiyordum ancak huzursuz olmuştum. Gözlerim boşluğa daldı. Ölmek istemiş miydim sahiden? Aklımın ucundan böyle bir şey hiç bir zaman geçmemişti. Ailemin ölümünde bile böyle bir şeyi düşünmemiştim. Korkuyor muydum? Hayır, ölmek bana hiçbir zaman korkutucu gelmemişti ama ardımda bıraktıklarım korkutuyordu beni. Yaşamayı seviyordum ben. Önümde çok uzun bir yol vardı, şimdi olamazdı.
Kendine gereken özeni göstermeyerek intihar etmiyor musun bir nevi?
Akyel’e, arkadaşlarına söylemeyerek hepsini ardında bırakmıyor musun?
Kandırmıyor musun etrafındakileri iyiyim yalanlarıyla?
Bunların hepsini sen yapıyorsun, Loya.
Zihnime doluşan düşüncelerim derince yutkunmaya itti beni. Yaşamayı bu kadar severken ve ardımda bırakacaklarımdan bu kadar korkarken ölümün bana uzattığı ipin üstünde bir cambazmışçasına yürümeye çalışan ben değil miydim? Bendim ve bu da benim aptallığımdı.
Çalan telefonumla birlikte düşüncelerim bir toz bulutu misali anında dağıldı. Bakışlarım elimde sıkı sıkıya tuttuğum telefonuma kaydı. Asil arıyordu.
“Alo?” diyerek yanıtladım.
“Nerelerdesin sen kaçak kızıl?” Hitabına gülümseyerek görmeyeceğini bilmeme rağmen omuzlarımı silktim.
“Evdeyim.” Asil’in onaylayan mırıltılarını işittim.
“Bugün günlerden ne?” Anlamsız sorusu üzerine telefonumu hoparlöre alıp takvim uygulamasını açtım. 13 Ekim… Eray’ın lansman konserinin olduğu gün.
“13 Ekim.” dedim umursamazcasına. O ise devam etmemi beklemeden lafa atladı.
“E hazırlan o zaman konsere gidiyoruz!” dedi hevesle. Onun bu hevesi kalbimdeki heyecanı körükledi. Bu akşam o sahnede ben de olacaktım ve bundan kimsenin haberi yoktu. Eray’a özellikle söylememesini ben rica etmiştim. Konser afişlerinde de ismim geçmiyordu. Herkese sürpriz olacaktı.
“Ben gelmiyorum ya.” Dudaklarımı büzüp hayıflandım. Asil’in ise sarı kaşlarının çatıldığını hayal edebiliyordum.
“Kabul etmiyorum!” diye çıkıştı aniden. “Arkadaşımızı yalnız mı bırakacağız, hayatta olmaz!” Gözlerimi devirip oturduğum yerden ayaklandım. “Gelmek zorundasın!”
“Bakarız.” dedim aklıma gelen fikirle. “Gelirsem de sizden sonra orada olurum.” Konsere sahiden gidecektim, sadece onların yanında olmayacaktım. Bence yalan sayılmazdı.
“Aman assolist!” Burun kıvırmasına karşılık gülümsedim ve orada olacağımı söyleyerek kısa bir vedalaşma sonrası aramayı sonlandırdım. Bugün büyük gündü. Uzun zamandır sahneye çıkmamıştım. Dudaklarıma büyük bir tebessüm yayıldı. O hissi özlemiştim. Sahne ışıkları bana boğucu ya da korkutucu gelmemişti hiçbir zaman, aksine çok seviyordum orada olmayı. Kendi alanımdı, bana özeldi. Hiç olmadığım kadar özgürdü ruhum. Belki de annemle babama kendimi en yakın hissettiğim andı. O yüzden benim için anlamı büyüktü. Elimdeki telefonu yatağıma bırakmadan önce dakikalar önce görüldü attığım sohbet ekranına girdim. Parmaklarım klavyede gezindi.
Loya: Bu kadar umutsuz olmana izin vermiyorum.
Loya: Birini kaybetmenin ağır yükünü en iyi ben bilirim.
Loya: Henüz seni tam anlamıyla tanımıyor olsam da kendinden vazgeçmene izin vermiyorum.
Loya: O yüzden bu akşam saat 20.00’de Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’na geliyorsun. Kapıdaki görevlilere ismini söyle, seni içeri alacaklar.
Görüldü.
Loya: İtiraz istemiyorum.
Loya: Orada ol.
★ ★ ★
Asil
“Ay ne zaman çıkacak acaba?” Oturduğum yerde heyecanla kıpırdandım. Bu geldiğim ne ilk konserdi ne de bu gördüğüm ilk sahne. Ama ben burayı ne zaman görsem kalbimde tarifi zor bir his beliriyordu. Heyecan, heves? Hayır, bu başkaydı. Ben âşıktım. Sahneye âşıktım, müziğe âşıktım. Âşık olduğum işi arkadaşlarımla yapıyordum, daha ne isterdim hayattan?
“Biraz daha öyle bakarsan bir metal yığınına âşık olduğunu düşüneceğim.” Kulağıma doğru fısıldayan adamla irkilmeden öylece durdum. Bakışlarım sahneden kopmadı ancak kalbimde yeşeren aşk yavaş yavaş söndü. Gözlerimdeki ışık gitti sanki, ruhum ağırlaştı. Kalbimin kırıkları yeniden sardı etrafımı.
“Seni ilgilendirmez,” dedim ifadesiz tutmaya çalıştığım sesimle. “İlgilendirmemeli.” Kısık sesimin ardından bedenime yaslı olan bedeninin gerildiğini hissettim. Biraz önceki ağır soluklarından eser kalmamıştı. Derin ve bir o kadar da hızlı nefes alıp veriyordu. Sıcak nefesi tenime değince soğuyordu. Tıpkı kalbi gibiydi. Beni gördüğü an dikenlerini çıkarıyordu. Nefret, kalbinin dikenlerini takınıp karşısındakini kanatmasıydı demek.
“Asil.” Başımı iki yana salladım gülümseyerek. Ardımızda binlerce kişi varken işimizi riske atamazdım. Bu yüzden çok âşıkmışım gibi baktım yüzüne. Koyu mavi gözlerinde uzun zamandır görmediğim bir yumuşama vardı ama yine de sert bakışları yerini koruyordu.
“Hayır, Deniz.” Başımı omuzuna koydum. Sahnenin önündeki protokol yerinde oturuyorduk. Arkamızdaki kalabalıktan isimlerimizi duyuyorduk. Böyle bir zamanda riskli bir hareket yapmamayı zor da olsa öğrenmiştim. “Benden nefret ettiğin için özür dileme. Bu duruma düştüğümüz, beni bu kadar kırıp döktüğün için de özür dileme çünkü ben senden hiçbir özür duymak istemiyorum.” Derin bir nefes alıp başımı hafifçe kaldırıp omuzuna yerleştirdim. Kalabalıktan çığlıklar yükseldi. “Kabul etmeyeceğim bir şey için özür dileme.” Bakışları bir saniyeliğine kırıldı. O sert bakışlarının ardında yatan kırgın çocuğu gördüm. Onu kırma sırası bendeydi.
Bitmek bilmeyen bir döngüydü bizimkisi. Birbirimizi kırıyorduk, döküyorduk ve bunları yaparken sonunu düşünmüyorduk. Birbirinden delicesine nefret eden ama bir o kadar da âşık olan iki küçük çocuktuk biz, fazlası değil.
Bedenimi ondan uzaklaştırmak istesem de bu mümkün değildi. Bunun yerine başımı omuzundan çektim. Yanımda oturan, gözleri boşluğa dalan arkadaşıma döndüm. Ona baktığımı fark etmedi. Boş gözlerle sahneyi izlemeye devam etti. Gittikçe inceliyordu sanki. Ten rengi çok soluktu, bakışlarındaki ışık artık yoktu, kilo vermişti. Kötüleşiyordu ve biz neden olduğunu anlayamıyorduk. Omuzumla omuzuna vurdum yavaşça. Bakışları sakince bana döndü, gülümsedim.
“Seni böyle görmek beni üzüyor.” dedim sessizce. “Kim bilir Loya ne kadar üzülüyordur?” Bakışlarım yumuşadı, kalbimde bir şefkat duygusu fitillendi. “Onu üzmek istemediğini biliyorum.” Bir elim omuzunu buldu, destek olmak istercesine sıktım. “Anlat,” dedim usulca. “Anlat ki, seni yeniden ayağa kaldırabilelim.” Sözlerime karşılık dudaklarında ruhsuz bir tebessüm belirdi. Kardeşim bellediğim adamı böyle görmek kalbimi acıttı.
“Loya’nın gözyaşına dünyaları yakacak olan ben, onun en çok ağlamasına sebep olan insan oldum Asil.” Sönmüş yeşilleri bana döndü. “İkimizin de iyiliği için birlikte olmamalıyız.” İsyan edercesine nefeslendim.
“Bence sadece onun iyiliği için!” diye çıkıştım sinirle. “Sen kendinin farkında mısın? Sana ne olacak? Sen nasıl iyi olacaksın?” Öfkeyle soludum. Bu inadının nedenini anlamıyordum. Onu sarsmak ve o anlatana kadar başında beklemek istiyordum. Nedeni neyse Akyel’i yok ediyordu. Gözlerimizin önünde mahvolurken buna kayıtsız kalamıyordum.
“Hazır mıyız Harbiye!” Eray’ın sesi ve kalabalığın gürültüsü ile konuşmamız bölündü, devam etmedik. Bu Akyel’in işine gelmişti ama bu işi bırakmamak da bana farz olmuştu. “Keyifler nasıl?”
“Süper!” Pars’ın ardımdan bağırmasıyla güldüm. Eray da duymuş olacak ki bize doğru bakıp göz kırptı. Bakışları bana değdiğinde ise yanımdaki bedenin kolu belime sarıldı. Her ne kadar göz devirmek istesem de sessizce oturup gülümsemeye devam ettim.
“Bu akşam çok sürprizli olacak!” Gözleri saniyelik Akyel’e kaydığında merakla dinlemeye devam ettim. “O zaman başlayalım!” Eray’ın sözlerinin bitmesinin hemen ardından çalan müzikle birlikte arkama yaslandım. Deniz’in kolu bir yılan misali belime sarılmıştı. Ferah kokusu ciğerlerime doluyordu. Bu sefer itiraz etmedim. Başımı omuzuna yasladım.
Eray tüm enerjisiyle yeni albümündeki şarkıları söyledi. Hovarda, Kaçtım Kendimden, Söyle ne hâldeyim… Oldukça güzel ve kaliteliydi. Şarkılarının altyapısı güçlüydü, vokalle birleşince güzel bir şölen yaratıyordu.
“Evet!” diye bağırdı kalabalığa doğru. “Nasıl buldunuz?” Seyircilerin alkışları ve bağırışları karşısında Eray nefes nefese bir hâlde gülümsedi. “Mükemmel!” dedi keyifle. Ardından dudakları yeniden aralandı. “Bugünün çok sürprizli olacağını konserin en başında söylemiştim.” Seyirci sessizleşti, uğultular çoğaldı. “Sürprizlerden birini açıklamanın vakti geldi.” Mikrofonu, mikrofon ayağından çıkararak eline aldı. Boyununa takılı olan gitarı kenara koydu. Tüm bunlar olurken ben de dahil olmak üzere tüm seyirci merakla bekledik olacakları.
“Çok sevgili dostum bir akşam bana bir şarkı yolladı. Yeteneği karşısında hepimizin nefesinin kesildiği biri o ve tıpkı sizler gibi benim de nefesimi kesti.” Derince nefeslendi. “O öyle şarkılar yazıyor ki, hepsi birer haykırış, birer yakarış. Hepsi bir hikâye anlatıyor. Ve şimdi, sizler karşısında o hikâyelerden birine hayat vereceğiz.” Sahne ışıkları karardı, dijital ekranda mor renkler dolaşmaya başladı. Kalbim heyecanla atarken hızla arkamı döndüm. Konser alanı amfi gibiydi, gözlerim ise merdivenin tepesine doğru döndü. “Karşınızda,” dedi Eray heyecanla. “Loya!”
“Ne?” Hepimiz bir ağızdan şaşkınlığımızı dile getirirken yanımda konser boyu öylece oturan Akyel bile arkasını dönmüş, Loya’yı aramıştı. Tam o sırada Loya her konserinde olduğu gibi merdivenin en tepesinde, seyircilerin arasında beliriverdi. Üzerinde siyah, deri bir pantolon ve dantelli, siyah bir büstiyer vardı. Taktığı gümüş kolyeler, sahne ışığı altında parlıyordu.
“Beni özlediniz mi?” Kalabalık adeta çıldırmış gibi bağırırken şarkının introsu tüm amfide inledi. Loya merdivenlerden aşağıya inmeye başladı yavaş yavaş, dudakları aralandı.
“Kendimi kaybettim
Her şeyi mahvettim
Kalbimi verdiğim kadını
Tek kelimeyle sustum ve yok ettim”
Loya aşağı inerken hayran bakışlarımı üzerinden çekemedim. Sahne ışığının altında parıldayan kızıl saçlarıyla muazzam görünüyordu. Sesine diyecek kelimem yoktu, her seferinde hayran kalıyordum.
“Geçmişsin karşıma
Tutuyorsun bir kadının elini
Kalbim olmuş paramparça
İzin vermiyorsun nefes almama”
Söylediği her cümle kalbinin haykırışıydı. Şarkının kime yazıldığı belliydi. O da aynı pişmanlıkla yanımda kavruluyordu. Elleri dizlerinde yumruk olmuştu, buna rağmen sönen yeşil gözlerinde bariz hayranlık vardı.
“Açtım yaralarını vurdum yerden yere
Bi darbe de ben vurdum kalbine
Nefret et benden
Sevme beni diye
Şimdi kaldım yalnız
Affetme beni nihayetinde”
Eray’ın da şarkıya eşlik etmesiyle hikâye canlanıyordu. Loya’nın söylediği kısımlar kendi haykırışlarıydı, Eray’ın söylediği sözler ise Akyel’i temsil ediyordu. İki âşığın birbirleriyle olan yüzleşmesiydi dinlediğimiz. Akyel de bunu anladı, nefes nefese sahneyi izledi.
Loya ve Eray sahnede git gide devleşti. Sahne ışıkları, nakaratta yükselen melodiler, Loya’nın ışığı, Eray’ın enerjisi… Tüm Harbiye’yi etkileri altına almışlardı.
“Mahvolmuşuz,
Hiç inmediğimiz kadar gömülmüşüz dibe
İnancımız kalmamış
Bitmişiz yine”
Loya’nın back vokallerine hayran kalmamak elde değildi. Sesinin gücünün farkındaydı ve onu öyle kontrol ediyordu ki… nefes almayı bile unutuyordunuz. Şarkı yavaş yavaş sona yaklaştığında kalabalıktan sesler iyice yükseldi. Sakin bir bitiş eşliğinde ise Harbiye ayaklandı. Tüm ekip olarak biz de onlar için ayağa kalktığımızda arkamda kalan Pars ıslık çalıyor, Uzay elleri tahriş olurcasına alkışlıyor, Aksel ise “Helal be size!” diye bağırıyordu. Kendini oradan oraya atmaktan terlemiş, yüzü kızarmıştı. Deniz yanımda, gururlanmış bir baba gibi soğukkanlı bir şekilde alkış tutuyordu sadece. Bakışlarım yavaşça solumu buldu. Akyel’in yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade vardı. Gururlu ve hayran bakışları bakiydi ancak maskesinin ardına sakladığı diğer duyguyu seçmekte zorlanıyordum. Mutlu değildi, derin bir hüzün taşıyordu kalbinde. Belki de öfkeydi ama bu seferki başkaydı.
“Teşekkür ederiz!” Loya’nın naif sesi amfide yankılandı. Bakışlarım yine sahnede yıldız gibi parlayan arkadaşımı buldu. Yüzündeki gülümseme kalbimde çiçek açtırmıştı adeta. O mutlu olmayı çok hak ediyordu. Artık gülümseme zamanıydı. “Bizi yalnız bırakmadığınız için önce size,” Eray’a döndü minnettar bakışlar eşliğinde. “Sonra da canım arkadaşım Eray’a, sahne ışığından biraz da bana ödünç verdiği için teşekkür ederim.” Eray ona doğru hafif bir reverans yapıp doğruldu. Dudaklarına yerleştirdiği kocaman gülümsemesiyle baktı Loya’ya. Ardından Loya yeniden seyirciye döndü.
“Artık birbirimizi tanıyoruz.” diye başladı sözlerine. “Ben duygularını saklayabilen biri olmadım hiçbir zaman. Aksine bu duygulardan beslendim. Bu durum şarkılarıma da yansıdı. Her şarkım birer hikâyeye dönüştü. Ne mutlu ki, sizler de bu hikâyelerde kendinizi bulabildiniz.” Dudaklarındaki gülümseme daha da genişledi. “Ne yaşarsak yaşayalım, bana bu duyguları yaşatan insana sonuna kadar minnettarım ve bu minnettarlığım hiç bitmeyecek.” Bakışları hafifçe Akyel’e kaydı. Sahne ışıklarından bile iyi olmadığını gördü. Dudaklarını birbirine bastırdı.
“Bu akşam buraya birini davet ettim. Şu an nerede bilmiyorum ama bunu duyuyorsa eğer, dikkatle dinlesin istiyorum.” Kaşlarım neden bahsettiğini anlamazcasına çatıldı. Etrafıma baktım merakla. “Kendinden vazgeçmek, hayattan vazgeçmektir ve bu hayat vazgeçmek için fazla yaşamaya değer. Yalnız değilsin, yalnız değilsiniz. Her insan birine, bir yere aittir. Ait olduğunuz o insanı, o evi bulmadan terk etmeyin kendinizi.” Sıkı sıkıya tuttuğu mikrofon titredi. Gözleri yaşlarla parladı ama dik duruşundan ödün vermedi.
“Geldiğiniz için minnettarım, kendinize iyi bakın. Yakında görüşeceğiz.” Ellerim benden bağımsız gururla alkışladı karşımdaki genç kadını. Loya kendi kendini yetiştirmişti. Yaşadığı zorluklara rağmen asla pes etmemişti, hâlâ daha etmiyordu. Hayata sıkı sıkıya tutunmuştu, onun bu duruşuna küçüklüğümden beri hayrandım. Kalabalık çılgınlarcasına alkışlarken Loya birkaç adım geriledi, ardından Eray’a sarılarak kısaca vedalaştı. Hepimiz yavaş yavaş ayaklanırken Akyel oturduğu yerde kalakaldı. Gözleri ifadesiz, bakışları yerdeydi.
Tam o sırada kulisten bağırma sesleri sahneye taştı. Eray’ın bakışları korkuyla oraya dönerken Akyel ayaklandı.
“Loya!” Kulisten Jale Hanım’ın endişeli sesi kalbimi amansız bir korkuya sürükledi. Akyel ise bir saniye bile durmadan koşarak kulise doğru ilerledi. Kalbim ağzımda atarken ben de ardından ilerledim. Deniz, bileğimden tutuyor, kimseye çarpmamam için beni yönlendiriyordu. Nefes nefese önde Uzay, Pars ve Aksel olmak üzere kulise vardık. Loya için ayrılan odanın önüne doluştuğumuzda önümdeki bedenlerden gördüğüm kadarıyla Loya’nın bedeni yerde baygındı. Bileğimi Deniz’in elinden kurtarıp önümdekilerin arasından sıyrıldım. Akyel, Loya’nın yüzünü elleri arasına almış, endişeyle onu uyandırmaya çalışıyordu. Titreyen elleri yanaklarına hafif hafif vuruyordu. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde etrafıma bakarken odanın ortasında bulunan sehpanın yanındaki küçük kağıt parçası dikkatimi çekti. Titreyen bacaklarımla sendeleyerek kağıda doğru ilerledim. Buruşmuş kağıt ve yerdeki çamurlu ayak izleri burada Loya’dan başka birinin olduğunu gözler önüne seriyordu.
Hızla eğilip kağıdı aldım. Deniz de bu sürede yanıma gelmiş, bedenimi bedenine yaslayarak bana destek olmuştu. Korku dolu bakışlarım dağılan mürekkepte gezindi. Okuduğum yazılar damarlarımdaki kanı adeta tersine akıtırken yavaş yavaş ayılmaya başlayan Loya’yla birlikte biraz olsun sakinleştim. Deniz notu elimden aldı, dudakları yavaşça aralandı. Fısıltıyla notu okurken sözcükler sadece ikimizin arasında dağıldı:
“Sana söylemiştim, ondan uzak durman gerekirdi. Artık olacaklardan ben sorumlu değilim.”




Yorumlar