top of page

1. Bölüm: Acıları Süsleme Sanatı

“Uzun bir yokuş,

Belki de bir yok oluş…”


Music Magazine’den son dakika açıklaması:


Müzik camiasını sallayan o haber işte karşınızda. Dünyaca ünlü olan Dynamite grubunun yetenekli gitaristi Akyel Kıran ile son zamanlarda adı gündemden düşmeyen şarkıcı Loya Saklıhan ayrıldı! Bu konuda hiçbir soruya cevap vermeyen ikilinin depresif ruh hâli hayranların ve kameraların dikkatinden kaçmadı. Ayrıntılar için tıklayın!


loyasaklihan: Beni hiç mi çabalamaya değer görmedin? Bu kadar mı umrunda değildim?  (3.31)


Görüldü.


akyelkıran: Evet, Loya.


akyelkıran: Bu kadar umrumda değildin.


akyelkıran: Bana yazma, beni görme, beni unut.


akyelkıran: Çünkü ben öyle yaptım.


loyasaklihan: Beni unuttun mu?


akyelkıran: Unuttum, Loya.


akyelkıran: Bitti.


Görüldü.

loyasaklihan yazıyor…

loyasaklihan çevrimiçi.

loyasaklihan yazıyor…


loyasaklihan: Benim sevdiğim, âşık olduğum adam değilsin sen.


loyasaklihan: Sen böyle biri değilsin, Akyel.


loyasaklihan: Sen, sana ait olan bir kalbi kırmazsın.


akyelkiran: Kalbin artık benim değil.


akyelkiran: Tıpkı benimkinin de sana ait olmadığı gibi.


akyelkiran: Bitti Loya.


akyelkiran: Biz bittik.


akyelkiran: Buna alışsan iyi edersin.


Görüldü.


“Sahneye çıkmana son on saniye Loya! Hemen yerini almalısın.” Menajerimin sesiyle birlikte tekrar tekrar okuduğum mesajdan çektim bakışlarımı. Acımsız sözleri bir kez daha zihnime kazındı ve sahnede olduğum tüm süreç boyunca da benimle olacaktı, buna emindim.


“Son beş!” diye bağırdı başındaki kulaklıkla oradan oraya koşan adam. Telefonumu kapatıp menajerim Jale Hanım’a uzattım. Sahne kostümümü elimle silkeledim. Siyah kargo pantolonum, siyah vücudumu saran badiyle birlikte pantolonumdan ve boynumdan sallanan zincirlerle her zamanki umursamaz tavrımdaydım. Turuncu saçlarımı omuzumun arkasına gönderdim. Siyah ağırlıklı makyajımla kırmızı rujla bezeli dudaklarım birer tezat içerisindeydi. Bu tezatlık hoşuma gidiyordu, benliğimi yansıtıyordu sanki.


“Şov zamanı Loya. Göster kendini!” dedi Jale Hanım büyük bir coşkuyla. Yavaşça beni sahneye doğru ilerletti. Alkışlar, çığlıklar ve sahne ışıkları… Hepsi banaydı, hepsi bana doğrultulmuştu. Ağır ağır çıktım sahneye ulaşan merdivenleri. “Sakin ol, Loya.” diye mırıldandım kendi kendime. “Göster kendini.” Sahneye çıkar çıkmaz elime tutuşturulan mikrofonla birlikte ilerlemeyi sürdürdüm. Çığlıklar daha da artmış, kalabalıktan sesler yükselmişti. Yüzümdeki kocaman gülümsememle birlikte mikrofonu dudaklarıma yaklaştırdım. “Hoş geldin İstanbul!” Çığlıklar geceye karıştı. Ben ise karşımdaki bu güzel görüntüyü seyre dalmakla yetindim.


“Muhteşem bir geceye hazır mıyız?”


“Evet!” Dudaklarım yukarı kıvrıldı. Bu esnada ise repertuarımızdaki ilk şarkının introsu yankılandı konser alanında.


“Nasıl çarpardı kalbim, bir dokunman yeterdi…” diye başladım şarkının sözlerine. İlk şarkımız Sufle grubunun Hissettin mi şarkısıydı.


Saatim kaç, yıl kaç

Sorsan bilemezdim…


“Sizde!” Mikrofonu kalabalığa döndürüp şarkıyı devam ettirmelerini beklerken onlardan da yanıt gecikmedi.


“Nasıl titrerdim sanki, bana bir sır vermişsin

Elimi ilk kez tuttuğunda hissettin mi?”


Memnuniyet dolu bir tebessüm dudaklarımda asılı kalırken şarkıyı söylemeye devam ettim. Sahneyi sağdan sola dolaşıyordum. Gitarın sesi, damarlarıma akıyor kalbimi attırıyordu. En sevdiğim yerdi burası. Küçüklüğümden beri hayalimdi, olmak istediğim yerde duruyordum tam da şu anda. Kalbimde bir gurur hissi peyda oldu. Evet, bunu çoğu zaman dile getirmezdim ama dönüştüğüm bu genç kadına hayrandım. Kalbindeki kırıklara, kapanmayan yaralarına rağmen.


“Kan ve ter karışımı kaplıyorsun içimi

Bu ne beter acıymış, sen de hissettin mi?

Eski sevgili yarası bu, yiyip bitirdi bizi

Bu ne beter acıymış, sen de hissettin mi?”


“Hissettim!” diye bağıran kalabalık kıkırdamamı sağladı. Ben de hissetmiştim. Öyle derinden hissetmiştim ki, kanayan kalbim hiçbir zaman kabuk bağlamayacaktı. Akyel’in acımasız sözleri her zaman benimle olacaktı ve kalbim her zaman en çok onu sevecekti. Şarkının bitişinin ardından kısaca dinleyicilerimle sohbet etmiş, konsere devam etmiştik. Yaklaşık on beş şarkı söylemiştik ve artık veda vakti kapıyı çalmıştı. Nefes nefese bir hâlde önümde duran mikrofona uzandım. Kalabalığın parıldayan bakışları benim üzerimdeydi.


“Hepiniz iyi ki geldiniz.” diye başladım sözlerime. “İyi ki varsınız, bugün beni yalnız bırakmadığınız için çok teşekkür ederim.” Yutkundum. Sahnenin sağ tarafında kalan Jale Hanım’la göz göze geldim. Devam etmem için güven verici bir gülümseme bahşetti bana. Kalbim gerginlikle göğüs kafesimi dövdü. Son zamanlarda yaşanan olaylara bir açıklık getirmem gerektiğini savunan menajerimin söylediğini yapmaktan başka çarem yok gibi duruyordu. Biraz sonra kalbim delik deşik olacak, sahnedeki yaşadığım o güzel anların hepsi kara bir örtüyle kapanacaktı. “Biliyorsunuz,” Sesim titredi, engel olamadım. Boğazımı temizledim bir kez daha. Gözlerimi kırpıştırdım. Boğazımdaki yumru nefes almamı engellese de üst üste yutkunup sakinleşmeye çabaladım. Kalbimdeki bıçak döndü birden. Acımasız bir sızı sol göğsümde yer edindi. “Son zamanlarda… Hakkımda bir sürü haber çıktı. Daha doğrusu hakkımızda…” Tekrar yutkundum. Tekrar ve tekrar. O yumru gitsin diye üst üste yutkunmaktan bir an olsun vazgeçmedim. “Kendi adıma konuşacak olursam,” Derin bir nefes aldım. “Kusura bakmayın,” dedim bir türlü konuşamadığım için. “Benim için biraz hassas bir konu tahmin edersiniz ki ancak hepiniz bir açıklamayı hak ediyorsunuz. Dynamite grubunun gitaristi olan Akyel Kıran’la olan birlikteliğimiz son buldu.” Kalabalıktan yükselen nidalara aldanmadan yeniden araladım dudaklarımı. “Hakkımızda çıkan iddialarda benim onu aldattığıma dair haberler olduğunu gördüm ancak böyle bir şey yok, hiçbir zaman da olmadı.” Karşımdaki binlerce insandan hiçbir ses çıkmadı. Hepsi pür dikkat beni dinliyordu. “Dynamite grubundaki kimseyle bir sorunum yok. Hepsi çok sevdiğim, yakın arkadaşlarım. Bu yüzden lütfen hakkımızda çıkan iddialara kanmayın ve karalama çalışmalarına aldanmayın.” Buruk bir tebessüm yer edindi dudaklarımda. “Kendinize çok dikkat edin ve sevgiyle kalın. İyi geceler!”


“Seni seviyoruz Loya!” Mikrofondan uzaklaştığım esnada duyduklarımla birlikte duraksadım. Yeniden mikrofona yaklaştım. “Ben de sizi seviyorum.” dedim, sesim yeniden titredi. Ben böyleydim, duygularımı saklayamazdım. Küçüklüğümden beri bu böyleydi. Duygusaldım, mantığımdan ziyade duygularımın esiriydim ben. Ancak bazen… Duygular, insanı öldüren yegâne silah oluyordu.


Titreyen bacaklarımla birlikte zorlukla indim merdivenlerden. Kalbim öyle ağrıyordu ki, nefes alamıyordum. Jale Hanım’ın bana doğru ilerlediğini görüyordum ancak onu umursamayacak kadar kötü hissediyordum kendimi. Hızlıca sahne arkasından çıkıp kulisimin bulunduğu yere gittim. Kapımı sertçe araladım. Tam kapatacağım esnada ise biri buna engel oldu. Biraz daha zorladığımda “Benim Loya.” diyen tanıdık sesi işittim. Anında kapıya uyguladığım baskıya son verip ellerimi çektim. Karşımdaki endişeli yüz Pars Kanan’dan başkası değildi.


Dynamite grubunun bateristi, Pars Kanan tam karşımda duruyordu.


“İyi görünmüyorsun.” diye mırıldandı endişeyle. Dolu gözlerimle başımı hafifçe iki yana salladım.


“İyi değilim, Pars.” dedim sessizce. Kapıyı ardından kapadı. Üç büyük adımda yanıma gelip beni kolları arasına aldı. Başım göğsüne değdiğinde ise gözyaşlarım emir almışçasına pınarlarımdan aktı. Hıçkırıklarım Pars’ın kollarında yankılandı.


“Şşşş…” Mırıltısının ardından boştaki eli saçlarıma yerleşti.


“Neden Pars?” dedim isyan edercesine. “Neden, neden, nede…” Sesim gittikçe kısıldı. Bacaklarımdaki güç çekildi. Yere doğru düşmek üzere olduğumu anlayan Pars, anında kollarını bacaklarımın altından geçirdi. Hızlı adımlarla kanepeye ilerledi. Sayıklamalarım dinmiyordu. Neden gitmişti? Neden beni bırakmıştı? Akyel Kıran… Neden kalbimden vurmuştu beni? “Çok acıyor, Pars.” diye mırıldandım ağlayışımın arasından. “Benim canım çok yanıyor.”


“Asil!” diye bağırdı kapıya doğru. Sesi endişeden fazlasıyla yüksek çıkmıştı. Telaşı yüzünden okunuyordu. Sorularımı yanıtsız bıraktı. Sadece yanımda olduğunu belli edercesine saçlarımı okşamayı sürdürdü. Kapının arkasından sert adım sesleri duyuldu. Ardından kapı kırılırcasına açıldı.


“Ne oldu Pars?” Bu naif, ince ses Asil’e aitti. Asil Ege Çağlar, Dynamite grubunun solistlerinden biri. Pars ona cevap vermek yerine sadece sustu. Gözleriyle bir şeyler anlattığına emindim. Odada sadece ikisinin olmadığına emin olduğum gibi. Asil tek değildi, yanında biri daha vardı.


“Ben Akyel’in yapacağı işi sikeyim.” Bu ses çok tanıdıktı. Çocukluk arkadaşımdan geliyordu. Onun burada ne işi vardı?


“Sakinleştiremedim.” dedi Pars endişeyle. Hıçkırıklarımın ardı arkası kesilmiyordu. Sanki biri kalbimi sıkıyor gibi hissediyordum. Nefesim kesiliyordu. Bir zamanlar heyecandan delicesine atan kalbim, şimdi bitmeyen bir yangında kül oluyordu.


“Loya…” Asil’in sesini işittim. Ardından yanıma doğru gelen adım seslerini. Yavaşça yanıma çöktü. Siyah ojeli ellerinden biri saçlarıma karıştı. “Sakinleşmen gerek.” diye fısıldadı. “Biliyorsun,” Duraksadı ancak bu sadece bir saniye kadardı. “Eğer sakinleşemezsen…”


“Söyleme, Asil.” diye mırıldandım çatallı sesimle birlikte. “Kimse duymasın.” Mırıltım fısıldamaya dönüştü. “Söz verdin, kimse bilmeyecek.” Mavi harelerim, onun açık mavilerine tutundu. Şefkatle bana bakıyordu, oysa arkalarda bir yerlerde benim için duyduğu acıyı da görebiliyordum ben.


“Tamam,” dedi sessizce. “Sakinleş o zaman ne olursun.” Başımı salladım yavaşça. Hıçkırıklarım dakikalar sonra son buldu. Kendimi kastığımdan sıktığım kaslarım yavaş yavaş rahatladı. Derin bir nefes almayı belki de yarım saat sonra ancak başarabilmiştim. Bedenim pelte kıvamındaydı. Kendimi o kadar halsiz hissediyordum ki, başımı kaldıracak hâlim yoktu. Kapının tıklatıldığını işittim. Ardından da açılan kapının çıkardığı gıcırtıyı.


“Loya iyi mi?” diye sordu Jale Hanım sesideki endişe kırıntılarıyla.


“Endişelenmeyin Jale Hanım.” Aksel’in sesi doldurdu kulaklarımı. Onun sesini duyduğum anda ise aklımda beliren yüz, kalbimi kavuran yüzdü. Aksel Kıran… Kalbimi paramparça eden adamın ikizi, benim ise çocukluk arkadaşım. “Biraz yorulmuş. Düzgün beslenmiyor, biliyorsunuz. Ondan başı dönmüş.” Aksel teker teker yalanlarını sıralarken Jale Hanım’ın inanıp inanmayacağını kestiremiyordum. Akyel’den haberi vardı. Yaşananlardan da öyle ama çok detay da bilmiyordu. Medyanın bildiği kadarıyla sınırlıydı bildikleri.


“O zaman yavaş yavaş eve gönderelim onu. Ben şoförü…”


“Hiç zahmet etmesin, biz götürürüz onu.” Aksel’in sözlerinden sonra Jale Hanım daha fazla ısrar etmemiş ve beni onlara emanet edip yanımızdan ayrılmıştı. Kapının kapanmasıyla birlikte ağır ağır doğruldum. Asil bana uzanmak isterken onu elimi kaldırıp durdurdum. Gözlerim orta büyüklükteki odada dolandı. Kahverengi bir kanepenin üzerinde uzanıyordum. Işıklarla bezeli makyaj masasının çaprazında kalıyordu. Kanepenin önünde, iki üç adımlık mesafede üzeri cam olan ahşap bir sehpa bulunuyordu. Oda ferahtı ancak bu dört duvar öyle üzerime geliyordu ki, daha fazla burada kalmak istemiyordum.


“Ben kendim giderim.” dedim sessizce. Dakikalar süren sessizliğimin ardından ilk kurduğum cümle bu olmuştu. Halsiz hissediyordum ama kimseye de muhtaç olmak istemiyordum. Tek isteğim eve gitmekti, eve gidip ağabeyimin kolları arasında uykuya dalmak istiyordum.


“Olmaz, Loya.” dedi Aksel yumuşak bir sesle. Yorgun bakışlarımın hedefi oydu. Sarı saçları dağılmış, yüzü daha da beyazlaşmıştı sanki. Gözlerindeki endişe parıltıları buradan bile belli oluyordu.


Aynılar… Kalbimi söküp atan adamla aynı yüze sahipler.


Aksel benim çocukluk arkadaşımdı. Ortaokulda hep aynı sınıfta olmuştuk. Lisede yine aynı sınıflarda, hatta sonrasında aynı bölümden devam ederek bitirmiştik okulu. Üniversitede de yollarımız ayrılmamış ancak bölümlerimiz ayrılmıştı. Ben konservatuar bölümünü kazanmıştım, müzikle devam etmek istemiştim yoluma. O ise spor fakültesindeydi. Profesyonel bir basketbol oyuncusuydu. Çocukluğumuzdan beri hayalimiz olan bölümlere yerleşmiştik ikimiz de. Aksel’le ne kadar yakınsam Akyel’le de bir o kadar uzakta geçmişti çocukluğumuz. Her ne kadar uzak olsak da küçük Loya, Akyel’e hayran bir kız çocuğu olarak büyümüştü. Akyel, benim için bir yıldızdı. O bilmese de, hiç öğrenmeyecek olsa da benim hayatımın en karanlık döneminde bir yıldız misali geceme doğmuştu. O olmasaydı şu anki Loya olamazdım. O vardı bir zamanlar, şu an ise yokluğu benim en büyük sınavlarımdan biriydi. Akyel Kıran beklemediğim yerden vurmuştu beni, kalbimden.


“Lütfen,” dedi Aksel bir kez daha. “Senin sağsalim eve gittiğinden emin olmak istiyorum sadece.” Bilinçsizce başımı salladım. Onu kırmak istemiyordum. Her ne kadar ona baktıkça kalbimdeki alevler harlansa da o benim en yakınımdı, sırdaşımdı, dostumdu. Ona sırtımı çeviremez, uzaklaşamazdım. Bacaklarımı kanepeden yere indirdim. Ardından Asil’in koluma girmesiyle yavaş yavaş ayaklandım. Bu sırada Pars üzerime giymem için kabanımı askılıktan almış, yanıma getirmişti. Ona ufak bir tebessüm ederek benim için tuttuğu kabanı giydim. Ardından diğer elindeki çantama uzandım. Ne hâlde olduğumu bilmiyordum ancak makyajımın aktığından emindim. Gözlerimin altının simsiyah olduğunu düşünüyordum.


“Al.” diyerek önüme kadar geldi Aksel. Elinde siyah güneş gözlüğüm vardı. Elinden almama izin vermeden gözlüğü taktı. Buruk bir tebessümle bana baktığında hissettiklerim onunla aynıydı. Ne olursa olsun yanımdaydı. Onun canından bir parça canımı yakmıştı ama o benden gitmemişti. Onun açtığı yaraları dostluğuyla kapamaya çalışıyor, üzerime titriyordu. Onun hakkını asla ödeyemezdim. “Büyük ihtimalle kameralara yakalanacağız.” dedi gözlüğü iyice yerleştirdiği esnada. “Panda gibi gözükmemen için bu gözlük en iyisi.” Gözlerimi devirdim.


“Çok sağ ol,” diye homurdandım ağzımın içinde. Ardından alayla “Çok iyisin!” diye eklemekten de geri kalmadım. Elini sarı saçlarına daldırıp iyice dağıttı çapkın bir tavırla. Bu hâli dudaklarımın kıvrılmasını sağladı.


“Biliyorum,” dedi kibirle. “Ama hatırlatman hoşuma gitti.” Yeniden gözlerimi devirmekten alamadım kendimi. Ağır ağır yanından geçtim. Kapıya doğru ilerlediğim sırada yeniden aralandı dudaklarım. “Hiç unutuyormuş gibi değilsin ki ben hatırlatmış olayım.” Ardımdan gelen adım sesleriyle birlikte kapıyı araladım. Benim ardımdan odadan önce Asil, ardından Pars ve en sonda da Aksel çıkmıştı. Sessizce arka kapıya doğru ilerledik. Kapının ardından gelen gürültüler beni tedirgin etse de hafifçe kolumu kavrayan Asil’le birlikte bakışlarımı kapıdan ayırdım. Uzun sarı saçları ve parıl parıl parlayan mavi gözleriyle beni izleyen arkadaşıma baktım.


“Kendine çok dikkat et, olur mu Loya?” diye mırıldandı sakince. Başımı hafifçe sallayıp kolları arasına girdim. Birbirimize sıkı sıkı sarıldık. Bu sırada Asil’in dudakları yeniden aralandı. “Bir telefon uzağındayım. Kendini kötü hissedersen hemen kalk, gel. Asel de çok mutlu olur hem.” Dudaklarım o küçük bıcırığın adını duymamla yukarı kıvrıldı. Asel, Asil’in yeğeniydi. Ablası ve eniştesini bir trafik kazasında kaybetmişti ve Asel o kazadan kurtulan tek kişi olmuştu. Zor zamanlardan geçiyordu, kafasının dağılması için sürekli onlara gidip oyunlar oynuyordum onunla ancak konser takviminin yoğunluğu yüzünden ne zamandır gidememiştim.


“Gelirim, tabii.” dedim derince iç çekip. “İyi ki varsın Asil.” Kollarımız ayrıldı, hafifçe geriye çekildik.


“Sen de iyi ki varsın canım arkadaşım.” dedi şefkatle. Ardından Pars’ın yanına ilerleyip koluna girdi. Onların bu hâli içimi ısıttı. Dynamite grubu gerçek bir aileydi. Tanısanız, onların arasındaki ilişkiye hayran kalabilirdiniz.


“E o zaman flaşlara hazır mıyız?” diye sordu Aksel dalga geçerek. Güven veren yeşil gözleri beni buldu, kolunu açıp gözleriyle işaret etti. Onu ikiletmedim. Koluna girerek başımı omuzuna yasladım. “Çok hazırız.” dedim isteksiz bir tınıda.


“Biz önden çıkalım.” Pars’ın teklifini geri çevirmedim. Onlar önden çıkarsa ilgiyi biraz olsun üzerlerinde toplayabilirlerdi. Önümüzdeki gri kapıya doğru ilerlediler kol kola. Kapı açıldı, kameralar bir anda bize döndü ve önümüzdeki kalabalık savaşa gidermişçesine üzerimize doğru gelmeye başladı. Gerginlikle Aksel’in koluna tutundum. Ellerinden biri onu sımsıkı saran parmaklarımı hafifçe okşadı. “Bir şey yok,” dedi sessizce. “Birazdan bitecek.” Ona uyup kapıdan çıktım. Derin derin nefesler alarak ilerlediğim sırada kameralarınızı yüzümüze doğru uzatan insan yığınından kaçmaya çalışıyordum ancak onları beni bırakacakmış gibi durmuyordu. Sürekli soru soruyor, mikrofonlarını uzatıyorlardı. Tam ilerlemeye devam edeceğim sırada birinin beni çekmesiyle Aksel’den ayrıldım. Kalabalık etrafımı sardı. Telaşla Aksel’i ararken yüzüme doğru patlayan flaşlardan hiçbir şey görmüyordum.


“Loya, Akyel’le sahiden ayrıldınız mı?”


“Senin aldattığına dair iddialar var, bunlara ne diyeceksin?”


“Aksel yüzünden ayrıldığınız söyleniyor.”


“Dynamite grubunun üyeleriyle küstünüz mü?”


“Pars Kanan’la aranızda bir şey var mı?”


“Neden Aksel Kıran’la birliktesiniz?”


Tüm bu yöneltilen sorular karşısında dudaklarım şaşkınca aralandı. Bunlar nasıl dedikodulardı böyle? Yanımda her gördükleri erkek benim sevgilim mi olacaktı? Bu ne saçma bir çıkarımdı?


“Loya, Akyel’le ayrılığınız hakkında ne söyleyeceksin?”


“Ben…” Bir el bileğime sarıldı. Beni kendine doğru çekerken kalabalığın arasından sıyrıldım ama bu sefer oklar ona dönmüştü.


“Aksel, Loya’yla birlikte misiniz?”


“Saçma sapan sorular sormayın.” diye cevap verdi sertçe. “Loya’nın üstüne bu şekilde gitmeye, ona temas etmeye hakkınız yok. Herkes haddini bilsin, işinizi yapıyorsanız doğru düzgün yapın.” Aksel sert cümlelerini ardı ardına sıralayıp bizi kalabalığın arasından çıkardığında onun arabasına doğru yöneldik. Gözü gibi baktığı arabasına hayran bakışlar attığı sırada cebinden anahtarı çıkardı. Kilidinin açıldığını bildiren ses sokakta yankılanırken onu beklemeden önümdeki siyah Mercedes cipin kapısını araladım. Basamağına adım atarak bedenimi içeriye ittim. Benim ardımdan o da arabaya binmiş ve vakit kaybetmeden yola koyulmuştu. Derin bir iç çekip bakışlarımı cama çevirdim. Akıp giden yol, zihnimdeki düşüncelerimin bir yansımasıydı sanki. Aklımdan milyonlarca düşüncem kalbimden milyonlarca duygu geçiyordu. Dudaklarımdan dökülmek için can atıyorlardı ancak onlara ket vurmayı öğrenmeliydim. Aksel’in Akyel’e gidip bir şey söylemeyeceğinden emindim ama yine de bu sefer düşüncelerimi kendime saklamayı seçtim. Duygularımı kalbime hapsetmek bundan sonra yapmam gereken şeydi. Artık kalbimden her geçen dudaklarımın arasında can bulamazdı.


“Daha iyi misin?” diye sordu Aksel aramızdaki sessizliğe bir son verip. Omuzlarımı silktim.


“İyiyim.” Mavi harelerim yan profilini inceledi. Alay kokan gülüşünü yakaladım.


“Yalancı.” dedi direksiyonu döndürüp viraja girdiğimiz sırada. “Bana da yalan söylemezsin.”


“Ne dememi istiyorsun, Aksel?” diye sordum bıkkınca. “İyi değilim, bunu mu duymak istiyorsun? Yıllarca sessizce sevdiğim, sonrasında ise sırılsıklam âşık olduğum adamın kalbimi paramparça edip siktir olup gittiğinden beri kendime gelemediğimi mi duymak istiyorsun? Duy o zaman! Her gece… Her gece bana attığı o acımasız mesajları okuyorum. Her gece kalbimdeki ağrılar yüzünden uyuyamıyorum. Her günüm onunla başlıyor, her gecem onunla son buluyor. Ben onu unutamıyorum, bırakamıyorum! Ben onu bu kadar severken beni yarı yolda bırakmasını sindiremiyorum.” Hararetle kurduğum cümleler bir feryat gibi çıkıyordu dudaklarımın arasından. Aksel’in ellerinin kasıldığını görebiliyordum ancak durmadım. Duygularıma ket vurmayı öğrenmem gerekiyor demiştim değil mi? Unutun onu. “Ben her geçen gün daha çok nefessiz kalıyorum Aksel. Şimdi sen söyle. Nasıl hissediyorum? İyi miyim?” Aksel sıkıntıyla iç geçirdi. Direksiyonu daha sıkı kavradı parmakları. Boğumları beyaz beyaz oldu. Ben konuştukça daha da gerildi bedeni. Üzülüyordu ancak hüzünün yanında öfkesi de baskındı, bunu görebiliyordum.


“Ben onun kafasını sikeyim.” diye mırıldandı öfkeyle. Öfkenin ardından gelen durgunlukla birlikte yorgunca arkama yaslandım. “İkiz falan demeyip döveceğim en sonunda.” Kendi kendine söyleniyordu, onu durdurmadım. “Ne yapmaya çalışıyor bu çocuk? Kendisi de bok gibi. Görmüyoruz sanki.” Söylediklerine kayıtsız kalamayan kalbim sızladı.


“Çok mu kötü?” diye sormaktan alamadım kendimi. Bir kez daha iç geçirdi Aksel.


“İyi değil.” dedi sakince. “O da iyi değil ama ne olduğunu anlatmıyor.” Duraksadı. Bakışları kararsızlıkla saniyelik de olsa bana döndü, ardından yeniden kararsızca yola dikti gözlerini.


“Ne saklıyorsun?” Şüpheyle sorduğum soru üzerine yerinde biraz daha dikleşti.


“Sana umut vermek istemiyorum.” dedi gergince.


“Ama…” diyerek devam etmesini bekledim.


“Ama… Bilmiyorum, Loya. Mantıklı gelmiyor.” Tek eliyle direksiyonu çevirdi. Ardından yeniden aralandı dudakları. “Sen her ne düşünürsen düşün Akyel seni gerçekten sevdi. Ben Akyel’in sana âşık olduğuna eminim.” Histerik bir gülüş peyda oldu dudaklarımda.


“Aynen,” diye mırıldandım. “O da öyle söyledi. O kadar âşık ki bana ‘Kalbin artık benim değil. Tıpkı benimkinin de sana ait olmadığı gibi’ diyebiliyor. Yani diyeceğim o ki Aksel, ben senin kadar pozitif bakamıyorum bu olaya.” Bir şey demedi ama kafasında dönüp dolaşan soru işaretlerini görebiliyordum. Görmemek imkansız gibiydi. Yolculuğumuz sessiz bir şekilde devam etti. Evimin önüne gelene kadar ikimiz de daha fazla konuşmadık. Aksel evin önüne park edip emniyet kemerinin izin verdiği kadarıyla bana doğru döndü.


“Bak Loya,” dedi yatıştırıcı bir tınıda. Mavi harelerim onun yeşilleriyle buluştu. “Üzüldüğünü biliyorum, yıkıldığını görüyorum. Sana gelip hiçbir şekilde Akyel’in yaptıklarını savunamam ama o da iyi değil.” Duraksadı. Kuruyan dudaklarını nemlendirip yeniden araladı. “Bu işin arkasında bir şey olduğunun farkındayım ben. Ne olduğunu bilmesem de ikinizi de yıkan bir şey olduğu belli.” Derin bir nefes alıp bakışlarımı yeniden dışarı çevirdim. Artık ne olduğu önemli değil gibiydi. İçimdeki tüm umut kırıntıları Akyel’in söylediği sözlerle birlikte yok olmuştu. Filizlenen ne varsa Akyel Kıran’ın kalbime sapladığı bıçaklarla ölmüştü. Geriye ise sadece acı bırakmıştı. Ruhum acıyordu. Ya da hayır… Sadece acımıyordu, benim ruhum kanıyordu.


“Neyse ne.” dedim geçiştirmek istercesine. “Sonuç olarak buradayız. Yaşadığım hiçbir acı Akyel’in bana söylediklerini geri almayacak, kalbime verdiği zararı yok etmeyecek ve en önemlisi aşkıma atılan darbenin hesabını kimse veremeyecek.” Burukça gülümsedim. İçim kan ağlasa da dudaklarımda bir tebessüm yeşerdi. Buruktu ama oradaydı. “Her güzel masalın bir sonu varmış Aksel. Bize bunu öğretmemişler küçükken. Bu yüzden bu yaşımıza geldiğimizde hâlâ mutlu sonu masallar var sanıyoruz. Ama hayır, hayat öyle değil. Hayat bize yumruğunu sallamaktan geri kalmıyor. Ağlatıyor, acıtıyor ama en azından bir şey öğretiyor.” Aksel dediklerimi sadece dinlemekle yetindi. Bir şey söylemedi ya da söyleyecek bir şey bulamadı, emin değildim. Tekrardan derin bir nefes alıp bakışlarımı karşımdaki yeşil gözlerin sahibine çevirdim. “Teşekkür ederim.” Dedim sessizce. “Yanımda olduğun için.”


“Her zaman.” dedi beklemeden. “Her zaman Loya. Biz birlikte büyüdük, birlikte düştük, birlikte ağladık… Asla bırakmam seni.” Umarım, dedim içimden. Umarım sen de senin ruhunun bir diğer yarısı olan adam gibi çekip gitmezsin. Tüm bu düşündüklerimin aksine dudaklarımın arasından kuru bir “İyi geceler.” çıktı sadece.


“İyi geceler Loya, kendine dikkat et.” Başımı salladım hafifçe. Ardından arabanın kapısını hafifçe aralayıp indim. Adımlarım hızlı hızlı ilerledi evime doğru. Gözlerden ırak bir sitenin içindeydi yaşadığım ev. İki katlı, beyaz cepheli, gördüğümde huzuru anımsatan bir sığınak gibiydi benim için.  Tek kişi için oldukça büyük bir evdi ama ben her odasını özenle döşemiş, hobilerimin evin her köşesini istila etmesini büyük bir zevkle izlemiştim. Anahtarı çantamdan çıkarıp beyazla bezeli evime tezat olarak siyah olan kapının anahtar deliğine soktum. Bu süre boyunca Aksel gitmemiş, kapıyı açtığım an motoru çalıştırıp eve dönmek için yola koyulmuştu. Beni, benimle baş başa bırakmıştı ki bu, şu an için en çok ihtiyacım olan şeydi.


Ağır adımlarla evimin içe doğru adımladım. Kapıyı ardımdan kapatıp anahtarlarımı girişin hemen solunda asılı olan anahtarlığa astım. Eve girer girmez kalbimdeki ağırlık daha da yük olmuştu sanki. Omuzumdaki yükler birer birer artıyor gibiydi. Ayakkabılarımı çıkarıp ayaklarımı sürüye sürüye en huzur bulduğum odaya doğru ilerledim. Yüklerimi atmanın tek yolu duygularımı kağıda döküp notalarla süslemekti. Acıları birer şarkıya dönüştürmek… Belki de en iyi yaptığım şey buydu. Acıları süslemek.


Koridorda ilerleyip sağ koridora saptım. Sonda beyaz kapılı bir oda yer alıyordu. İşte orası acıların dans ettiği, süslendiği ve bittiğinde işitsel bir şölen sunan müzik odamdı. Küçüklüğümden beri bir tutkuydu müzik benim için. Çocukluk arkadaşlarımla da hepimiz bu alana yönelmiş ve çeşitli başarılara imza atmıştık. Müzik bizi birleştiriyordu. Tüm farklılıklarımıza, acılarımıza, yaşadıklarımıza rağmen müziğimiz nefes oluyordu bize. Ve şimdi nefes alma zamanıydı.


Kapıyı araladım, bedenim içeri süzüldü yavaşça. Söz defterim dün geceden yazdığım sözlerin olduğu sayfayla birlikte açık duruyordu ahşaptan yapılma piyanomun üzerinde. Piyanomun kapağı da hâlâ açık duruyordu. Dün gece geç saatlere kadar bu şarkıyla uğraşmış, yeni albümüm için şarkı çıkartmayı başarmıştım. Uzun zaman sonra içime en sinen şarkılardan biri olmuştu. Yine de kusursuz olana kadar çalışmayı sürdürecektim. Piyanomun sandalyesini biraz geriye çekip oturdum. Konser kıyafetlerim hâlâ üzerimdeydi ancak rahatsız değildim. Derin bir nefes aldım parmaklarım tuşlara dokunduğu an. İşte şimdi iyiydim. Mavi harelerim söz defterimin soluk sarı sayfasına dağılmış olan mürekkepte ve yer yer gözyaşlarıma ev sahipliği yapmış dizelerde gezindi. İlk akoru bastım, ardından gerisi geldi.


Uzun bir yokuş,

Belki de bir yok oluş…


Kalbimdeki acılar gecenin karanlığına ilk adımını attı, adımlar birbirini takip etti.


Yabancı gözlerini görmektense

Son hâlinle hatırlarım seni…



1 Yorum


Kesin dimi başka bişi varr

Beğen
ChatGPT Image Aug 17, 2025 at 07_42_19 PM_edited.png
Bu siteye yüklenen şarkıların ve kitapların tüm hakları bana aittir.
bottom of page