top of page

1. Bölüm: Hep Gülümse

Zaman değerliydi. Yaşamak, gülmek, eğlenmek, nefes alabilmek bir lütuftu. Zaman ise bunların hepsini tatmamız için en büyük destekçimizdi. Ama bir kusuru vardı. Hızlıydı ve bu hız bize verilmiş en büyük hediyeleri bir bir alıyordu elimizden. Hiçbir anı boşuna harcamamalıydık. Harcadığımız bir saniye, sonradan yalvaracağımız o bir saniye olabilirdi. Belki o son saniye yaşamak için yalvarırdık. Ya da nefes almak için ayaklarına kapanırdık celladımızın. Bu cellat bazen bir insandı bazense bir hastalık. Aralarında tek bir fark vardı. Cellat hızlı ve acısızdı, oysa hastalık yavaş, acı çektire çektire alıyordu canını. Sorun değildi, bir gülümsemeye bakardı.

 

“Yemek yemesine rağmen hızla kilo veriyor. Sıcak havalarda bile teni her zaman buz gibi, ayrıca karnı sürekli bir şekilde ağrıyor. Aynı zamanda bulantısı da var.” Annem doktora şikayetlerimi sıralarken gözlerimi doktor masasında gezdiriyordum. Yüzümde minik bir tebessüm vardı. Aslında bu tebessüm beyaz önlüğü gördüğüm an oluşuveriyordu. Evet, doktor olmak istiyordum. İnsanların hayatını kurtarmak, onların dertlerine çare olmak en büyük hayalimdi bu zamana dek. Buna küçük yaşımdan beri hastanelerden çıkamamam da etki etmiş olabilirdi tabii. Küçüklüğümden beri doktorlara hayrandım. Kendimi hep o beyaz önlüğü giyerken hayal ederdim. Bu hayal her zaman yüzümde tebessüme neden olurdu.

 

“O zaman bir kan değerlerine bakalım, aynı zamanda bir şey olmadığına emin olmak için batın tomografisi çekelim. Sonuçlar gelince sizinle tekrardan görüşelim.”

 

“Teşekkürler.” Annem doktorun uzattığı kağıdı alırken ben de sandalyeden kalktım ve kapıya doğru ilerledim. Kapıyı aralayıp dışarı çıktığım esnada annem de arkamdan gelmişti. Bakışlarım benimle aynı olan gözlerini buldu. Tedirgin bir şekilde beni süzüyorlardı. Sakince gülümsedim. Kolumu omuzuna atıp kendime çektim.

 

“Hadi ama!” dedim isyan edercesine. “Biliyorsun, bir şey çıkmayacak. Hem bünyem hassas. Yine bir ilaç verip yollarlar.”

 

“Endişeleniyorum işte.” dedi omuz silkip. “Bir tane kızım var farkındaysan.” Gülümseyerek ona daha sıkı sarıldım ve yanağına bir öpücük kondurdum.

 

“Merak etme annem, ben seni bırakmam. Benden kurtulamazsın!” Sonunda yüzünde küçük bir gülümseme oluştuğunda gülerek hafifçe koluma vurdu.

 

“Kurtulmak isteyen kim?” Gözlerindeki endişe bir az olsun azalmıştı, rahatlayarak gülümsememi büyüttüm. Kolum hâlâ omuzundayken asansöre doğru ilerledik. Eksi ikinci katın düğmesine basıp sırtımı asansörün soğuk duvarına yasladım. Kollarımı göğsümde kavuşturmuş hâlde beklerken annem de yanımdaki yerini almış, elindeki kağıdı sıkı sıkı tutuyordu. Onun bu hâline sıkıntılı bir iç çekişle baktım. Endişesi sonuçlar çıkmadan geçmeyecekti. Hatta sonuçlar çıktıktan sonra bile devam edebilirdi.

 

Asansör eksi ikinci katta durduğunda kapılar iki yana açıldı. Bizim önümüzden çıkan birkaç doktorun ardından biz de çıktık. Radyoloji bölümüne ilerlerken cebimdeki telefonumun titremesiyle birlikte adımlarımı yavaşlattım. Annem de yavaşladığımı fark etmiş gibi bakışlarını bana döndürdüğünde telefonumu gösterip açmam gerektiğini belirttim. Sessiz bir onayla yanımdan ayrıldı. Bakışlarımı ekrana çevirdim. Gördüğüm isimle birkaç dakika önceki gülümsemem yeniden yüzümde yer etmişti.

 

“Alo?”

 

“Sevgilim, nasılsın?” Korel’in sesini duymamla birlikte heyecanla kıpırdandım. Ne kadar zaman geçerse geçsin içimdeki heyecan asla sönmüyordu. Sanki mideme kramplar giriyor gibiydi ama acıtmıyordu. Buna kelebek hissi mi diyorlardı?

 

“İyiyim canım, sen nasılsın?” diye sordum duvara yaslanırken.

 

“Ben de iyiyim. Neredesin?” Sorusuyla birlikte istemsizce alt dudağımı ısırdım. Ne diyeceğimi düşündüğüm esnada yanımdan geçen doktorların konuşmasıyla birlikte bahane bulmaya son verdim.

 

“Kayla neredesin sen?” Derin bir iç çekip “Hastanedeyim.” diye yanıtladım sorusunu.

 

“Ne? Neden? İyi misin? Ne oldu?” Sorularını ardı ardına sıraladığı sırada içini rahatlatmak adına yeniden araladım dudaklarımı.

 

“İyiyim iyiyim. Rutin check-up’lardan biri, merak etme.” Derin bir nefes sesi geldi karşı taraftan.

 

“Korkuttun beni Papatya.” Gülümsedim genişçe. Sevilmek, değer görmek güzel şeydi ve ben bu sevgiyi Korel’in yanındayken iliklerime kadar hissediyordum. Onun sevgisi tüm benliğimi titretiyordu.

 

“Korkma… Hem bilmiyor musun, bana hiçbir şey olmaz!” Cümlemin sonunu coşkulu bir şekilde bitirdiğimde karşıdan kulağıma dolan kıkırdamayla sakin bir tebessüm yer etti dudaklarımda.

 

“Bilirim.” dedi sakince, “Hastaneden çıktığında buluşalım mı? Sahile gideriz, hava güzel.”

 

“Olur! Çok güzel olur hatta.”

 

“O zaman çıkınca haberleşelim.”

 

“Tamamdır!” Kısa bir veda faslıyla telefonu kapattım. Sırtımı duvardan ayırıp telefonumu yeniden cebime yerleştirdim. Koridorda hızla ilerken gözlerim annemi arıyordu.

 

“Kayla, haydi sıra bizde.” Koridorun sonundan bana seslenen annemle birlikte tomografinin çekileceği odaya doğru yol aldım. Odaya girdiğimde beni büyük bir makine karşılamıştı. Bu makineyi daha önce filmlerde görmüştüm ama şimdi gerçeğini görmek tuhaf hissettirmişti nedensizce. Makinenin tam karşısında bir cam vardı ve o cam doktorların sonuçlarıma ulaştığı bilgisayarların bulunduğu odaydı tahminimce. Mavi giysili bir doktorla göz göze geldiğimde gülümseyip mikrofona doğru yaklaştı.

 

“Merhaba Kayla, batın tomografisi çekeceğiz. Bu yüzden makinenin üstündeki demir kısma paralel bir şekilde uzanmanı istiyorum. Uzandıktan sonra da tişörtünü karnını açacak kadar sıyır lütfen. Üzerinde herhangi bir kolye, yüzük, piercing de varsa onları da çıkarmanı rica edeceğim.” Dediklerini yapmak üzere makineye doğru ilerledim. Demir masaya uzanıp tişörtümün uçlarını göğsümün altına kadar sıyırdım. Giydiğim siyah taytı da karnımın altına indirdim. Metalin soğuk zemini tenimle temas ettiğinde istemsizce irkilmiştim.

“İşlemi başlatıyorum. Senden yapmanı istediğim makinenin içine girdiğinde nefesini tutman. Kısa sürecek, emin olabilirsin.” Doktorun sesi yine odada can bulduğunda onu onaylarcasına başımı salladım ve derin bir soluğu ciğerlerime gönderdim. Bu sırada makine hareket etmeye başlamış ve altımdaki demir masa makinenin içine çekilmişti. Bakışlarımı düz bir şekilde makinenin tavanına sabitledim.

 

“Hareketsiz kalman gerekiyor. Nefesini tut… Bitmek üzere… Tamam, bırakabilirsin.” Geçen birkaç saniyenin ardından verilen komutlarla birlikte nefesimi tutmaya son verdim. Bu sırada demir masa da dışarıya doğru hareket etmeye başlamıştı. Üstümü düzeltip ayaklandım ve odanın çıkışına doğru ilerledim. Annem koridorda bekliyordu. Kapının çıkardığı sesle hızla yerinden doğrulup bana döndü.

 

“Bitti mi?” Başımı salladım onaylarcasına. İkimiz de odanın önünde bulunan koltuklara geçtik. Her ne kadar anneme bir şey olmadığı hakkında garanti versem de içimde tuhaf bir his vardı. İçim sıkılıyordu. Sanki içimde beni yiyen bir şey vardı. Vücudumda bir sorun vardı, bunun bilincindeydim. Sadece çaktırmamaya ve bu içimdeki hissi görmezden gelmeye çalışıyordum. Her şey güzel olmalıydı, sorunsuz hayatımıza bir sorun getirmek istemiyordum.

 

Geçirdiğimiz birkaç dakika sessizliğin ardından odadan çıkan doktorla birlikte bu sessizliğimiz de sona ermişti. Gülümseyerek baktı bize fakat bu gergin bir gülümseme gibiydi. İstemsizce vücudum gerildi.

 

“Sonuçlar çıktı. Doktorunuza gönderdim, kan testini verdikten sonra gidip kendisinden öğrenebilirsiniz.”

 

“Peki, bir sorun var mı?” diye sordu annem sesindeki gizleyemediği endişe kırıntılarıyla. Doktorun bakışları onu buldu. Fark edilmeyecek kadar kısa bir süre durakladı, ardından hemen kendini toparlayıp devam etti.

 

“Doktorunuz sizi bilgilendirecek. Geçmiş olsun.” Annemin bir şey demesine izin vermeden yanımızdan ayrıldığında annemin şüpheli bakışları doktorun sırtındaydı. Sıkıntılı bir soluk bıraktım.

 

“Haydi anne,” dedim içimdeki sıkıntıyı çaktırmamaya çalışarak. “Daha kan tahlili vereceğiz.” Başını sallayarak sessiz bir onay verdi bana. Geri kalan kısım hızlı geçmişti. Bir hemşirenin bizi yönlendirmesiyle kan alımı için bir odada bulmuştum kendimi. Kanı almasının ardından ise sonuçların birkaç saat içerisinde çıkacağı konusunda bizi bilgilendirmiş ve ardından doktorun odasına yollamıştı.

 

Beyaz koridorlardan geçerek yeniden doktorun odasının önünde aldık yerimizi. Annemin gerginliği bana da geçmişti çünkü artık içimdeki sıkıntıyı göz ardı edemiyordum. Bir şey vardı. Bu doktorun hareketlerinden de fazlasıyla belliydi ve bu beni korkutuyordu.

 

Yaşamayı seven biriydim. Küçük hastalıklarım dışında sağlık açısından pek sorun yaşamamıştım ama şimdi içimde bir kaygı vardı. Hayatı dolu dolu yaşamaya çalışmıştım her zaman. Hiçbir şeyi ertelemezdim mesela. Bazen ne yaptığımı veya yapacağımı önceden planlamadan, ansızın yapardım ve bu durum çok hoşuma giderdi çünkü ummadık hatırlar bırakırdı zihnimin sayfalarına. Bir anı defterim vardı mesela. İçi ailem, arkadaşlarım, sevdiğim adamla doluydu. Daha çok boş sayfam vardı. Şimdi sırası değildi vücudumun bana savaş açmasının.

 

“Neymiş sonuçlar öğrenelim bakalım.” Odaya doğru ilk adımı atan annem olmuştu. Ben de hemen onun ardından ilerledim. Kapıyı tıklattı. İçeriden gelen komut ile kapıyı araladı ve bedenini içeri soktu. Onun attığı adımları takip ederek ben de girdim içeriye ve daha önce oturduğum koltukta yerimi aldım.

 

“Bir sıkıntı var mıymış Metin Bey?” diye sordu annem sabırsızca. Doktorun yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı ve bu beni olduğum durumdan daha fazla geriyordu.

 

“Liva Hanım,” diyerek başladı doktor sözlerine. “Daha kan testini yeni verdiniz, oradaki değerlerini de gözden geçirmem gerekiyor elbet ancak Kayla’nın batın tomografisinde midede bir kitleye rastladık. Hemen endişelenmeden önce dinleyin lütfen. Bu kitle iyi huylu da olabilir kötü huylu da. Ama oldukça büyük durduğunu söyleyebilirim. Umalım ki iyi huylu olsun ve ilaçla halledilsin. Bunun için gastroskopi çekip parça almamız gerekiyor. Aldığımız parçayı da patolojiye göndereceğiz. Böylece iyi veya kötü huylu olup olmadığını öğrenip ona göre yol izleyeceğiz. Şu anlık durum böyle. Yarın yeniden gelmenizi rica edeceğim sizden. Hem kan tahlili sonuçlarını yorumlarız hem de midedeki kitleden parça alıp patolojiye göndeririz ve tedavi sürecini belirleriz.” Doktorun sözlerinin ardından bakışlarımı tedirgince anneme döndürdüm. Yüzünde anlamlandıramadığım bir ifadeyle karşılaştım. Bakışlarımı hissetti. Yeşil gözlerini bana döndürüp gülümsedi yavaşça.

 

“Kötü huyluysa ne yapılacak peki?” diye sordu ondan beklenmeyecek bir sakinlikle.

 

“Kötü huylu ise teşhisimiz kanser yönünde. Mide kanseri.” Nefesim kesildi. Kanımın çekildiğini hissettim. Sanki boğazıma bir ip bağlandı ve ilk düğümü atıldı. “Hangi evrede olduğuna bakacağız. Umarım erkendir, ancak erken değilse eğer elimizden pek de bir şey gelmez.”

 

“N-ne demek bir şey gelmez Doktor Bey?” diye sordu annem hiddetle. “Bu da ne demek?”

 

“Bakın Liva Hanım, kanser ölümcül bir hastalık. Mide kanseri en sık görülen kanserlerden bir tanesi, lakin genelde yaşlılarda ve erkeklerde görülen bir kanser türü. Kayla’da çıkması milyonda bir, bir ihtimal. İhtimalleri göz ardı edemeyiz. Patoloji sonucuna göre karar vereceğiz. Eğer ileri seviyedeyse ve ameliyat olamayacak vaziyetteyse yaşamına biraz daha uzun devam etmesi içim kemoterapi görecek. Elimizden gelecek olan tek şey onu ilaçlarla ayakta tutmak olacak. Ama şu an için kötü düşünmeyelim, dediğim gibi bu sadece bir ihtimal.” Sonraki konuşmaları dinlemedim. Doktorun üstü kapalı bir şekilde öleceğimi anlatma çabası dönüyordu zihnimde. Ciddi miydi? Kötü huylu çıkarsa ardımda boş sayfalar mı bırakacaktım? Bunun düşüncesi boğazıma bir yumru oturmasını sağladı. Ölmek istemiyordum. Daha önümde yaşayacağım, doya doya güleceğim, aşık olacağım, aile kuracağım ve doyasıya eğleneceğim bir hayat vardı. Hem… daha doktor olacaktım ben.

 

“Teşekkür ederiz, Doktor Bey. Yarın görüşmek üzere.” Annem oturduğu koltuktan ayaklanıp doktorla el sıkıştığı sırada yavaşça yerimden kalktım ben de. Kısa bir vedalaşmanın ardından odadan çıktık. Hiçbir şey olmayacağına emin olarak girdiğim bu odadan, bir enkaz gibi çıkmıştım. Korkuyordum. Kim korkmazdı ki zaten? Kötü huylu olduğu takdirde öleceğimi net bir şekilde anlatmıştı. Aslında bakarsanız bu hayatı öyle kötü tüketiyorduk ki, zamanın daraldığını anladığımız an bir pişmanlık sarıyordu kalbimizi. Daha çok gülmem gerek diye düşünüyorduk, daha çok gezmem, daha çok eğlenmem gerek. Yaşadığımız o sorunlar çok küçük geliyordu gözümüze ve yeniden pişman olduğumuz, keşkelerle doldurduğumuz cümleleri sıralıyorduk ardı ardına. Ama aslında biliyorduk, keşke demekle hiçbir şey geri gelmeyecekti.

 

“Kayla…” Annemin mırıldanışıyla birlikte başımı yavaşça ona doğru çevirdim. Hastanenin çıkışına doğru ilerliyorduk. İkimiz de odadan çıktığımız andan beri derin bir sessizliğe gömülmüştük ve aramızdaki bu anlaşmayı bozan ilk kişi annem olmuştu. “Ne gerekiyorsa yapacağız, biliyorsun değil mi? Pes etmeyeceğiz.” Burukça gülümsedim.

 

“Biliyorum annem.” Derince iç çektim. “Elbet üstesinden geleceğiz.” Bu kısa çaplı konuşmamız burada noktalanırken birkaç saat önce Korel’le yaptığım plan aklıma geldi aniden. Hastanenin bahçesinden otoparka doğru ilerlediğimiz sırada adımlarımı yavaşlattım.

 

“Anne.” Seslenmemle o da benim gibi adımlarını durdurup gözlerini ne olduğunu sorarcasına bana çevirdi. “Korel’le buluşacaktım. Sen git, o beni eve bırakır.” Başını salladı onaylarcasına. Ardından iki adımda yanıma gelip tam önümde durdu. Gözlerimin içine baktı derince, sonrasında ise şefkatli dudakları alnımı buldu. Kokumu koklayarak bir öpücük bıraktı tenime. Yüzü yeniden görüş açıma girdiğinde dudaklarındaki tebessüm beni de gülümsetti.

 

Hep gülümse, güzel kızım.” dedi sessizce. “Gülümsemen yüzünden hiç eksik olmasın.” Avuçları yanaklarımı buldu, oldukları yeri okşadılar yavaşça. “Kendine dikkat et, tamam mı?”

 

“Tamam annem, merak etme.” Son kez gülümseyip ellerini yanaklarımdan çekti. Bir adım attı geriye ve ardından bir adım daha. Sonrasında ise arkasına dönüp arabaya ilerledi. Araba bahçeden ayrılana kadar onu izledim. Yalnızca birkaç saniye sonra ise çıkmıştı görüş açımdan. Derin bir nefes çektim içime. Annemin dediğini yaptım. Gülümsedim. Her şeye rağmen kocaman gülümsememi yerleştirdim dudaklarıma. Doktorun söylediklerini bir rafa kaldırdım ve anı yaşamak istedim. Geriye kaç anımın kaldığını bile bilmiyordum. Şu anda verebileceğim en mantıklı karar bu gibi duruyordu.

 

Elimi cebime atıp telefonumu çıkardım. Parmaklarım ezbere bildiği rehbere girdi ve hızlı aramalarda ikinci kişiye tıkladı. Arama başlatıldığı esnada telefonumu kulağıma götürdüm. Birkaç saniye sonra ise Korel’in sesi doldurdu kulaklarımı.

 

“Bitti mi işin Papatya?” Görmeyeceğini bile bile kafamı salladım.

 

“Evet, bitti. Şimdi ne yapıyoruz?”

 

“Ne taraflardasın?” Etrafıma baktım. Onunla konuştuğum süre boyunca dışarıya doğru adımlamış ve hastaneyi arkamda bırakmıştım.

 

“Her zaman buluştuğumuz kafenin yakınlarındaki hastanenin önündeyim. Sen neredesin?”

 

“Ben de çocuklarla buluşmuştum. Şimdi çıktım oradan, sana birkaç dakika uzaklıktayım. Bekleyebilir misin?”

 

“Tabii. Bekliyorum.”

 

“Tamamdır, birkaç dakikaya oradayım güzelim.” Onu onaylayıp aramayı sonlandırdım. Hava serin değildi, sonbahar aylarının başlarındaydık. Okulun başlamasına az kalmıştı. Geçen sene son sınıf öğrencisiydim ancak istediğim kadar iyi bir puan yapamamış ve mezuna kalmayı seçmiştim. Annem bu seçimime tepki göstermemiş aksine desteklemişti. İstediğim bölümü okumamı en çok isteyen oydu.

 

Korel’i beklerken caddede biraz ilerleyip duvara sırtımı yasladım ve kollarımı göğsümde kavuşturdum. Gözlerim caddede dolandı. Arabalar geçip gidiyor, kaldırımlar insanla dolup taşıyordu. Bu güzel havanın tadını çıkartmak isteyen insanlarla doluydu dışarısı. Bazıları sevgilisiyle el ele yürüyordu, bazıları oradan oraya koşturuyor, bazıları ise kulağında kulaklık yalnızlıklarını değerlendiriyorlardı. Kim bilir hayatlarında ne dert vardı da yalnızlığı seçmişlerdi? Bazen yolda yanından geçip gittiğimiz insanlar belki de bir sonraki gün bu hayatta olmuyorlardı. Bu yok oluş, belki de birinin acısıydı, birinin feryadı, birinin haykırışı… Hayat tuhaftı, gizemliydi ve en önemlisi de kısaydı. Bunu bugün daha iyi anlıyordum.

 

Kulağıma dolan korna sesiyle birlikte düşüncelerimden sıyrıldım ve önümde durmuş olan arabaya döndürdüm bakışlarımı. Bu Korel’in arabasıydı. Gülümseyerek önümdeki siyah cipe ilerledim. Ön yolcu koltuğun kapısını açıp koltuğa yerleştikten sonra gözlerim sürücü koltuğundaki sevgilime kaydı. Gülümseyerek bana bakıyordu. Koyu kahve saçları her zamanki gibi dağınıktı. Saçları gibi koyu kahve olan gözleri ise gülümseyerek bana bakıyordu. Evet, gözleri gülümsüyordu. Gülümsemesi ışıl ışıl her yerdeydi.

 

“Hoş geldin!” deyip bana doğru uzandı. Yanağımda sıcak dudakları yer bulduğunda gülümsedim. Birkaç saniye süren küçük bir öpücük kondurduktan sonra geri çekildi ve arabayı çalıştırdı.

 

“Hoş bulduk!” Dudaklarındaki gülümsemeyi söndürmeden bana yandan bir bakış attı.

 

“Kontrol nasıl geçti?” diye sordu yalandan attığım check-up’ı kastederek. Omuzumu silktim.

 

“Turp gibiyim.” Yalandı. Gerçeği söyleyemezdim. Daha kendime söylemeye zorlanırken ona bunu sesli dile getiremezdim. Elimi tutup dudaklarına götürdü, bir öpücük kondurup elini elimi bırakmadan vitese attı.

 

“İşte benim kızım!” Ona yandan bir bakış atıp gülümsedim, o ise yola odaklanmıştı.

 

“Nereye gidiyoruz?” diye sordum bakışlarımı üstünden çekmeyerek. Dudaklarını büzdü.

 

“Nereye istersen.” Fark ettirmemek adına küçük bir iç çektim. Kısa bir an ne istediğimi sorguladım. Hayatımın son günü olsa, şu an sevdiğim adamla nereye gitmek isterdim?

 

“Sahile gidelim mi?” diye sordum birkaç saniye sessizliğin ardından. “Hem deniz havası alırız.”

 

“Hay hay leydim.” Korel arabanın yönünü sahile çevirdiğinde gözlerimi sağımda kalan cama çevirdim. Üstümdeki hüzünlü ve sıkıntılı havayı bir türlü atamıyordum. Çaktırmamaya çalışıyordum ama bir yerden patlak verecek gibiydi.

 

Yolculuğun geri kalanı sessiz geçmişti. Sadece radyodan çalan müzik eşlik etmişti bize.

 

“İnelim mi?” Korel müsait bir yere arabayı park etmişti. Şimdi ise bakışları benim üzerimdeydi.

 

“İnelim.” diyerek yanıtladım onu. O kendi kapısını açarken ben de kendi tarafımdaki kapıyı açıp arabadan indim. İnmemle beraber kulağımı dalga sesleri doldurmuştu. Hemen ardından ise deniz kokusu gelmişti burnuma. Bu beni gülümsetti. Oldum olası deniz bana özgürlüğü anımsatırdı ve ben şu an denizdeydim, özgürdüm.

 

“Haydi Papatya.” Birkaç adımda Korel’in yanında yerimi aldım. Beraber kumların olduğu tarafa adımlarken elim aradığı sıcaklığa kavuştu. Korel’in avucu, benimkini kendi esareti altına almıştı. İşte şimdi güvende ve özgürdüm.

 

“Şuraya geçelim mi?” diye sordum diğer insanlardan uzak ama bir o kadar da denize yakın yeri göstererek. Sessiz bir onay niteliğinde başını salladı. Birkaç saniye gösterdiğim yere ilerledikten sonra kendimizi kumlara atmıştık. Ayakkabılarımı çıkardım. Çoraplarımı da çıkararak içine koydum.

 

“Ayaklarını üşüteceksin.” dedi Korel. Umursamadığımı belirtmek adına omuzumu silktim. Derin bir nefes alıp denizin kokusunu soludum. Gözlerim kapandı, dudaklarım ise geniş bir tebessümün ev sahipliğini yaptı. Evimde hissediyordum. Sanki denize aitmişim gibi. Sanki soğuk sular beni çekiyormuş gibi.

 

“Hiç yapmak isteyip de yapamadığın bir şey var mı?” diye sordum bir anda. Düşünmeden konuşmuştum. Bir an bunu düşünüp düşünmediğini merak etmiştim. Sorumu burada bitirmedim, devam ettim. “Yani hayat kısa sonuçta. Son günün olduğunu bilsen ne yapardın?” Gözlerimi açıp onun kahvelerine çevirdim. Onun gözleri ise zaten bendeydi.

 

“Nereden çıktı şimdi bu?”

 

“Sadece merak.” Korel birkaç saniye bekledi. Kaşları çatılmış, bakışları benden uzaklaşmıştı. Düşünüyordu. Bu esnada gözlerimi ondan çekmedim. O da birkaç saniyenin ardından tekrardan bana çevirdi bakışlarını. Kaşları gevşemişti, her zamanki yüz ifadesi vardı suratında.

 

“Zor bir soru,” diye başladı sözlerine. “Ama sanırım sevdiklerimle geçirmek isterdim. Tatile gidiyormuşum ve uzun bir süre de dönmeyecekmişim gibi rol yapardım herhalde. Kendimi kandırırdım, tıpkı etrafımdakileri kandırdığım gibi.”

 

“Hiçbir dileğin olmaz mıydı peki?”

 

“Arkadaşlarımla geçirmek isterdim herhalde. Peki ya sen?” Sorusu üzerine engel olamadan titrek bir nefes çektim içime. Düşüncesi bile içimi titretiyordu. Ölüm uzakken korkutucu durmuyordu, yakından soğuk nefesi ensemde gibiydi.

 

“Gülmek isterdim sanırım.” diye mırıldandım bakışlarımı denize çevirdiğim sırada. “Annem hep gülümsememi söyler. Öleceğimi bilsem bile, son anım gülümseyerek olurdu herhalde. Tüm yaşadıklarıma, hayatımdaki tüm insanlara son armağanım, hatıram olarak gülümsememi hediye ederdim.” Sessizlik yeniden girdi aramıza. Korel biraz daha yanıma yaklaştı. Bir kolunu omuzuma atarak beni kendine çekti. Sıcaklığı altına girdiğim an gülümsedim. Sıkıca sarıldı bana. Başım göğsüne yaslıydı. Bir kolum ise karnının üstünden bedenini sarmıştı. Üşüyen bedenim artık üşümüyordu. Ayaklarıma değen soğuk su bile engel değildi sıcaklığına. Yavaşça saçlarımla oynamaya başladı. Gözlerim beklemeden kapandı. Ne zaman saçlarım okşansa uykum gelirdi ve dayanamaz, uyurdum.

 

“Biraz daha saçlarımla oynarsan uyuyacağım.” dedim mayışmış sesimle. Sıcak dudaklarının yeni rotası saçlarım oldu. Koklayarak, dolu dolu bir öpücük bıraktı aralarına.

 

“Uyu,” dedi sessizce. “Ben buradayım.” Dediğini yaptım. Gözlerim tamamen kapanırken biraz daha sokuldum onun sıcaklığına. Aşırı rahattım ve bu uyumama yeterdi. Burnumda Korel’in ve denizin kokusu karışmış o eşsiz koku vardı. Başım sevdiğim adamın sıcak göğsüne yaslıydı. Sıcaklığı her yanımdaydı. Ayaklarım denizin soğuk sularının esiri olmuştu ancak sorun değildi. O bile şu an bu atmosferi tamamlıyordu. Derin bir nefes çektim içime. Birkaç saniyenin ardından ise dudaklarımdaki tebessümle birlikte karanlığa çekildim.

 

 

“Kayla! Kayla uyan!” Korel’in endişeli sesi kulağımı doldururken aceleyle gözlerimi araladım. Gözlerimi araladığım an gördüğüm görüntüyle hareketsiz kaldığım esnada üstümde bir kusmuk birikintisi vardı. Midem daha da bulanmaya devam edince öne doğru eğildim. Korel’in sesini duyuyordum fakat boğuk boğuk geldiğinden pek de bir şey anlayamıyordum. Bu da neyin nesiydi şimdi? Daha biraz önce huzurlu bir uykudaydım, bu rüyam kabusa nasıl evrilmişti?

 

“Tamam güzelim, geçti.” dediğini işittim Korel’in. Sanırım sırtımı sıvazlıyordu rahatlamam için. Bir yandan da bir avucunun içine toplamıştı saçlarımı. “İyisin, bir şey yok.” İyi değildim ve bir şey vardı. Çok büyük bir şey vardı hem de. Bu yaşadığım normal değildi. Ne kadar istifra ettiğimi bilmiyordum ama midemde bir yanma vardı. Boğazım kusmaktan dolayı tahriş olmuştu ve kendimi hiç olmadığım kadar yorgun hissediyordum. Gözlerimi açık tutmak bir işkence gibiydi. Bedenimi yorgunlukla arkamda kalan Korel’in bedenine bıraktım. Bir eli hızla belime dolanarak beni sabitlediğinde dik tutamadığım başım omuzuna düştü.

 

“Kayla bana bak!” dedi yanaklarıma hafif hafif vurup. “Aç gözlerini!” Açamıyordum. Üstlerinde tonlarca ağırlık var gibiydi. Sadece karanlık vardı ve o karanlık içine çekiyordu beni.

 

“Neler oluyor Kayla? Bir şey söyle n’olur!” Bir şey oluyor, demek istedim. Çok kötü bir şey oluyor Korel. Ben galiba sona yaklaşıyorum.

 

“Kayla! Aç gözlerini, yalvarırım!” Korel’in sesi gittikçe uzaklaşırken son dediklerine de öncekiler gibi tepki veremedim. Vücudum yorgun düşmüştü, bilincim kapanmaya yakındı. İyi huylu bir kist bunları yapar mıydı? Yoksa bu kötü huylu kistin habercisi miydi? Neyim vardı? Doktorun da dediği gibi bunlar son zamanlarım mıydı? Ama daha birkaç gün öncesine kadar hiçbir şeyim yoktu ki. Ne olmuştu birden bire?

 

“Kayla!” Son haykırış da kulağıma dolarken bilincim daha fazla dayanamadı. Yavaş yavaş karanlığa çekildi. Birkaç saniyenin ardından ise boşluktaydım ve karanlık ilk defa bu kadar korkutucu gelmişti gözüme. Sıcaklık gitmişti, şimdi ise sadece soğukluk vardı. Nefesini hissediyordum. Benim celladım hastalığım olmuştu. Soğuk nefesi ise ensemdeydi.

 

“Ben geldim,” diyordu sanki. “Seni yanıma almaya geldim. Zamanın doldu.” Hayır, zamanım dolmamıştı. Zamanım yetmemişti.

 

 

 

Yorumlar


ChatGPT Image Aug 17, 2025 at 07_42_19 PM_edited.png
Bu siteye yüklenen şarkıların ve kitapların tüm hakları bana aittir.
bottom of page